Hasan Fevzi BATIREL
Temelde iki grup insan var.
Birincisi insanların ne kadar kötülük yaparlarsa yapsınlar, özde iyi olduklarını ve iyiye evrilmek için her zaman bir umut olduğunu düşünenler.
İkincisi ise insanların temelde sadece menfaatleri için iyi olduklarına, güç, para ve çıkar için veya menfaatleri tehlikeye girdiğinde kötülük yapmaktan kaçınmayacağını düşünenler.
Son zamanlarda şahit olduğum, yaşadığım birçok olay benim gibi kronik birinci grup adamını dahi ikinci gruba yaklaştırıyor. Neden mi?
Birinci grupta olanlar kötü yöneticilik yapıyorlar. Zamanı geliyor güvenilmeyecek insanlara güveniyorlar. Söylenene inanıyorlar. Kadir kıymetini bilmeyecek kişilere iyilik yapıyorlar. İnsanların yapılan iyi işler için olumlu duygular besleyeceğini düşünüyorlar.
Maddi varlıklarını kaptırıyorlar. İhtiyaç belirten kişiye güvenip ona maddi yardımda bulunuyorlar. Aile çevresi, yakın çevre olsun, varlıklarını dağıtmaktan geri durmuyorlar. Dağıtmaktan ve insanların sevindiğini görmekten mutlu oluyorlar.
Bu karakterde bir akademisyen, meslektaşlarına çalışmaları için yardım ediyor. Gerektiğinde çalışmalarını hediye ediyor, akademik hayatta yükselmesi için omuz veriyor. Öğrencisinin başarısından gurur duyuyor, içini açan bir heyecan hissediyor.
Dünyanın gerçeklerinden uzak, Polyanna gibi yaşıyorlar. Dünyadaki bunca kötülüğü, zulmü ve insanların birbirine olan hırs ve kinini görmelerine rağmen işlerin düzelebileceğini düşünüyorlar. Hele bu karakterde bir doktorsanız, 45 dakika süresince kalp masajı yapılan bir hastanın hiç beyin hasarı olmadan döneceğini ümit etmek gibi bir şey bu. Kaç binde bir ihtimal düşünün artık!
İkinci grup ise dünyaya daha uyumlu insanlardan oluşuyor. Moda tabirle survivor insanlardan!
Yöneticilik yaptıklarında, insanları birbirine düşürerek, kendi ikballerini sağlıyorlar. Biraz kafaları çalışıyorsa insanlarla karşılıklı fayda ilişkisi kuruyorlar. Kantarın topuzunu iyice kaçırdılarsa, tek taraflı, nalıncı keseri tarzı bir ilişki kuruyorlar. Ama kendilerine risk oluşturacak veya destek olacak kişilerle iyi ilişkiler kurdukları için hayatta kalıyorlar, güçlerini koruyorlar.
Maddi yardım yapıyor gibi görünüp, kendilerini öne çıkaracak yardımları yapıyorlar. Üç kuruşluk yardımı, dünyaları vermiş gibi gösteriyorlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahiplerini görmüyorlar. Küçücük bir menfaat, rahmetli babamın söylediği gibi bazen basit bir yemek için, hemen taraf değiştirebiliyorlar.
Başkalarının emekleri üzerinden yükselmekte, ahkâm kesmekte beis görmüyorlar. Basit bir kazanımı büyük bir başarı olarak pazarlayabiliyorlar. İnsanları buna inandırıyorlar. Kendilerine risk oluşturan kişilerden rahatsız olup, önlerini kesmek için her şeyi yapıyorlar.
İnsanları kendileri gibi gördükleri için çok defansif bir duruş sergiliyorlar ve zarar almadan kurtuluyorlar. Çünkü gelebilecek tehlikeyi iyi seziyorlar. Güç ellerine geçtiğinde de, risk oluşturacak, kendilerinden zayıf kişileri ezmekten, yok etmeye çalışmaktan hiç çekinmiyorlar.
Bu liste uzar…
Birinci gruptaki insanlardan dünyanın her yerinde az sayıda var. Batılılar arasında bilimsel bilgi paylaşımı (Altruizm), malını mülkünü vakfetme (filantrofi) ve hocalık yapma (mentorship) gibi ilk grup insanı özellikleri, bizden daha gelişmiş ve kıymet atfediliyor. Tabii ki önceliği soydaş, dindaş ve arkadaşlarına veriyorlar…
İkinci gruptaki insanlar ise çoğunlukta. Bazıları tarihin çöp sepetinde, ama genellikle kamufle olmayı başarıp yollarına devam ediyorlar.
Tüm bunları hatırlattığım, insanın zamanı geçtikten sonra da hayırla anılması gerektiğini söylediğim bir kişinin verdiği cevap çok manidardı;
“Böyle lafların hepsi boş. Geçip gidiyor her şey, önemli olan bugün…”
Hüsnü Aşk’ın yazarı Şeyh Galip (1757-1799) ne güzel söylemiş.
“Yek katre-i hünest, sad hezaran endişe.”
İnsan üç beş damla kan ve binbir endişedir!
Hepimiz özümüzün ne olduğunu, hangi gruba yakın veya tam içinde yer aldığımızı gayet iyi biliyoruz. Şu ifadeler her şeyi anlatıyor;
“İnsan sevdiğinin ahlakı ile ahlaklanır. Bu sevenin elinde değildir. Sevgi bunu gerektirir…”
Özümüzü ve hangi grupta olduğumuzu anlamak istiyorsak, kimi ve neyi sevdiğimize bakalım.