Kenan EROĞLU
Odgurmuş (1):Bazı insanlar sanki alışkanlık haline getirmişler gibi, olduğundan fazla bir şekilde“eziliyoruz, baskı görüyoruz, hayatımıza karışılıyor”diye sıkça söz ederler. Durum gerçekten böyle midir, Ülkede ezilen ve baskı görenler gerçekten var mıdır?
Ögdülmüş (2):Ülkemizde ezilenler olsa da olmasa da, toplumun bir kesiminden bu şekilde bir yaklaşım var. Giderek de yükselme eğilimi gösteren bu “ezilme baskı görme” edebiyatı sanki tüm toplumu kapsıyormuş gibi de bir intiba meydana getiriliyor gibi görünüyor.
Geçmiş ve çok uzak olmayan zamanlarda, elinde imkân ve yetki varken, başkalarını ezen, insanların yaşantılarına, giyim kuşamına karışan, hürriyetleri kısıtlayan insanlar. Ellerindeki imkânlar gidince, ya da ezemeyince, hürriyetleri kısıtlayamayınca, bu kez “eziliyoruz, yaşantımıza müdahale ediliyor“, “hürriyetimiz kısıtlanıyor“ diye feryat ediyorlar.
Bu feryadın daha çok dün halkı ezenlerden ve bu gün de ezme eğiliminde olanlardan geliyor olması dikkat çekicidir.
Bu koroya ulusalcı laiklerin yanı sıra sol fikir hareketlerinin mensupları da katılıyor, kendilerine hiçbir müdahale olmadığı halde koroya dâhil olup feryat ediyorlar. Aslında kendilerine herhangi bir müdahale olsa bu şekilde feryat edebilme imkânı bulabilir mi? Düşünmek lazım. Kendilerine bir müdahale olsa, müdahale edilen kişi sesini nasıl duyuracak. Böyle bir imkanı bulabilir mi?.
Ülkemizde kimsenin giyimine kuşamına, dediğine demediğine karışılmadığı halde feryad ediliyor olması elbette dikkate değer bir durumdur.
Tek parti döneminden itibaren çeşitli gazetelerin köşelerine çöreklenmiş olan bazı yazarlar, ülkedeki her duruma müdahale ederler partileri, insanları, siyasetçileri, mütedeyyin insanları sürekli eleştirirler ve baskı altında tutarlardı. Seneler geçmiş olmasına ve iktidarların da değişmiş olmasına rağmen her dönemde bu durum devam ederdi.
İnsanları“Şeriat geliyor, gericiler şunu yaptı, gericiler bunu yaptı, faşistler okul işgal etti”, vs. gibi korkuturlar ve çoğu kez aslı astarı olmayan konularda manşetler atarlar, olay ve durumu olduğundan çok büyük göstererek yorumlar yaparlar ve bu insanları toptan mahkûm ederlerdi.
Gazetelerinin köşelerinde hayali düşmanlar yaratarak o düşmanlara topyekün bizlerinde düşman olmasını isterler, aylar yıllar önce olmuş geçmiş olayları ısıtıp ısıtıp gündeme getirirler milleti hizaya sokma yolları ararlardı.
Ezilmedikleri halde, sözleri kısıtlanmadığı haldeyken bunu yaparlardı.
“Baskı görüyoruz, hayatımıza karışılıyor, hürriyetlerimiz kısıtlanıyor“ diye feryat edenler, aslında baskı gördüklerinden, hürriyetlerinin kısıtlandığından feryat etmiyorlar.
Odgurmuş:Bu feryat edenler, baskı görmedikleri halde feryat ediyorlar diyorsunuz, o halde bunun sebebi nedir? Neden böyle davranıyorlar?
Ögdülmüş:İşin gerçeğine bakarsanız bu insanlar, mevcut rakipleri karşısında ellerinde bulunan imkânları kaybetmiş olmaktan, çaresiz kalmaktan, bir başarı elde edememenin mutsuzluğundan bu şekilde feryat ediyorlar.
Bu insanların, önceki yaşantıları itibariyle, ezilmiş, hürriyetleri kısıtlanmış olmaları gerekmiyor. Daha önce halkı ezme alışkanlıkları nedeniyle, önceki alışkanlıklarını tahakkuk ettiremeyince, alışkanlıklarını tahakkuk ettirmek için bu yola başvuruyor, feryadı basıyorlar. Aslında en iyi bildikleri konu bu olduğu için bir nevi uzmanlıklarını konuşturuyorlar..
Rusya da çar zulmüne-rejimine karşı eziliyoruz, baskı görüyoruz, sömürülüyoruz diye ayaklanan komünistler, çarın zulmüne karşı halkın-işçilerin-köylülerin desteğini alarak 1917 ihtilalını gerçekleştirdiler, ancak kurdukları yeni rejim halkı-işçiyi-köylüyü Çar döneminden daha çok ezdi, sömürdü ve hürriyetleri daha çok kısıtladı. Burada konu eziliyoruz diye feryad edip başkaldıranların yeni ezilmelere meydan verilmemesi ve adalet üzerine işleyen bir mekanizma-idare kurulması olarak ortaya çıkmıyor. Kin ve nefretle yaklaştıkları kendileri dışındaki herkesi yine kin ve nefretle ve aynı metotla eziyor olmaları meselesidir.
İnsanların ezilmişliğini, baskı görmüşlüğünü istismar ederek idareye gelenler, kendileri dışındaki herkesi baskı altına alma temayülü gösteriyorlar.
Ezilen insan, ömrü boyunca sıkıntı çekmiştir, pek çok problemle karşılaşmıştır. Hâkim güç onu sindirmek için elinden geleni yapmıştır. Ama durum ve şartlar değişip ezilenler ezenin yerine geçtiği zaman tıpkı kendi ezildiklerinin intikamını almak istercesine emirleri altındakileri, idare ettikleri insanları eziyor zulmediyorlar.
Bu durumun bir istisnası vardır; O da biz Türkler, Biz eziyet de görsek, canımız da yansa, bize eziyet eden, canımızı yakan insanlara yine de merhametli davranırız, davranıyoruz. Bizim bu davranışımız yüzyıllardır meydana gelen devlet tecrübemizden insanları idare etme ve geleceği düzenleme becerimizden ve inancımızdan kaynaklanmaktadır.
İnsanları esen ezilen, idare eden idare edilen diye tasnif etmeden. İnsanlara hizmet eden, insanlar için çalışan ve hizmet edenlerin malları ve canları kendilerine emanet olarak gördükleri halk-millet vardır. Hizmet etme makamında bulunan insanlar kendilerine emanet olan diğer insanların da bir diğerini ezmesine, istismar etmesine ve onları baskılamasına da müsaade etmemişlerdir.
Bu yüzden Devlet-i Aliyye zamanında bizim ülkemizde, devasa kaleler, devasa şatolar, devasa malikâneler, çok devasa saraylar yoktur. Ayrıca bizde, devasa zenginler, devasa ağalar ve beyler de oluşmamıştı.
Güneydoğuda meydana gelen toprak ağaları ise devletimizin inkıraz dönemlerinde oluşmuş geneli yansıtmayan bir durumdur.
Kaldı ki toprak ağaları ve ağalık sisteminde bile ağa olarak bilinen insanlar maiyetinde bulunan insanları hep korumuş, kollamış, onların haklarına riayet etmişlerdir.
Sinema sektöründe doğu ve güneydoğu ile ilgili yapılan ağa-ırgat filmlerinin çoğu gerçeği yansıtmamakla birlikte, ülke içinde sınıfsal bir ayrılık meydana getirerek bir başkaldırı unsuru olarak ezen ağa, ezilen köylü motifini olağan üstü bir şekilde işlemişlerdir.
Doğu ve güneydoğu üzerinde özel program ve propagandalarla çok çalışmışlar, orada bulunan halkın tamamını eziliyorsunuz, baskı görüyorsunuz diyerek isyana ve başkaldırıya teşvik etmişler ve hatta o bölgelerde toprak mitingleri yapmışlar daha da ileri gidere silahlı eylemlerde dahi bulunmuşlardır.
Marksist sol çevrelerin bu çabaları her zaman boşa çıkmış, Marksist-Stalinist bir yapı olan, Türkiye üzerinde emelleri olan ülkelerce de teşvik ve yardım edilen Pkk silahlı örgütü ülkemizi senelerce uğraştırmış olmasına rağmen silahlı bir başkaldırı olmamıştır.
Özet olarak diyebiliriz ki; Eziliyoruz-baskı görüyoruz diye ortaya çıkanlar, bu iki“eziliyoruz-baskı görüyoruz”kelimelerinin arkasına sığınarak bir taraftar kitlesi oluşturmak, mevcut düzeni ise kendi lehlerine değiştirmek dert ve hevesinden başka bir şey değildir.
Bu davranış biçimi biz Türk’ler tarihin derinliklerinden gelen bir mirastır.
……………..
Sözün Özü:
Bu azîz Türk Millet, gönül mimarlarının rahle-i tedrisinde “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü” sevmeyi öğrenmiş, bir “muhabbet fedâisi” olarak bütün varlığa dervişâne bakmayı bir davranış biçimine dönüştürmüş, “kâl”i “hâl” yapan ”Mızraklı İlm-i Hâl”leri zihnine ve gönlüne gâzî-dervişçe işlemiş ve Yunusça şunları söylemiştir.
“ Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Sen derviş olamazsın..
Derviş gönülsüz gerek.”
…………….
Odgurmış (1):Kanaat – Akıbet- Afiyet
Ögdülmiş (2):Akıl – Ululuk
Kadim Kitabımız olan “Kutadgu bilig” de geçen iki şahsiyet: