Son Timurlu

Tam boy görmek için tıklayın.

Pirim Kadirov’un kaleme aldığı, Ahsen Batur’un Türkçeye kazandırdığı Son Timurlu romanını bir buçuk ayda ancak bitirebildim…

Kitabı okumamın uzun sürmesinin tek nedeni kitabın 992 sayfa olması değil. Uzun romanları da çok kısa sürede bitirdiğim olmuştur. 14 yaşında iken 750 sayfadan daha kalın olan Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ını beş günde okumuştum. Hemingway’ın oldukça kalın Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u nu üç günde. Lisede iken yine 800 sayfa civarında olan Suç ve Ceza’yı da bir haftada okumuştum. Sonraki yıllarda oldukça kalın olan Şu Çılgın Türkler’i çok kısa zamanda okuduğumu hatırlıyorum. Okumakta zorlandığım kalın romanlardan Ulysses ve Tutunamayanlar’ı bitirmem bile on beş günü bulmamıştı…

Araya farklı okumaların ve yoğun yazmaların girmesi de nedenlerden birisi tabii… Ama okuma süremi asıl geciktiren kitabı okuma yöntemim oldu. Roman Babür imparatorluğunun ilk üç hakanını Babür Şah’ı, Hümayun’u ve Ekber’i merkeze oturtarak Babür İmparatorluğunun kurulma ve yükselme dönemini anlatıyor. Kahramanları gerçek kişiler. Olaylar ve olayların geçtiği coğrafya da gerçek. Romanı tam olarak anlamak için ilk yüz sayfadan sonra tekrar başa dönerek kitabı ilk sayfasından itibaren yeniden okuma ihtiyacı duydum. Önümde Asya Haritası açık, ordular nereden geliyor nereye gidiyorlar, savaşlar nerede yapılıyor, isyanlar nereden başlıyor nereye yayılıyor oradan takip ettim. İsimleri geçen bilim ve devlet adamlarından yeterince tanımadıklarımı ve adlarını duymadıklarımı ansiklopedilerden ve internetten araştırdım. Her isim beni başka bir isme yönlendiriyordu. Yıllar öncesi alıp okuduğum ve kütüphanemin bir köşesine koyduğum Babürname’de[i] altını çizdiğim satırlara romanı okurken sık sık göz atıyordum. Kitabın sonlarında Babür Şah’ın kızı Gülbeden Begüm’ün kaleme aldığı Hümayunname’den övgüyle bahsediliyordu. O kitabı da internet üzerinden bir sahaftan temin ederek romanı bitirmeden önce okudum…

Romanı okuma yöntemim romanı tam olarak özümsememi sağladı. Babürşah’ın, oğlu Hümayun’un ve torunu Ekber’in ne büyük hakanlar olduğunu anladım. Babür İmparatorluğunun büyüklüğünü kavradım.

Kitabı okurken Türk Dünyasını ne kadar az bildiğimizi, Anadolu dışındaki Türk coğrafyasında kurulan devletlerin ve yarattıkları medeniyetlerden ne kadar habersiz olduğumuzu bir kez daha fark ettim. Yalnız tarihini mi? Türk dünyasının edebiyatını da tanımıyoruz.

Yalnız klasik ve neo klasik batı edebiyatının romanlarını değil, Güney Amerikalı, Orta Doğulu ve Japon Yazarlarını okuyan Türk roman okuruna “Türk Dünyası romancılarından kimi okudunuz?” sorusunu yöneltseniz, muhataplarınız “Cengiz Aytmatov” dedikten sonra duracak, düşünecek çoğu ikinci bir ismi bulamayacaktır. Çok azı Cengiz Aytmatov’un yanına Cengiz Dağcı’yı ekleyebilecektir…

Kendisini 16 yaşından bu yana  “Türkçü” diye tanımlamama rağmen kitaplığımın batının klasikleri, neo klasikleri yanında Güney Amerikalı Gabriel García Márquez, Isabel Allende, Jorge Luis Borges’in Orta Doğulu  Amin Maalouf’un , Halid Hüseyni’nin, Halil Cibran’ın , Necip Mahfuz’un, Salman Rüşdi’nin, Portekiz Saramuga’nın, Japon Haruki Marukami’nin, Çinli Mo Yan’ın  kitaplarıyla dolu olmasına karşılık; kitaplığımda  Türk dünyası romancılarından yalnız Ayaz İshaki, Cengiz Aytmatov ve Cengiz Dağcı’nın romanlarının olduğunu   ilk kez 2005 yılında fark ettim.

Bu eksikliğimi fark edince Türk Dünyası yazarlarının Türkiye Türkçesine çevrilmiş romanlarını aramaya başladım. İlginçtir İngilizceye, Rusçaya, Almancaya çevrilmiş çok bilinen romanlar bile Türkiye Türkçesine çevrilmemişti… Bulabildiklerimi alıp okumaya başladım. Ama onların birçoğunun da çevirileri kötüydü. Baskısı berbattı. Bir sayfasında on tane yazım hatası tespit ettiklerim oldu…

2019 yılına kadar okuduğum romanlardan Muhtar Avezov’un Abay Yolu’nu, Anar Rızayev’in Beş Katlı Yapının Altıncı Katı’nı, Annaguli Nurmemmet’in Nuh Tufanı’nı, Mevlüt Süleymanlı’nın Göç’ünü, Elçin Efendiyev’in Ölüm Hükmü’nü, Beksultan Nurjekeuli’nin Bir Pişmanlık Bir Ümit’ini, Abdullah Kadiri’nin Ötgen Künler’ini roman olarak beğendim ve bu kitapları 2019 yılında yayımladığım Meyve Tadında Romanlar’da tanıttım. Meyve Tadında Romanlar’ın[ii] son kontrollerini yaparken Pirim Kadirov’un yazdığı Ahsen Batur’un Türkçeye çevirdiği Son Timurlu[iii] elime ulaştı. Çevirmenin Ahsen Batur olması kitaba ayrı bir değer katıyordu. Romanı yayımlayan İleri Yayınları sahibi Gökçe Fırat tarafından yazılan sunuş yazısını okuyunca “Bu roman Meyve Tadında Romanlar’da mutlaka yer almalı” diye düşünerek, kitabı okumamama rağmen Ahsen Batur’un kitap hakkında yazdığı yazıdan bir bölümle de olsa Son Timurlu’ya Meyve Tadında Romanlar’da yer verdim.

2019’un sonunda uzun bir yurtdışı seyahati ve sonrasında ikametgâhımı değiştirmem nedeniyle kitaplığım karmakarışık bir hâle geldi. Son Timurlu da kütüphanemin bir köşesinde kalmış. 2023 yılı aralık ayı başlarında kütüphanemi düzenlerken Son Timurlu ile yeniden buluştum. Ve okumaya başladım…

Romanın son satırlarını okuyup sırtımı sandalyenin arkalığına dayadığımda “Okuduğum en güzel romanlardan birisi” diye düşüyordum. Ama siz benim “en güzel romanlardan birisi” dememe bakmayın.  Pek çok romanı bitirdiğimde “okuduğum en güzel romanlardan birisi” demişimdir. Güzel kokan, güzel görünümlü her çiçeğe güzel dediğim gibi, güzellikte bir standardı yakalayan her roman benim için çok güzeldir

Sizce bir romanın hangi özelliği, onun “iyi” veya “güzel” sıfatlarını hak etmesine neden olur?

Bir taraftan hiç bitmesin derken diğer taraftan da bir sonraki sayfada ne anlatılacak diye merak ederek elinizden bırakamamanız mı?

Kolay okunması, sıkmaması mı, hiçbir sayfasını okumadan çevirmenize neden olmayacak şekilde iyi kurgulanması mı?

Sizi sarıp sarmalayan, ruhunuzu dinlendiren bir anlatıma sahip olması mı?

Doğa, çevre tasvirleri ile sizi orada hissettirmesi mi? Kişi tasvirleri ile roman kahramanı ile karşı karşıyaymışsınız hissine kapılmanıza neden olması mı?

Söz konusu tarihi bir romansa, olayların ve kişilerin tarihi kaynaklardaki anlatımlarla paralellik göstermesi mi?

Roman farklı kültürleri, farklı coğrafyaları anlatıyorsa okuyucunun yabancısı olduğu kavramları dipnotlarla açıklaması mı?

Roman çeviri ise çevirmeninin her iki dilin inceliklerine hâkim olması mı?

Bu soruların ister yalnızca birisi ister tamamı sizin için önemli olsun, bilin ki Son Timurlu bu soruların tamamına olumlu cevap veren iyi ve güzel bir romandır.

Romanda kahkahalarla güldüğüm bölümler de gözyaşlarımı tutamadığım bölümler de oldu…

Babürlülerin dört yüz seneye yakın bir süre kendilerinden hem ırk, hem din hem de kültürleri farklı olan Hintlileri nasıl hoşgörü içinde yönettiklerini okurken; Babür İmparatorluğu olmasa Pakistan denilen bir devletten, Hindistan Müslümanları denilen halklardan bahsedilip bahsedilmeyeceği konusunda çok düşündüm.

Türk Dünyası için en büyük tehlikenin mezhep ayrılığı ve din adamlarının bağnazlığı olduğunu bir kez daha anladım. Babürlülerin “laiklik” diye de tanımlanabilecek dinsel bir hoşgörü ve fikir özgürlüğü ortamı yaratmak için gösterdiği mücadeleyi hayranlıkla izledim.

Aynı tarihlerde hüküm süren üç Türk Hakanının Babür, Şah İsmail ve Yavuz’un divan sahibi büyük şairler olması beni büyüklük ile edebiyat arasındaki ilişki konusunda düşünmeye sevk etti. O yılarda Türk Dünyasının bilim, sanat ve edebiyattaki gelişmişliği ve bugünkü sefaletimiz üzerinde derin, derin düşündüm…

1858 yılına kadar hayatiyetini sürdüren Babür İmparatorluğu sınırları içindeki tüm camilerde hutbelerin Babür İmparatorları adına okunuyor olması Osmanlı Hilafetinin dünya Müslümanları tarafından kabul edildiği iddiasının gerçek olmadığını göstermesi bakımından ilginç buldum.

Fillerin savaşlarda nasıl ustaca kullanıldığına ilişkin sahnelerin anlatıldığı bölümleri okurken “Yıldırım’ın Timur karşısında kazanma şansı yokmuş.” diye düşündüm…

Babür hükümdarlarının yapmaya çalıştığı her modernleşme çabasına muhalefet eden, devleti yıkmak için başka devletlerle anlaşan, isyanlar planlayan şeyhülislamları, şeyhleri, mollaları okudukça bizim hainlerle benzerliklerine hayret ettim…

Son Timurlu’nun yazarı Özbek Pirim (Pirimkul) Kadirov (1928-21 Aralık 2010). Son Timurlu aslında üç romandan oluşuyor: Yıldızlı Geceler, Hümayun ve Ekber. 1979 yılında tamamladığı ve Babür’ün padişahlık dönemini anlatan Yıldızlı Geceler adlı tarihi romanı, onun dünya çapında şöhret kazanmasını sağlar. Rusça, Hintçe, Türkçe başta olmak üzere birçok dile çevrilen bu eser, 1982 yılında devlet Hamza ödülüne layık görüldü. Ayrıca, eser romandan tiyatro eserine dönüştürülerek sahnelenmiş, aynı zamanda televizyon dizisi olarak yayınlanmıştır. 1989 yılında bu romanın devamı niteliğinde Babur’un oğlu ve torununun padişahlık dönemini konu alan Humayun ve Ekber romanını yayınlar.

Özetle Son Timurlu kurgusuyla, tekniğiyle, üslubuyla, tarihi gerçeklere uyumuyla, çevirisinin mükemmelliği ile çok güzel bir roman… Tarihe ilgi duyan her romanseverin kitaplığında mutlaka bulunmalı…

Yazıyı bitirdim, son kontrolleri yapıyordum kapı çaldı. Kapıyı açan eşim sitemkâr bir sesle “Yine bir kitap geldi. Kitaba ne zaman doyacaksın” diye söylenerek elindeki zarfı uzattı. Zarftan Acemi Dergisi ile Anatolia Yayınları’nın yayımladığı Azerbaycanlı yazar Arif Erşad’ın Dedemin Halısı isimli hikâye kitabı çıktı. Sanki benim “Türk Dünyası edebiyatına ilgi yok” savımı yalanlarcasına… Evet, son yıllarda Türk Dünyası yazarlarından kitaplar yayımlayan yayınevlerini sayısı arttı. Bengü, İleri, Ötüken yayınevlerine ilaveten Türk Edebiyatı Vakfı, Everest, Akçağ, Ferfir ve Anatolia gibi yayınevlerinin de Türk Dünyası edebiyatının güzel örneklerini yayınlamaya başlamaları bu konuda umut verici bir gelişme…

Kaynaklar:

[i] Babürname-Babür’ün Hatıratı. Yayına Hazırlayan Reşit Rahmeti Arat MEB Yayınları 1968

[ii] Meyve Tadında Romanlar Fazlı Köksal- Akıl Fikir Yayınları 2019

[iii] Son Timurlu Pirim Kadirov, İleri Yayınları, 2015

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen