Geçtiğimin yıl Türkiye’den Batı’ya göçen insan sayısı 250 binin üzerinde… Bunların çoğunluğu genç ve iyi eğitimli… Nüfus dönüşümüne bakar mısınız? Bir devlet, demografik yapının bu kadar hızla değişiyor olmasının doğuracağı sonuçları nasıl öngöremez? Öngöremeyen devlet, devlet olarak kalır mı veya nasıl bir devlete dönüşür?
*****
Servet AVCI
Geçtiğimiz aylarda Belçika’da bir grup Türk mahkemelik olmuştu… Savcılık, düğün konvoyu yapan davalıların araçlarını E17 otobanında çok yavaş sürerek trafiği sıkıştırdıklarını, emniyet şeridini kapattıklarını, yolda durarak dans ettiklerini, araçların camlarından dışarı sarktıklarını ve araçlarıyla yolda daireler çizdikleri iddia etmişti…
Şaşırmış değiliz… Bu aptalca hareketlere Türkiye’de de -üstelik gelenek denilerek- sıkça rastladığımız için rutin bulduk… Ama orada herkesi bağlayan bir hukuk var ve ‘eylem’e önce kolluk müdahale ediyor, ardından dâvâ başlıyor…
İlk duruşmada hâkim Peter D’Hondt’un sözleri ders gibi: “Sadece trafik sıkışıklığına neden olmakla kalmıyorsunuz. Aynı zamanda, diğer sürücülerin sinirlenmesine yol açıyorsunuz ve davranışınız agresifliğe ve sonucunda ırkçılığın artmasına neden oluyor. Zaten yeterince ırkçı var, buna karşı durmanız gerekiyor… Eğer bir parti yapmak istiyorsanız kafanıza kova bile geçirebilirsiniz ancak yolları amaçları için kullanılmaya bırakacaksınız…
“Yaptığınızın diktatöryel bir tarafı var. Yollar hepimize ait ve kimse kendi malı gibi kullanamaz. Yolu tıkarken o esnada hastaneye yetişmeye çalışan birinin vaktini çalmış olabileceğinizi düşündünüz mü? E17 Avrupa’daki en kalabalık otobanlardan biri. Sizin dans edebileceğiniz bir yer değil…”
***
Belli ki hâkim iyi niyetli… Yapılanın ırkçılığın artmasına sebep olacağını ikaz ediyor ve zaten yeterince ırkçının var olduğunu, buna karşı durulması gerektiğini söylüyor…
Artık ‘köken’ tartışmasından ziyade ‘yabancı düşmanlığı’ ve ‘İslam karşıtlığı’ üzerinden yükselen ırkçılığın nasıl tetiklenebileceğine dair basit bir örnek bu… Kendisine dayanak arayan yeni ırkçılık için bu türden davranışlar iyi bir gerekçe oluşturduğu için hâkim Peter D’hondt da gerekenleri ifade ediyor…
***
Aktardığımız bu örneği Türkiye’de sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli varlığını savunanların iyi okuması ve analiz etmesi gerekiyor…
Patolojik tipler dışında kimse savaş mağduru Suriyelilere düşman filan değil… Zaten bu türden düşmanlık Türk milletinin genetiğinde yok… Doğrusu kimse Suriyeliler meselesini değerlendirirken, orada yaşanan vahşeti, insanlık dramını, bir yandan IŞİD diğer yandan rejimin zulmünü inkâr edemez, edememeli… Dolayısıyla çoluk çocuk, masum, mazlum insanların Türkiye’ye sığınması ve tarihî bu tür göçlerle mazluma kucak açmakla geçmiş Anadolu’nun kapılarını açık tutması da kaçılamayacak bir sorumluluktu…
Mesele, devletin bu göçmenleri kamplarda tutmayı başaramaması veya başarmamasıydı… Ülkenin dört bir yanına yayılmalarına, şehirlerde bir nevi gettolar oluşturmalarına göz yummak büyük hataydı…
Geçtiğimin yıl Türkiye’den Batı’ya göçen insan sayısı 250 binin üzerinde… Bunların çoğunluğu genç ve iyi eğitimli… Nüfus dönüşümüne bakar mısınız? Bir devlet, demografik yapının bu kadar hızla değişiyor olmasının doğuracağı sonuçları nasıl öngöremez? Öngöremeyen devlet, devlet olarak kalır mı veya nasıl bir devlete dönüşür?
***
Kimse ‘ensar-muhacir’ klişesiyle mevcut durumu meşrulaştırmaya kalkmasın… Tekrarlayalım: Suriyelilerin bu insanlık dramına elbette seyirci kalamayız… Ama bu demek değil ki, savaşacak potansiyele sahip insanları ‘savaş alanı’ dışında tutmak ve onları tatil ettirircesine ağırlamak bir zarurettir!..
Devam eden savaşta ülkeleri için savaşacak bedenî gücü olmasına rağmen topraklarını terk etmiş ve savaşmaya niyetli gözükmeyen, bir kısmı sözde ‘ensar ülkesi’nde nargile tüttüren, bir kısmı sahillerde sere serpe uzanan milyonlarca ‘erkek’ var; üstelik mâliyetleri ‘ensarlık’ adına milletin omuzlarında!..
Kamplarda insanca şartlarda, yaşlıyı, kadını ve çocuğu ağırlamak bize bu coğrafyanın biçtiği kaderdir… Onların dışındakilerin, ülkeleri için gayrete sevk edilmeleri gerekiyor… Yoksa Türkiye topraklarındaki rahatlıkları, kendilerini güçlü hissettikleri yerlerde otorite gibi davranmaya kalkışmaları, hayatı bağımsızlık ve onur gibi kavramları koruma savaşlarıyla geçmiş Türk milletinde reaksiyona yol açıyor… Üstelik artarak…
***
Ne diyor Belçikalı hâkim: “Sizin bu yaptığınız ırkçılığın artmasına yol açıyor…”
Öngörmek, iyi bir devletin en önemli meziyetlerindendir… Sonra kafayı duvardan duvara vurmak yok!..
————————————————
Kaynak:
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/sonra-kafayi-duvardan-duvara-vurmak-yok-48851yy.htm