Sosyal Sermaye

İnsanlar güce tabi olmak isterler. Bu, içinde bulunulan toplumun ahlaki normlarına ters düşmedikçe yadırganacak, karşısında durulacak bir tutum değildir. Fıtratı gereği insan, kendinden daha büyük, kapsayıcı bir bütünün parçası olmak ister. Bir başka deyişle küçük bir parça olarak bütüne dahil olmak ister. Çok küçük yaşlardaki insan için anne ve babaya duyulan bağlılık buna verilecek ilk örneklerdendir. Muhtaçlığın dayatması ve içgüdüsel sebeplerle ebeveynlerine bağlılık duyan insanın, takip eden senelerde yaş ve tecrübe kazandıkça bağlılıkları ve tercihleri de değişecek, genişleyecek, çeşitlilik gösterecektir.

Her aile bir gemidir ve her ne kadar radikal feministler bu olguyu algıyla yıkmaya çalışsa da bu geminin kaptanı babalardır. Bireyin oyun çağına geldiği, hayal gücünün henüz var olmaya başladığı ve hayatı yenice tanıdığı zamanlarda onun kahramanı, tutunacak dalı babası olacaktır. Bunun yerini okul çağına geldiğinde kuvvetle muhtemel öğretmeni alacak, maalesef korkuyla harmanlanmış saygıyı öğretmenine duyacak ve onu kendisine rol model görecektir. Biraz daha büyüyüp çevre edindikçe arkadaşlarına uyum sağlayacak, bilinci biraz daha şekillendiğinde ise bir başka ruha ya da güruha teslim olacaktır. Bireyin gelişimi de bilimde olduğu gibi tekamül evrelerinin basamak basamak atlanmasıyla gerçekleşir. Bu basamaklardan herhangi birinde oluşacak çürüklük, bozukluk bir sonraki adım için tehlike arz edecektir. Şöyle ki; henüz kendi büyümemiş, tinsel olgunluğa erişmemiş ebeveynler ya da öğretmenler tarafından kumanda edilen birey, bulunduğu kabın şeklini aldığı çağlarda olduğundan talihsizliği omuzlarına yüklenecek ve fakat bunun hiçbir devirde farkına varamayacaktır.

“Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti” üzerine bina edilmemiş köhne hayatların yetiştirme(me) gayreti içinde olduğu birey, henüz tercih vakti gelmeden yanlış kanalize edilecek, dini ve milli değerlerden uzak bir hayatın besmelesini çekecektir. Mamafih şimdilerde çok eskitilen ama herkesin sıkı sıkıya bağlanması gerektiğini düşündüğümüz bir kavram ve hatta bir yaşam biçimi olan samimiyetten bihaber ve yoksun büyüyecektir. Samimiyet kalesinin olmadığı cenkte ise yalan rüzgarının esmesi, iftira celladının kurban kesmesi, talan hortumunun husule gelmesi, menfaat tüccarının meydanı mesken etmesi, iltimas ve nepotizm tankının kor saçması kaçınılmaz olacaktır.

Şimdi bireyi büyütelim;

Birey, eğer masallarda olduğu gibi leylekler onu balta girmemiş ıssız bir ormana teslim etmediyse mutlaka toplumun içinde hayatını idame ettirecektir. Küresel bir köy haline dönüşen dünyamızda bu iddia çok da ütopik olmayacaktır. Birey, hangi millet ya da dine mensubiyet duyarsa duysun mevzubahis toplumun içerisinde kendisini gerçekleştirme gibi bir gaye güdecek, bu minvalde mesai harcayacaktır. Bu kaygının ise baş gösterdiği çağ olarak lise sonu ve üniversite yıllarını örnek verebiliriz. Burada aile ve eğitmenlerin direktifleri biraz daha kulak arkası edilip, dünya biraz daha göz kapanıp çomak sokularak müşahede edilmeye, tanınmaya çalışılacaktır. Durum buysa dahi geçmişten gelen sosyal alışkanlıklar ve 21. asrın sırrını hala çözemediği bir beyin fonksiyonu olan hafızadaki yerini çoktan alan analizler, bireyin yeni temayüllerini şekillendiren faktörler olarak karşımıza çıkacaktır. Temelinde şuur ve ahlakın esnetilmiş halini zerrece taşıyan ve belki de hiç taşımayan birey, yukarıda ifade ettiğimiz kendini gerçekleştirme emeli uğruna her yolu mübah sayacak, manen yükseltemediği, refaha erdiremediği ruhunu doyurmanın yollarını, madde aleminin nefsi çekici unsurlarına tevessül ederek arayacaktır. Büyümeyi, yükselmeyi kendisine ülkü edinecek, yoluna çıkan meşakkatleri bertaraf ederken hiçbir ölçü gözetmeyecektir. Yükselirken alçaltmakta hiçbir sakınca görmeyecektir. Yükselmenin yollarında ise bencillik en büyük yardımcısı olacaktır. Onun sayesinde nice gönüller kıracak, nice canlar yakacaktır. Tüm bunlar olurken hepsini meşru gösterecek iblisî fısıldamalar kulağından eksik olmayacak, birey ise yaptığına şevkle devam edecektir. Ticarette, akademide, siyasette ve diğer sosyal zeminlerde kendisini arzuladığı statüye kavuşturana kadar akla karayı seçecektir. Gün gelip istenilen yere geldiğinde ise dünya onun olacaktır. Çünkü o, “olmuştur”. Artık her alanda söyleyecek bir sözü, herkese verecek bir aklı vardır. Ve o pozisyonun muhafazası için feda olunmayacak iyi niyet yoktur. Daha da yükselmek için kurban kesilmeyecek sırt yoktur. Bir tarafta kendisinden daha üst gördüğü devletlüler, sermaye sahipleri, komutanlar bilcümle makam ve mevkice statünün yüksek kesimlerine yıkama, yağlama gündelikleşmiş birer misyon iken, diğer tarafta hor görme, hakir bulma, küçümsemeye bağlı azarlama en temel vizyondur. Öyle değil midir ki el öpmekle hangi dudak aşınmış, gönül kırmayla hangi mevduat hesabı boşalmıştır?

Böylesi hastalıklı bir bireyin topluma vereceği hiçbir şey yoksa da kendisine vereceği şeyler çokçadır. O her şeyin iyisine layık, her nimetin güzeline taliptir. İkbal peşi, -eğer varsa- onu ailesine de yabancılaştıracak, aile bireylerinin de ihmaline sebebiyet verecektir. Türk’ün ve İslam’ın geleneğine riayetten uzak yetişen birey, ne hikmetse söz konusu ihmal olduğunda oldukça atacı, oldukça gelenekçi olmaktadır.

İşte dananın kuyruğu, tam da bu noktada suya kapılmaktadır: İhmal edilen, ihmal olunan, ihmal edecektir.

(Temmet)

Yazar
Coşkun KAN

Coşkun Kan,1995 yılı Manisa doğumludur. İlk ve ortaöğrenimini Turgutlu’da tamamlamıştır. Şu an öğrenimine Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünde devam etmektedir. Aynı zamanda Anadolu ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen