Söyleşi: Mehmed Niyazi; Necip Fazıl’ın ‘Çile’si Ezberimde

Söyleşi: Samet ALTINTAŞ
28 Şubat 2016, Pazar

Mehmed Niyazi Özdemir, 74 yaşında olmasına rağmen maziyi hatırlatmak adına makaleler kaleme almaya, romanlar yazmaya devam ediyor. Diyor ki: “Bu romanları, Türk çocuklarına tarih şuuru vermek için yazdım. Bunun arkasında ise Türk tarih ve devlet felsefesi var.”

Devlet, medeniyet, kültür… Bu mefhumlar, yazılarınızın ana omurgası. Neden bu kadar önemli bu kavramlar?

Türk milleti, tarih sahnesine çıktığından beri hep devletle beraberdir. Rahmetli ninem Cumhuriyet’in remzi olarak gördüğünden şapkayla kimseyi odasına sokmazdı. Ama her lafının başı, ‘Allah, devlete zeval vermesin’ idi. Avrupalılar için devlet ‘fatherland’ yani ‘baba vatan’dır. Bizde ‘ana vatan’… Mesela Kemal Tahir’in ‘Devlet Ana’sı yanlıştır, devlet babadır çünkü. Bir millet medenî olmaz ise şahsiyetini bulamaz. Biz karakterimizi medeniyetle beraber oluşturduk. Bugün bile Cumhuriyet, Osmanlı medeniyetinin temeliyle ayağa kalkmıştır.

Walter Benjamin, devrimi en yüksek noktasında geçmişin kurtarılması olarak görür. Sizde de bu mülahaza mı var ki Çanakkale Mahşeri, Yemen Ah Yemen!, Plevne gibi tarihî romanları bu kadar önceliyorsunuz?

Kendi köklerimizi bulursak inkişaf edeceğiz. Bu Romanları, Türk çocuklarına tarih şuuru vermek için yazdım. Bunun arkasında ise Türk tarih ve devlet felsefesi var.

Tarih şuurundan kastınız, ‘Ey, şanlı ordu! Ey, şanlı asker’ efsanelerini mi anlatmak?

Ben tarihteki yanlışlıkları da anlatıyorum. Tarih şuuru, bir millete yeniden medeniyet yolunu gösterir. Bizde son iki yüz yıldır bu şuur yok gibi. Batı’nın modernizasyonu kurumsal anlamda pekâlâ iyidir. Ama kültürünü de almak bizde geçmişi yok etmiştir.

Peki, bu kimlik bunalımında hep Batılılar mı suçlu?

Hayır, tabii ki… Bizim de suçumuz var. Mesela entelektüelimizin kabahati var. Bizim aydınlarımız sorunun kaynağına inmeden Osmanlı’yı, Selçukî’yi redd-i miras ediyor.

Hilmi Ziya Ülken, ‘Tarih, icat edilen bir alandır.’ der. Dolayısıyla siz de mucitsiniz. Tarih kurgusunda ne kadar objektif davranıyorsunuz?

Oldukça objektif davranıyorum. Mesela benim devlette en çok tenkit ettiğim husus liyakat sahibi olmayan kişilerin yönetimde olmasıdır. Osmanlı’da bu hal, 16. yüzyıldan başlar ki, çöküşün temel nedenlerindendir.

Kur’an’da bir kere bile telaffuz edilmeyen devlet, kutsanması gereken bir aygıt mı?

Peygamber Efendimiz diyor ki, ‘Nerede bir devlet olmazsa, oradan çıkıp gidiniz.’ Bizi ayağa kaldıran İslamiyet’tir. Osmanlı, iş başına geldiğinde dünyada yüzde 11-12 civarında Müslüman vardı. Sonra Osmanlı, tarih sahnesinden düştü. Yüzde 22 Müslüman oldu ama nüfuzu kalmadı. Biz tebaayız. Devletin başında bulunanların teenni ile hareket etmesi lazım. Devlet, birey gibi değildir.

Milliyetçilik anlamında duruşunuzu nasıl tanımlıyor sunuz?

Türkçü değilim. Atsız ekolünden değilim. Bu arada Nihal Atsız’ın hanımı benim tarih öğretmenimdi. Ben milliyetçiyim. Şeyhim de Hilmi Oflaz’dır. Ondan nakille söyleyeyim, “Bütün kavmiyetçilikler küfürdür. Türk’ü sevmek imandandır. Delillerimiz ikidir: Bir, Peygamber Efendimiz’in tebligatı, iki Peygamber Efendimiz’in tatbikatı. Bunlar, Türk milletine vazife olmuştur.”

Necip Fazıl’ın ‘Çile’si ezberimde

Her gün kitap okuyor musunuz?

Okuyorum. En son Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana’sını bitirdim. Şimdi onun üzerine bir makale yazacağım.

Tekrar tekrar okuduğunuz şairler var mı?

Necip Fazıl… Bütün şiirlerini ezbere bilirim… Onun bütün şiirleri büyüktür… Keza Safahat’ı da çok severim. Zaten Mehmet Akif’in bütün hayatı, bu millet için bir lütuftur.

Necip Fazıl’la çok hatıranız var kuşkusuz. Sizi tebessüm ettiren bir anınız var mı?

Necip Fazıl’ın bir gözdesi vardı, Hilmi Oflaz… Üstad, Toptaşı’nda hapse girdiğinde, Mahmutpaşa’da işporta tezgâhına çıkıp elinde Büyük Doğu dergisi, ‘Durun kalabalıklar/Bu cadde çıkmaz sokak’ diye bağırıyordu. O, “Türkiye’nin en büyük mütefekkiri burada.” diye sesleniyor; ama millet don-gömlek alıyor tabii. (Gülüyor) Sonra Mahmutpaşa’daki tezgâhını sattı, geldi bir buçuk sene Toptaşı’nın önünde bekledi. Üstad, tahliye olduğu gün bir minibüsle eşi Neslihan Hanım’ı ve çocuklarını alıp hapishanenin önüne gelmiştik. Hilmi Oflaz, Necip Fazıl‘ın yatağını sırtına almış, perişan bir vaziyette, bir de yağmur yağıyor… Üstad, ‘Neslihan! Bu yağmur yağmasaydı, buraya o kadar kalabalık toplanırdı ki ben tekrar içeri girmek durumunda kalırdım’ demişti.

Hilmi Oflaz, her zaman yanında mıydı Necip Fazıl’ın?

Tabii… Bir gün Bursa’da Heykel’in önündeydim. O anda baktım Necip Fazıl, grantuvalet giyinmiş Heykel’in önünden geçiyor. Arkasında da Hilmi Abi, üstü başı perişan her zamanki gibi. Üstad bana, ‘Katıl, kervana katıl!’ dedi. Beraberce Çelik-Palas oteline gittik. Orada Adalet Partisi ile Halk Partisi’nin milletvekili olan beş-altı adam vardı. Tabii, Necip Fazıl’ı görünce hepsi ayağa kalktılar. Hilmi Abi’nin hali sakildi. Onu hemen şöyle onore etti, ‘Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas/Krallar, önünde bükülecek kadar irade sahibi/Aslanların önüne çırılçıplak atlayacak kadar cesur/Aziz dostum işportacı Hilmi…’ (Gülüyor)

Peki, Türk edebiyatında en sevdiğiniz romancı kimdir?

Peyami Safa… Çok büyük bir adam.

Bu sene Beşiktaş şampiyon!

Bugünlerde üzerinde çalıştığınız bir roman var mı?

Kut’ül Amâra Zaferi’ni anlatan romanı yazmaya başladım. Malum, 100. yılı… Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizleri iki kez yendik. Çanakkale’de durdurduk. Irak’ta ise perişan ettik. Bu zafer, çok mühimdir. İngilizleri resmen sallamışız.

‘İki Dünya Arasında’ için otobiyografik bir roman diyebilir miyiz?

Aşağı yukarı… (Gülüyor) Aslında yüzde yüz… 1968 -79 yılları arasında Almanya’da Köln’de idim… 1970 yılıydı… Bir Noel öncesi üniversite kantininde bir Alman kızı ile tanışmıştım, sohbet ettik, sonraları dostluğumuz ilerledi. Romanım o tanışmayı ve sonrasında gelişen olayları anlatır.

Uzun süre evliliği tercih etmemenizin nedenlerini burada mı aramak gerek?

(Gülüyor) Öyle herhalde… Ama şimdi beş yıldır evliyim…

Neden cep telefonu ve bilgisayar kullanmıyorsunuz?

Biraz mesafeliyim teknolojiye. Bir de beni çok ararlardı ahizeli telefonlardan. Kendi işlerim yarım kalıyor diye cep telefonum hiç olmadı. Halen elle yazıyorum. Sonra yeğenim Konuralp bilgisayara geçiriyor. Kalem kullanmak bir yazar için çok önemlidir.

Bir gününüz nasıl geçiyor peki?

İki sene önce beyin ameliyatı geçirdim. 9.00’da İSAM Kütüphane’ye gelirdim. Şimdilerde 11.00 gibi geliyorum. Akşam 18.30′ a kadar buralardayım. Çalışmalarımı, okumalarımı yapıyorum.

Eşiniz kızmıyor mu size?

O benden daha yoğun, doktor çünkü.

Sporla aranız nasıl? Tuttuğunuz bir takım var mı?

Beşiktaşlıyım… Beşiktaş’ın asıl renkleri kırmızı-beyazdır. Balkan Harbi’nde çok şehit verildiği için renkler siyah-beyaz olmuştur. Bu, beni çok etkiler. Bir de bizim çocukluğumuz Baba Hakkı’ların dönemi idi. Hâlâ televizyonda gördüm mü bakarım maçlara. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin performansları düşükse bizim işimiz tamamdır. O yüzden bu sene şampiyon olma ihtimalimiz kuvvetli.

http://mobil.zaman.com.tr/pazar_mehmed-niyazi-necip-fazilin-cilesi-ezberimde_2352256.html

 

Yazar
Mehmet Niyazi ÖZDEMİR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen