Bugünün imgeler ve imajlar dünyasında söz, sadece düşüşte değil; aynı zamanda büyük bir saldırı altında. Tecrit edildiğini iddia edenler dahi var. Fransız düşünür Jacques Ellul, insanlığı kurtarma isteği duyan herkesin öncelikle söz’ü kurtarması gerektiğine inanıyor. Söz, öyle acınası bir hâlde. Adeta tutsak! Bu tutsaklıkta, yazı’nın söz’e kıyasla daha hakiki ve itibarlı kabul edilmesinin payı kuşkusuz ki var. Ancak sözün düşüşü, gerileyişi, terki ya da hakir görülmesinde algı fenomenolojisinin işitsellikten görselliğe kaymasının da bir tesiri olduğu muhakkak. İmajın söz’ün tesirini nötralize ederek fiili bir üstünlük kazandığı da gayet açık. Bu noktada mühim olan, imaj-söz çekişmesinden çok söz’ün gözden düşüşü ve yitiminin yol açabilecekleri. En başta da insan’a ve toplum’lara yapabilecekleri…
Dönelim söz’e. Sözün birçok işlevi vardır. Evvelen söz, manevi bir disiplindir. İnsana sıhhat ve istikamet sunar. Bilhassa vaktini bilip, yerini bulan sözler, sadra şifa olur. Söz, bir tartma ve ölçme unsurudur da. Sahibi, sarf ettiği sözün büyüklüğü ve tesirince kıymetlidir. Boşa dememiştir sözün büyükleri, “Baş dille tartılır” diye. Ve kuşkusuz ki söz insanı çeken ve çağıran, onu mamur eden bir güç dinamiğidir. Hâlesi geniştir. Söz bazen vaattir, bazen nasihat. Bazen kanundur, bazense dua. Bazı sözler tabii ve vecizdir.Müthiş bir idrakten süzülüp gelmiş, latif ve zarif kelâmlardır. Bazıları ise, pek bir külfetsizdir. Aklı zorlamaz, zevki yormaz. Ama nasıl olursa olsun her söz, bir muhatap ister.
Gelelim söz yitimine… Söz yitimi, anlam yitimidir. İnsan, gördüğü şeyleri isimlendiremez ve konuşulanları anlamlandıramaz hâle gelirse zihinde koca koca boşluklar hasıl olur. Ve bununtoplumsal bir mahiyet kazanması, Alatlı’nın “celbedilmiş söz yitimi” [celbedilmiş afazi] olarak tanımladığı bir maraza yol açar. Celbedilmiş afazi, nörolojik temelli bir bozukluk değildir. Tamamen insan yapımı yapay ve metaforik bir afazidir. Kavramların anlamlarının kaydırılması ve dünya görüşüne göre mânâ değiştirmesi sonucu ortaya çıkan bir problemdir. İnsanı toplumuna ve kültürel kodlarına yabancılaşmaya götürecek kadar büyük ve ciddi bir sorundur. Cemil Meriç, bu sorunu ne derinlikte yaşadığımızı şöyle özetler:“Mefhumların kâh gülünç kâh korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu fikir hayatımız.Kavga insan ile kader arasında değil, insan ile kelime arasında.”.
Görünen o ki söz yitimi, kavramlarla başlıyor. Ama kavramsal sığlık, bireyin hâl dairesiyle sınırlı kalmıyor. Toplumu enfekte ederek topyekûn bir şuursuzluğun fitilini ateşliyor. Ve topluca sürüklenilen bu afazik hâlden çıkış hayli zor oluyor.
Jacques Ellul, “Söz, bizi zamana yerleştirir.” der. Astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ise, “Dünya’nın sanal bir ülkeye ihtiyacı var: Rasyonelya. Bir de tek satırlık bir Anayasaya: ‘Politika, bütünüyle kanıtların ağırlığına dayanmalıdır.’”[1]der. Çıkış için hem söz’e, hem zaman’a, hem de bir zaman politikası’na ihtiyaç var. Sonrası ver elini Rasyonelya…
[1]Sözün aslı: “Earth needs a virtual country: Rationalia, with a one-line Constitution: All policy shall be based on the weight of evidence.”.