Ayşe SAMİHA
Birinci Dünya Savaşı’nın Düvel-i Muazzama’sı olan ülkeler, özellikle 2015 yılında parlâmentolarında, gazetelerinde, televizyonlarında bir sözde soykırımı zorla kabûl ettirme harâretine kapıldılar. Demokrasilerinin ırzına geçerek sözde soykırımı kabul etmeyenleri hapsetmekle tehdîd ettiler. 2015 yılı oldukça harâretli geçti. Dünyanın pek çok ülkesinin devlet başkanları, olmayan bir soykırım için dikilen bir taşı ziyaret ettiler. Konu ile ilgili sergiler, konserler ve de filmler de çabası… Garip ülkemde bir zamanlar dünya harbi yaşanırken, erleri elde silâh cepheye koşmuş ve erkeksiz kalmış pek çok köy ve kasabaya baskınlar yapıp kadın, yaşlı, çoluk çocuk demeden Türkleri vahşîce öldüren Ermenileri lânetleyecek, Türklere yapılan soykırımı rahmet ile anacak bir tek siyâsî lider dahi çıkmadı o sene… Nitekim “acılarınızı paylaşıyoruz” mesajı gönderdiler! Unutmadık! Tıpkı bu seneki gibi, sene 2018!
Milliyetçi bir Türk kalemi olarak bu satırları sözde soykırıma dâir “Acılarınızı anlıyoruz” mesajını veren siyasetçilemize “kendinize geliniz!” demek ve aslında daha da önemlisi Türk gencine hitaben yazmak ile yükümlüyüm, yazmak zorundayım. Unutulmamalıdır ki, geçmişteki olayların tedkîki, anlaşılması olmaz ise bugünü anlamak kâbil değildir. İşte burada günümüzün en büyük mes’elesi ortaya çıkıyor ve siyasetçilerin yetersiz ve sınırlı bilgileri ile hareket etmeleri yanlış neticeler ile karşılaşmalarını kaçınılmaz kılıyor. Van Gölü ortasında bulunan Akdamar Kilisesi’nde Türk kızlarının ırzına geçildi ve de katledildiler bilgisine vâkıf olan hakkaniyetli ve halkına dürüst siyasetçi, oradaki kilisenin onarımı için bütçesinden gider ayıramazdı! Oraya bir soykırım anıtı diker, dua etmeye gidenler de orada Ermenilerce Türkler’e olan biteni öğrenmiş olurlardı. 2015 yılında The Times gazetesi “Akdamar’da dikilen haç kıyamete kadar kalacak” başlığı ile haber yapınca ister istemez iki kere düşünüyorsunuz. Bu haberden anladığımız ise şudur: Düvel-i Muazzama’nın anâsırın arasına fitne sokup ortalığı karıştırmasının üzerinden yüz küsür sene geçse de o günkü emelleri bugün de taptazedir.
Türk insanı bilmelidir ki bugün sözde soykırım ilân edilen târihte Rusya, Fransa ve İngiltere doğu vilâyetlerinden bahsederken “Ermenistan” adını kullanıyordu. Bu yüzden Türk insanı bilmelidir ki “Tehcir”, sevk ve iskân kaanunu olup diğer bir ifâde ile Birinci Dünya Savaşı sırasında ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kuracağına inanan Ermenilerin vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmaları ve isyanları üzerine çıkarılmıştır. Bu anlamda sevk ve iskân kanun maddeleri, -ki bu maddeler sözde soykırımın aslında hiç olmadığı belgesidir- madde madde okunup anlaşılmalıdır. Türk insanının bunları okuyup anlamaya ihtiyacı vardır ki, zamanı geldiğinde nasıl davranacağını bilebilsin, basîretsiz ve câhil siyasetçiler, olmayan bir soykırımın acılarını anladıklarında tepkilerini gösterebilsin ve nesiller boyunca yetiştireceği evlâtlarına aslında Ermenilerce katledilmiş olan Türklerin acı âkıbetlerini anlatabilsinler.
Türklerin acı âkıbeti derken bugün Avrupa’nın pek çok yerinde millî kahraman olarak heykelleri dikilen Antranik Paşa’nın aslında azılı bir Türk ve Kürt düşmanı olduğunu ve Erzurum’da kadınlar ve çocuklar dâhil üç bin sivili bir gecede kılıçtan geçirdikleirni bilsin! Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni geçmişte soykırımla suçlayan ve târihe tescilli tapulu holokast (holocaust) ile geçen Almanya’nın 1915’te Osmanlı Devleti’nin müttefiki olduğunu ve iskân kanunu için bastırdığını bilsin. Bugünkü siyasetçiler bilmiyorlar, ama Türk genci bilmek zorunda! Ve yine 1915’te olanların tohumlarını atan aslında Düvel-i Muazzama olduğunu ve Ermenilerce kurulan Taşnak ve Hınçak terör yapılanmalarının açık destekçisi olduklarını iyice bilsin. Nitekim 1892’de Cenevre’de ilk parti kurultayında aldıkları kararlar adına soykırım dedikleri tehcîr kararına adım adım nasıl gidildiğini bize çok net göstermektedir: “Ermeni halkı silâhlandırılacak, halk ayaklanmaları çıkartılacak, Osmanlı bürokratları tek tek vurulacak, kamu binaları yakılacak, her yerde kaos ve terör havası estirilecek.” Bu kararlar neticesinde Taşnak daha evvel kurulmuş olan bir diğer Ermeni örgütü Hınçak ile birleşir ve toplam 15 bin Ermeni Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmak için Rus ordusuna katılır ve 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz doğu ve güneydoğu illerinde Türkleri katletmeye başlarlar…
Bugün Türk genci bilmek zorundadır ki Meclis-i Mebûsân’da mebûs olan Pastırmacıyan, 3. Ordudaki Ermeni komutan ve askerlerle birlikte Rus ordusuna katılıp kadın, çocuk demeden pek çok Türk’ü katletmiş, pek çok köyleri yakıp yıkmıştır.
Türk genci, vilayet vilayet çıkan Ermeni isyanlarını bilmek zorundadır. Yalnızca Van’da 217 bin Türk, Ermeni çetelerce katledildi. Akabinde Erzurum, Trabzon, Ordu, Diyarbakır, Erzincan, Muş ve Kars’ta ve yurdun pek çok yerinde Türk katliamı yaşandı. Dilimizde Ermeni mezalimi diye bir tâbir vardır. İşte bu adı geçen pek çok şehirler bağrında binlerce şehîd barındıran gâzi şehirlerimizdir. Bu şehirlerde söz sahibi olanlar kurtuluş günlerinde anma programlarının yanında özellikle gençlerin teşvik edilmesi ile projeler düzenlemeli, bir mezâlimin ardında kalanları bilmelidir. Bunu yapmak için arşivler ve belgeler yığınla beklemektedir.
24 Nisan 1915’te yurt genelinde karışıklık ve terör estiren Ermeni terör örgütleri kapatılmıştır. Elebaşları tutklanmış, doğu illerindeki Ermenilerin savaş alanı dışındaki bölgelere yerleştirilmesi kararı alınmış olup tehcîr esnasında Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanması özellikle vurgulanmıştır. Bu anlamda Tehcîr Kaanunu maddeleri belge niteliğindedir ve de dikkatlice okunup anlaşılmalıdır. Her âileye özellikle kadın ve çocuklara binek hayvanı sağlanması, göç yollarında fırınlar tesis edilmesi ve dinlenme yerleri yapılması, korumalar temin edilmesi ve de göç esnâsında saldırı yapacak olanların kesinlikle “Dîvân-ı Harb’e sevkedileceklerine dâir” uyarı yapılması, tehcîrin sistemli bir soykırım değil bir göç ediş, bir devletin insanların canına kasteden, ihânet eden, zor durumunda onu arkadan vuranlara karşı meş’um bir savaş ortamında kendi insanlarını ve topraklarını koruma politikasından başka bir şey olmadığını gösteriyordu. Nitekim Ermeniler 1915’te vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne isyan ettiler, silâhlanarak düşman ile işbirliği ettiler ve var olan bir devlet içinde kendi devletlerini kurmak istediler! İşte bugün ve yarın Türk çocuğu bilmelidir ki, “Tehcîr” “1915” ve “24 Nisan”, her ne derlerse desinler hiç biri bir “soykırım” değil bir devletin insanlarını korumak için aldığı bir “Nefs-i Müdâfaa” programıdır. Bu nefs-i müdâfaa; milletinin canını, ırzını, nâmusunu, toprağını yâni en mukaddes değerlerini korumak zorunda olan Türk Devleti’nin, almak zorunda olduğu bir karardır.
Türk genci bilmelidir ki, bugün Türk’e “soykırım” kara lekesini çalan Düvel-i Muazzama’nın bugünkü torunları aslında soykırımı bizlerden daha iyi bilirler; Avustralya’da kanlı bir şekilde yok etmek maksadıyla katledilen Avustralya yerlileri, Amerika kıtası’nın keşfinden sonra meşhûr Kristof Kolombus önderliğinde yüz binlerce yerlinin katledilmesi, Fransa’nın daha dün denecek kadar yakın bir zamanda Cezayir’de kestiği kafalar ile fotoğraf çektirecek cür’ette davranması, yine İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın Doğu ve Güneydoğu Asya’da sömürgelerinde aldıkları sayısız canlar ve yaptıkları vahşet, aslında bize asıl soykırımın kimler tarafından yapıldığını fazlasıyla kanıtlar. Türk genci araştırmak, okumak, okuduğunu kendi ülkesinin ve geleceğinin menfaati için doğru olarak, insanlık için iyi olacak şekilde kullanmak zorundadır. Türk genci bugün iç ve dış politikada yaya kalmış basîretsiz siyasetçiler gibi olmamak için, gelecek için donanımlı olmak zorundadır!
Türk genci, Talât Paşa’nın mecbûr kalarak vatanın nefs-i müdâfaası için almış olduğu kararların Ermeni sözde soykırım iddiacılarınca çarpıtılarak: “Talât Paşa Ermenilerin katledilmesini emretmiştir” yalanını ileri sürmekten geri kalmadıklarını bilmek zorundadır. Bugün sahte olduğu ispatlanan 1920 yılında Aram Andonian adlı bir Ermeni’nin Londra’da yayımladığı “Naim Bey’in Anıları- Ermenilerin Tehcîr ve Katliamına İlişkin Resmî Türk Belgeleri” isimli kitabı ve Talât Paşa’ya atfedilen telgraflar, bir sözde soykırım suçlusu yaratmak için ortaya atılmış sahte belgelerdir. Türk çocuğu bilmelidir ki, bugün bu sahte ve yalan belge üretme işlemleri, Ermeni Diaspora’sınca hızla sürdürülmektedir. Çünkü Ermeni gençleri Doğu Anadolu’ya bugün Batı Ermenistan olarak bakmaktadırlar.
Türk genci Talât Paşa’nın kahramanca aldığı kararlar ve vatan mücadelesi yanında Turan şehîdimiz Enver Paşa’yı da, Kafkaslar’da Ermeni’lerle mücadele etmiş, Bakü’yü Ermeni ve Bolşevik çetelerinden kurtarmış, Bakü Fâtihi Nuri Paşa’yı da bilmelidir. Yersiz yurtsuz kalmış pek çok şehîd çocuğuna barınak ve eğitim sağlayan yetimler babası Kazım Karabekir Paşa’yı ve muvaffâkiyetlerini bilmek, ve nasıl zor şartlarda mücadele edildiğini anlamak zorundadır. Nitekim Karabekir Paşa Erzurum’a girdiklerinde Ermeni mezalimi hat safhasına ulaşmış, vaziyet içler acısı bir halde idi:
Türk genci bilmelidir ki, geçmişin Düvel-i Muazzama’sı Ermenileri her türlü kullanmakla kalmamış, târihte anâsırın arasına soktuğu fitnelere bugün de devam etmektedir. Yurt içinde barışçıl nitelikli gibi görünüp aslında kin ve nefret saçan Ermeni faaliyetleri, bugün de devâm etmektedir. Herhangi bir ülkede ülke menfaatinin aleyhine çalışanlar, hele hele yabancı ise yakalanır, cezalandırılır yâhut yaka paça yurt dışı edilir ve bir daha kabûl edilmezler. Türkiye bu konuda ne yazık ki, yaya kalmış, konuyla ilgili vazîfeler de yapılmamaktadır. Millî güvenlik ile ilgili birimlerde Türk genci eli kılıcının kabzasında hazır bekliyor gibi, pür dikkat olmak zorundadır. 2015 yılında Taksim’de açılan bir “Ermeni Âileleri ve Kayıp Manzaralar” adlı resim sergisi, Fransız Diasporası tarafından adım adım tâkip edildi, sergi davetiye kapakçık yazısı onlarca yazıldı, ama benim milli güvenliğimi sağlayacak yekilim bunları neden görmedi ve bunlara müsaade etti acaba?
Türk genci bilmelidir ki, sözde soykırımın bugün pek çok devlet tarafından kabûl görmesinde sâdece câhil politiacıların etkisi değil, bu konuda san’at ve müziğin çok etkili olarak kullanılmış olması da yer almaktadır. Internet ağı ile müzik eşliğinde hazırlanıp paylaşılmış binlerce videoyu seyreden Hristiyan kör dünyası, Türklere lânet üstüne lânet yağdırmıştır. Bir Ermeni pop müzik grubu ülke ülke Avrupa’da turlar düzenleyerek stadyumlarda “Katil Türkler” diye güya şarkı söylemiştir. Konu ile ilgili sinema filmleri de bugün Ermenileri ne kadar mâsum ve mağdur ve de Türkleri cani ötesi yaratıklar olarak göstermekte ve de başarılı olmaktadırlar. Türk genci, atalarının yaşadığı gerçek acıları unutmamalı, geleceğe tedbîrli adımlarla yürümelidir ve de mutlaka meziyet sâhibi olmalıdır. Geçmişin Düvel-i Muazzama’sı bugün de saldırılarına devâm etmektedir. Türk genci, maddi-mânevî donanımlı, meziyetli ve güçlü olmak zorundadır.
Türk genci bugün sözde soykırımı çürüten, buna inanmayan yerli ve yabancı kitapları okumalı, Profesör Justin Maccarthy, Jeremy Salt gibi profesörlerin eserlerini ve konu ile ilgili yerli yabancı eserleri okumalı, anlamalı, ve adı geçen profesörlerin sözde soykırıma karşı düzenledikleri ve her defasında Ermenilerce engellenmeye çalışılan konferanslarını takip etmeli, olan biteni anlamalıdır. Türk dostu Fransız araştırmacı, yazar, akademisyen Maxim Gauin’in ilmî makâlelerini okumalı, özellikle Andonian yalanlarını nasıl çürüttüğünü ve Fransız dostumuzun Ermeni soykırımı olmadığına dâir Fransa’da mahkemelere çıktığını bilmeli, “Ben bir Türk olarak ne yapabilirim?” diye düşünmeli, “Ben bu konuda ne yapabilirim?” diye kafa yormalıdır.
Türk genci unutmamalıdır! Unutmak bir nevi geçmişe ve aslına ihânettir. Hatırlamak, teyakkuzda olmak durumundadır. Bitmemiş bir hesap hâlen açıktır ve işleyip durmaktadır.
Ve bugünün siyasetçilerine kıymetli mütefekir yazarımız Sâmiha Ayverdi’nin sözlerini bir manifesto olarak sunmayı bir boç addediyorum: “Biz Türkler, asırlardan beri dört yanımızdan vuran düşmanlarla sarılı olduğumuzu ve dışardan gelen tesir ve cereyanları târihî ve millî bir süzgeçten geçirmeden kabul etmemek zorunda bulunduğumuzu, hiç değilse bundan sonra düşünmek mecbûriyetindeyiz.”
Ve Türk genci, eğil de kulak ver. Aşagıdaki satırlar yüz küsür yıl önce Ermenilerce katledilmiş Türkler’in Osmanlı ve Rus arşiv belgelerinden sana gelen sesleridir. Onları duyabiliyor musun…?
“Ben, Van vilâyetinin 17 Haziran 1332 tarihli ve 15 numaralı dokümanında yer alan, 16 yaşındaki oğlu gözlerinin önünde gaddarca boğazlandığı için çâresizce saçını başını yolan ve akabinde de acımadan ırzına geçilen Türk anasıyım!”
“Ben, Emenilerce ‘Aram Paşa kebap istiyor’ denilerek karnı hançerle kesilip çocuğu dışarı çıkartılan ve doğmamış yavrusunun kafası kesilerek kama ucuna takılan Türk anasıyım!”
“Ben, zekeri kesilen ve doğranan 15 yaşındaki Türk çocuğuyum!”
“Ben, 15 yaşındaki oğlu gözleri önünde vahşice boğazlandığı için saçlarını yolan ve sonra da ırzına geçilen Türk anasıyım!”
“Bizler, ırzına geçilen yüzlerce Türk kızıyız!”
“Ben, 18 yaşındaki Mehmet’im! Kasapların et doğradığı gibi doğradı beni Ermeniler! “Cevdet Paşa’ya kebap yapacağız” dediler!”
“Bizler, öldürülüp gömülen ve tekrar kabirlerinden çıkartılıp tabutlarına pislik doldurulan maktul Türkleriz!”
“Bizler, Muslim Outlook ile London Times ve diğer İngiliz gazetelerine ulaştırılmak üzere 3 Mart 1918 tarih ve 31 numaralı resmî Rus arşiv dokümanlarında yer alan merhûm Türkleriz.”
“Bizler, General Antranik’in emriyle boyunlarına, kafalarına, kalplerine kurşun sıkılan masum ve mazlum Türkleriz!”
“Bizler, ahşap evlere ve barakalara doldurulup cayır cayır yakılan Türk halkıyız!”
“Bizler, yaşları 11 ve üzeri olan, zorla evlerinden çıkarılıp vahşîce öldürülen Türk erkekleriyiz. Ve bizler; erkekleri vahşîce öldürüldükten sonra kasabaya dönen Ermenilerin vahşetinden kaçamayan Türk kızları, kadınları ve çocuklarıyız!
“Ben, ağlıyorum diye susmam için kafasına kurşun sıkılan, ahşap evdeki bebeğim! Annem elbisesi parçalanmış, göğsü kanlar içinde saçlarını yolarken benim kafamı kestip bir kamaya taktılar! Her yer, duvarlar kan oldu!”
“Ben, herkesle birlikte öldürüldükten sonra kolundan bileziği alınmak için Ermeniler tarafından eli kesilmiş yaşlı bir Türk anasıyım! Tek varlığım, nikâh emanetim olan yüzüğümü de parmaklarımı keserek aldılar!”
“Bizler bunlar olurken kurbanlık koyunlar gibi bekleşen, âdeta katliam sırasının kendisine gelmesini bekleyen, Türk çocukları, kızları, kadınları, erkekleri ve yaşlılarıyız. Arş-ı âlâ’yı inleten çığlıklarımızı duyabiliyor musunuz?”
“Bizler, bu olanlara şâhit olanlar! Ermeniler hepimizi tek şâhit bırakmamacasına vahşice öldürdü! Hattâ Amerikan Konsolosu Bay Stempleton’ın evini dahi yaktılar.”
“Bizler, Kars’tan Hasankale’ye giden yolda hunharca öldürülüp delik deşik, paramparça bedenlerimizle yolları kaplayan Türk insanlarıyız! Kulaklarımız, burunlarımız kesildi! Delik deşik, paramparça edildik!”
“Ben, yürümeme yardım eden Türk çocuğuna tutunarak yürüyen, yaşlı âmâ dede… Atının üzerindeki Ermeni’nin kırbacı ile saatlerce dövüldüm! Yüzüm kan içinde kaldı! Sesimi dahi çıkartamadan orada canımı teslim ettim!”
“Bizler, atının üzerinde kırbacını tepemizde şaklatan Ermeni’nin dörnala giden atının peşinden koşturulan, atın her yaptığını yapması emredilen, ama bir yaşlının yere düşmesi üzerine yüzü kırbaç ile kan revan içinde bırakılan ve ardından tam beş dakika içerisinde öldürülüp her ihtimale karşın ölüp ölmediği kontrol edilen 40 Türk’üz!”
“Bizler, Bayburt kasabasının helâ çukurunda pis suda boğulmuş, sırma sarısı gibi saçları suyun üzerine yayılmış yüzlerce Türk kızı ve kadınıyız!”
Bizler, Türkler ve Ermeniler, iç içe geçmiş kültürlerimizle barış içinde yaşamıştık bir zamanlar. Devlet-i Âliyye’nin güçlü olduğu zamanlardı o demler! Düvel-i Muazzama’nın anâsırın arasına fitne sokup, ortalığı karıştırmasından çok önceleri idi… Bir Hamparsum Limoncuyan, bir Tambûrî Aleksan Ağa, Nikoğos Ağa, Kemânî Tatyos Efendi ve daha nice mûsikîşinâs ve nice san’at erbâbı Ermeni vatandaşımız bizim kendi insanımız gibi, çatımız altında harmanlanarak büyümüşler, kanatlarımız altında yetişmişlerdi. Meselâ Nikoğos Ağa, Hristiyan olmasına rağmen Mevlevihânelere giderek âyin okurdu. Türk genci bunları da bilmek zorundadır.
Târih, toplumların hâfızasıdır, hâfızanı yitirmeyesin Türk genci! Geçmişine, geleceğine hayâsızca saldıran topyeküne karşı bilgili, akıllı, donanımlı ol ki geleceğine sahip çıkabilesin.
Bugün sözde soykırım tellâllarına ve onlara münâsip cevap veremeyen bîçâre siyâsîlere rağmen, bir Türk kalemi olarak Şehid Talât ve Enver Paşa’larımızı, Kâzım Karabekir Paşa’mızı ve Nuri Paşa’mızı ve Ermenilerce katledilen bütün kardeşlerimizi rahmet ve minnet ile yâd ediyorum…
Tanrı Türk’ü korusun!
Nisan 2018
Singapore
Kaynaklar
- Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 2006, Babıali Kültür Yayıncılığı.
- Türkiye’nin ErmeniMeselesi, Sâmiha Ayverdi, 2014, Kubbealtı Neşriyat.
- 1915 Olaylarını Anlamak: Türkler ve Ermeniler, Mustafa Serdar Palabıyık, 2015, Beta.
- Understanding the Turkish-Armenian Controversy Over 1915, Serdar Palabıyık, 2015, Beta.
- Dört Lisanda Ermeni Terörü, Mehmet Ali Birand, 1983, Kartpostal Yayınları.
- Ermeni Meselemiz: https://www.facebook.com/TurkiyeninErmeniMeselesi/
Arşiv Belgelerinden örnekler: Türkiye’nin Ermeni Meselesi, Sâmiha Ayverdi, 2014, Kubbealtı Neşriyat.