Sudan’da hükümetin yakıt ve ekmek fiyatlarına zam kararı almasıyla 2018 Aralık ayından bu yana devam eden gösterilerin ardından ordunun yaptığı darbe sonrasında Devlet Başkanı Ömer el Beşir’in cezaevine gönderildi. Sudan’da ordunun yönetime el koymasının ardından oluşturulan Askeri Geçiş Konseyi, iktidardaki Ulusal Kongre Partisi’nin üyelerini gözaltına aldı. Ulusal Kongre Partisi ise Askeri Geçiş Konseyi’ne gözaltına alınan parti üyelerinin derhal serbest bırakılması çağrısı yaptı. Halk ise demokratik bir geçişin sağlanmasından yana bir tavır almıştı.
*****
Dr. Volkan İPEK[i]
Sudan’daki Darbeyi Nasıl Değerlendirmek Gerekiyor?
19 Nisan’daki darbe aslında geliyorum diyordu. Sadece Sudan için değil tabii, uzun dönemli cumhurbaşkanları, devlet başkanları, başkanları tarafından yönetilen tüm Afrika ülkeleri için. Arap Baharı’nın etkisiz verimsiz olduğundan söz ediliyor birçok yerde. Kuzey Afrika’da veya Ortadoğu’da pek çok soruna yol açmış olabilir Arap Baharı. Ya da istenen hedeflenen beklenen demokratik ve ekonomik ortamı da yaratmamış olabilir ama Sahraaltı Afrika’da Kuzey Afrika’dakinden ve Orta Doğu’dakinden çok daha fazla etkili oldu. Sahraaltı Afrika’da 15 yıldan uzun süredir görev yapan liderler var. Uganda’da Yaweri Museweni, Angola’da Jose Eduardo dos Santos, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Joseph Kabila, Gambiya’da Yahya Jammeh, Zimbebve’de Robert Mugabe bunlardan bazılarıydı. Darbeyle ya da demokratik yollarla olsun, tüm bu liderler artık yok. Yerlerine yeni ve daha da önemlisi genç isimler geçti. Arap Baharı’nı Sahraaltı Afrika halkları bana göre Kuzey Afrika veya Orta Doğu halklarından daha iyi anladı. Hemen tepki koymaya başladılar bu uzun dönemli liderlere. Başarılı da oluyorlar. Kuzey Afrika’daki ya da Orta Doğu’daki gibi liderlerini belki doğrudan değiştiremiyorlar, ancak yerel orduyu ve uluslararası toplumu yeni bir başkanlık için çok iyi yönetiyorlar. Sudan’daki darbe de bu çerçevede önemli. Geçtiğimiz yılın Aralık ayından beri halk gıda fiyatlarındaki ani yükseliş nedeniyle Beşir hükümetini protesto ediyordu. Sudan’da en son böyle bir devrim 1964 yılında Ekim Devrimi’yle olmuştu, ondan daha da sonra 1969’de Mayıs Devrimi geldi. Bu iki devrimde de halk orduyu harekete geçirip 1964’te General Ibrahim Abboud’u, 1969’da da Sadık Al Mahdi’yi görevden aldı. El Beşir de ikinci kere Cumhurbaşkanı olan Al Mahdi’yi devirmişti 1989 yılında. Şimdi kendisi devrildi. El Beşir’den görevi devralan Abdel Fattah al Burhan Abdelrahman iki yıldan az bir sürede sivil yönetime geçeceğinin sözünü verdi ve El Beşir’i hapishaneye gönderdi. Darbenin oluşumunda büyük pay sahibi olan Aralık ayından beri devam eden gösterilerin düzenleyicisi konumundaki Sudan Profesyoneller Derneği Abdelrahman’ın sözüne güvendiklerini ve ülkenin bir an önce yeniden sivil yönetime geçmesi gerektiğini duyurdu.
El Beşir Neden Devrildi?
Üç tane ana nedeni var. Birincisi güçle ilgili. El Beşir Cumhurbaşkanı olur olmaz hemen kendini Başbakan, Devrimci Konsey Başkanı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ilan etti. 1991 yılında şeriatı getirdi Sudan’a. Sudan’da kendi çapında belli bir yere gelmeyi başarmış demokrasinin önemli aktörleri siyasi partileri kapattı. Sahraaltı Afrika ülkeleri 1950-1990 yılları arasında demokrasisizlik içinde kıvranırken Sudan’da 1953, 1958, 1965, 1968 ve 1986 seçimleri düzenlendi ve hepsinde de koalisyon hükümeti kuruldu. Siyasi partiler böyle bir başarıya imza attılar. El Beşir işte bu siyasi partileri kapattı. Yetmedi, 1993 yılında bu sefer de yasama ve yürütme organlarının başına geçti. Siyasi rejimi değiştirdi, başkanlık sistemini getirdi, kendini başkan ilan etti. 1996 yılında tekrar başkan seçilen El Beşir 1998 yılında yeni bir anayasaya hazırlayarak İkinci Meclisi kurdu ancak 1999 yılında İkinci Meclisin Başkanı ve Sözcüsü olan Hassan al Turabi’yle bir liderlik rekabetine girerek kendisini devirdi. O dönemde sadece Meclis Başkanı olan Turabi’yi devirmek için Ömer el Beşir ordundaki tankların yüzde 35’ini kullandı. 2000 yılında beşer yıllık iki dönem için yenden seçilen El Beşir, 2010 yılında yüzde 68’lik oyla, 2015 yılındaki seçimlerde de yüzde 94’lük oyla yeniden başkan seçildi.
Darbenin ikinci nedeni Sudan’ın bağımsızlığından beri süregelen, eski Cumhurbaşkanlarından Cafer Nimeyri döneminde yoğunlaşan ve El Beşir döneminde hızlanan Araplaştırma politikalarına Sudan’ın ortasındaki Kordofan ve batı bölgesindeki Darfur halklarının karlı çıkması. Arap Baharı da işte bu noktada devreye giriyor. Kuzeyde yaşayan Sudanlıların da desteğini alan bu halklar hükümet üzerinde büyük baskı unsuru oluşturmayı başardılar. Güney Sudan zaten 2011’de bağımsız oldu, oradan da el Beşir’e büyük tepki vardı. Darfur konusu da görülen o ki artık patlama noktasına ulaştı. Çoğunlukla çiftçilerin yaşadığı Darfur bölgesine 2003 yılından itibaren Araplaştırma politikası uygulamak isteyen El Beşir bu bölgede kendisine karşı Sudan Kurtuluş Hareketi kurulunca bölgedeki halkların üzerine Janjawid adını verdiği silahlı milisleri göndermeye başlamıştı. Janjawidlerle Sudan Kurtuluş Hareketi arasında 2003’ten beri süregelen çatışmalarda resmi rakamlara göre 278.000 kişi ölmüş, 3 milyon kişi de yerlerinden edilmişti. Sudan devletine göre bu sayı 278.000 yerine 15.000 olarak gösterildi gerçi ama tabii o ayrı bir hikâye. 2004 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Sudan devletini Janjawid’i silahsızlandırma konusunda uyarmışsa da el Beşir bunu dinlemedi. 2005 yılında Sudan’ın üye olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınan Darfur sorununda Başsavcı Luis Moreno Ocampa Janjawid’in lideri Ahmad Muhammad Harun ve Savunma Bakanı Yardımcısı Ali Kusayb’ın tutuklanması yönünde karar verdi, ancak El Beşir bu kararı da hiçe saydı. 2008 yılında El Beşir’i 3 soykırım, 5 insanlık karşıtı ve 2 cinayet suçla yargılamaya başlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi 2009 yılında ise tutuklama kararı çıkardı. El Beşir 2005 yılında Birleşmiş Milletler Darfur Barış Gücü’nün (UNAMID) Sudan’a girmesiyle ilgili “Darfur için UNAMID’e ayıracağımız bütçe oradaki çatışmalar için ayıracağımız silahlanma bütçesinden daha fazla” demiş biri. Kendisi hakkında tutuklama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi kararı için “o kararı yazdığınız mürekkebe bile yazık” yorumunda bulunan El Beşir sonrasında ise Darfur’a yardım gönderen 13 uluslararası ve 3 yerel kurumu Sudan’dan çıkardı. O dönemde ilginç olan ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerinden Rusya’nın ve Çin’in, Afrika Birliği’nin ve Arap Birliği’nin El Beşir’in yanında yer alması oldu. Bunlardan örneğin Arap Birliği 2009 yılında “Sudan’la dayanışma içindeyiz” açıklaması yaptı, El Beşir Güney Afrika Cumhuriyeti’nden ayrılırken Güney Afrika Anayasa Mahkemesi kendisinin tutuklanması emrini vermesine rağmen dönemin Cumhurbaşkanı Jacob Zuma tarafından kırmızı halıda uğurlanmıştı.
Üçüncü neden de Sudan’ın fazlasıyla agresif dış politikası ve uluslararası kamuoyunun El Beşir’den bu nedenle çok rahatsız olmasıydı. Güney Sudan’la Abyei bölgesi için sınır çatışmalarını arttırmıştı Sudan, ve bunun yanında Mısır’la ilişkiler de Rönsansan Barajı nedeniyle hiç iyi değildi. Üstelik el Beşir Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in Doğu Afrika’da entegrasyon fikrine de hiç sıcak bakmıyordu. Bunun yanında bir de Amerika Birleşik Devletleri tarafından kara listedeydi. Eski Dışişleri Bakanı John Kerry Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’ndaki bir toplantıya El Beşir var diye katılmamıştı. El Beşir Türkiye için de bir dönem sorun oldu. 2010 yılında Türkiye’ye yapacağı resmi ziyaret çok tartışıldı. Türkiye özellikle Avrupa Birliği’nden El Beşir’i çağırmayın çağrıları aldı. Kısacası el Beşir kendisinden stratejik çıkarlar bekleyen Çin, Rusya, Arap Birliği gibi ülkeler ve kurumlar dışından çok itici geliyordu. Bunun halk üzerinde bir tepkisi olması kaçınılmazdı.
Darfur Sorunu El Beşir Tarafından Nasıl Yönetildi?
Aslında Darfur Sorunu el Beşir tarafından yönetilmedi bile… Darfur ve Kordofan Sudan devletinin çok eskilerden beri uygulamaya çalıştığı Araplaştırmanın uzantıları. Güney Sudan’a ve Darfur bölgesine uygulanmak istenen Araplaştırmanın temelinde ise Avrupalıların ve Orta Doğulu aydınların 19.yüzyıldan itibaren Sudan kelimesine yükledikleri “kara derili adam” anlamı yatıyor aslında. 19.yüzyılda aslında Sudan kelimesi sadece bugünkü Sudan’ı değil Senegal’den Etiyopya’ya kadar olan tüm bölgeyi kapsıyordu. O bölge halkları zamanla kendi adlarıyla anılmaya başladıkça daralan bölge bir noktadan sonra sadece şimdiki Sudan’ı temsil eder oldu. Sudan devleti ise çoğunlukla kölelikle özdeşleştirilen “kara derili adam” ifadesinden kurtulmak için yeni bir arayışa girdi ve Müslüman da olmalarının etkisiyle kendine bir Arap kimliği edinmek istedi. Buna göre, Sudan Cumhuriyeti topraklarının her noktası Arap olarak anılacaktı. Darfur’un yer aldığı Batı Sudan ve Kordofan’ın içinde bulunduğu Orta Sudan’la birlikte Güney Sudan bu dayatmaya karşı çıktığı için Sudan devletiyle sorunlar yaşandı. İlginç olan ise diğer Arap devletlerinin Sudan’daki Araplığı asla tam olarak kabul etmemeleriydi. 1965-1975 yılları arasında örneğin Sudan Arap ülkeler tarafından mongrel (melez) olarak anılırdı. Uluslararası Ceza Mahkemesi bu Araplaştırma nedeniyle devreye girdi.
Nisan 2019 Darbesinden Sonra Sudan’da ve Bölgede Nasıl Değişiklikler Beklemeliyiz?
Sudan’daki Nisan 2019 darbesi Arap Baharı sonrasında demokratikleşme adına daha fazla bilinçlenmeye sahip halkların yöneticiler üzerindeki son etkisi. Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerindeki gibi yöneticileri doğrudan değiştirmese de en azından orduyu harekete geçirip yönetimlere son veren bir yapı var Sahraaltı Afrika’da ya da Sudan gibi Sahra Afrika’da bulunan ülkelerde. Şu bir gerçek ki Afrika halklarının tamamı artık uzun süredir yönetimde olan, yaşlı, hasta Cumhurbaşkanı ya da Başkan istemiyorlar. Arap Baharı’nın Kuzey Afrika’daki ya da Orta Doğu’daki etkilerinin verimliliği tartışılırken Sahraaltı Afrika’daki ve Sudan özelinde Sahra Afrika’sındaki etkileri tartışılmaz.
Sudan darbesinden genele gidersek, dünyada en çok darbe Afrika kıtasında görülmüş. 1946 ve 2018 yılları arasında kıtada gerçekleşen toplam 314 darbe girişiminin 90 tanesi başarılı olmuş, 128 tanesi sadece girişim olarak kalmış ve başarısız olmuş, 37 tanesi devlet başkanına komplo olarak gerçekleşmiş, 52 tanesi de darbe girişimi olduğu konusunda tartışmalı sayılmış. Afrika darbelerin de içinde bulunduğu hukukun üstünlüğünün olmaması, sivil toplumun zayıf kalması, insan haklarının ihlali, iç savaşların yoğunluğu, yüksek orandaki yoksulluk ve açlık gibi nedenlerle 1956-2005 yılları arasında kara kıta olarak anılıyordu. Afrika 2005-2011 yılları arasında özellikle gösterdiği ekonomik büyüme nedeniyle umut veren kıta olarak anılmaya başlasa da 2011 yılındaki Arap Baharı sonrasında tekrar ortaya çıkan askeri darbeler yüzünden bu umut vericiliğine ciddi yaralar aldı. Bu yaralar ne var ki dönemsel bir farklılık gösteriyor. 1956-2005 yılları arasında Afrika’da gücü elinde tutan askerler makroekonomiyi kötü yönetti, üstelik pek çok ülkede sivil halka büyük acılar çektirdi. Uganda’da İdi Amin, Nijerya’da Murtala Mohammed, Zimbabve’de Robert Mugabe bu noktalardaki önemli örnekler. Arap Baharı sonrası ortaya çıkan darbelerde ise ekonominin ve insan haklarının kötü yönetilmesinden çok bürokrasinin çöküşü gündemde. Bürokrasinin çöküşü aslında sadece darbelerden sonra değil demokratik seçimler sonucu da ortaya çıkan bir sorun. Mısır’daki Sisi darbesinin ve Zimbabve’deki Mnangagwa darbesinin yanında Tunus’taki seçimlerle göreve gelen El Beci Essebsi, Gambiya’daki seçimlerle göreve gelen Adama Barrow, Angola’daki seçimlerle göreve gelen Joao Lorenço ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde göreve gelen Felix Tshesedeki kendilerinden önceki liderlerin gücü kaybetmesiyle oldukça zayıf bir bürokrasi teslim aldılar. Konuya darbeler yönünden bakılırsa, uzun dönemli başkanlıkları deviren askerler her ne kadar sivil yönetime en kısa zamanda geçeceklerinin sözünü vermişlerse de bu sözlerini ya tutmadılar ya da geciktirdiler. Bu da darbeyle çöken bürokrasilerin toparlayamamasına neden oldu.
Sudan’daki Nisan 2019 darbesi ülkeyi ve bölgeyi tamamen değiştirebilecek güçte. Yapılması gereken ilk şey El Beşir’in tekeline giren Sudan bürokrasisinin bu iki yıl boyunca asker tarafından mümkün olduğunca korunması ve daha sonrasında sivil bir yönetimle ve sivil bir yeni anayasayla yeniden oluşturulması. Tekrar etmek gerekirse, El Beşir’le özdeşleşen Sudan bürokrasisin çökmesini engellemek askerlerin, bu bürokrasiyi yenilemek de sivillerin ilk işi olmalı. Aksi takdirde Sudan da köhnemiş El Beşir başkanlığına karşı umut verici gibi görülen bu askeri darbeden istediği verimi alamayacak. Bunun yanında Güney Sudan Cumhuriyeti’nin de bu değişimden olumlu etkileneceği kesin. Ancak yine tekrar etmekte yarar var. Sivil yönetim bir an önce kurulmalı.
—————————————–
Kaynak:
http://turksam.org/sudanda-neler-oluyor
———————-
[i] DR. ÖĞRETİM ÜYESİ VOLKAN İPEK HAKKINDA
İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Daha sonra İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde bütünleşik doktoraya başladı. Tez çalışmasında Fas Krallığı’nın 1987 Avrupa Ekonomi Topluluğu’na yaptığı üyelik başvurusunu Faslı kimliğinin Avrupalılığı açısından inceledi. Bunun yanında postkolonyal dönem Afrika ekonomisi, Türkiye Afrika ilişkileri ve Batı Afrika’da iç savaşlar konularıyla da ilgilendi. Fas, Fildişi Sahili, Mali, Gambiya ve Ruanda’da çeşitli akademik-profesyonel görevlerde yer aldı. Afrika ile ilgili yazdığı makaleler arasında “Türkiye’nin Saharaaltı Afrika dış politikası: Bir post uluslararasıcılık yaklaşımı” ve “Değişen Kenya’da Türkiye modeli” yer almaktadır. “Mali’deki Tuareg Krizi”, “Batı Afrika’da kayıtdışı ekonomi”, ”Afrika terörizmi” üzerine konferanslar vermiş, 2010 FIFA Güney Afrika, 2014 FIFA Brezilya ve 2018 Rusya Dünya Kupası organizasyon ekibinde rol almıştır. Afrika üzerine çalışmalarını Yeditepe Üniversitesi’nde Afrika’da Toplum ve Siyaset dersi vererek devam ettirmektedir.