Sultan I. Kılıç Arslan’ın Nehirde Boğularak Gelen Hazin Şahadeti

Sultan I. Kılıç Arslan’ın nehirde boğularak gelen hazin şahadeti

(Sultan I. Kılıç Aslan, 600.000 kişilik Haçlı ordusunun 500.000 kişisini Anadolu yaylalarına gömen Sultan)

Ali Alper ÇETİN

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\1Sultan 1. Kılıc Arslan.jpg

Malazgirt’den sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şâh, Türklerin ikinci Anayurdu olmak üzere Anadolu’yu fethediyor.  Anadolu’nun fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şâh Selçuklu Türk devletinin ikinci Sultanıydı ve Gazi Sultan I. Süleyman-Şâh diye de anılırdı. (Osmanoğulları’nın dedesi olan Süleyman Şah ile karıştırılır. O, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin dedesi olan II. Süleyman Şah’tır.)

 

 
2Kutalmısoglu Suleyman Sah Tarsus

Kutalmışoğlu Süleyman Şâh, 1077 yılında Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devletinin kurulduğunu ve başkentinin İznik olduğunu açıklamıştı. Antakya ise bu sırada yaklaşık yüz yıldan beri Bizans işgalinde. Kutalmışoğlu Antakya’yı fethetmek arzusuyla ordusunun başında 1084 yılında İznik’ten (Nikiye) süratle yola çıkar. Mersin’den İskenderun’a kadar tüm Çukurova’yı da fethederek;

 

Antakya kapılarına dayanır. Mencekoğlu gelip Süleyman Şâh’ın ordusuna katılır.  (Mencekoğlu, bir Türkmen beyi imiş.) 17 Aralık 1084 yılında Antakya Bizanslılardan alınır. Kusyan (Kawasayana denilen büyük kilise)’da 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra Cuma namazı eda ederler. Böylece Antakya, Türkler tarafından yeniden fethedilmiş oldu.

 

Şahadeti öncesi Halep şehrini iki defa muhasara ettiyse de (30 Temmuz 1085 ve Mayıs 1086) bir türlü alamamıştı. Emir Tutuş’un üzerine geldiğini öğrenen Anadolu fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şâh muhasarıyı kaldırdı. Selçuklu Türkiye Devletine Suriye’yi de katmak istiyordu. Fakat Tutuş’un karşısında Süleyman Şâh ordusu bozguna uğradı.(5 Haziran 1086).

 

Anadolu fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şâh bunu gururuna yediremedi. Bizans tarihçisi Prenses Anna Komnena intihar ettiğini yazmış. Kuvvetli ise rivayet vuruşurken öldüğüdür. Ancak Kutalmışoğlu I. Süleyman Şâhımızın Suriye sınırında at üstünde Fırat nehrini geçerken boğularak öldüğü de söylenmektir. ( 5 Haziran 1086)

 

  

Sultan I. Kılıç-Arslan ( I.Süleyman Şâh’ın oğlu)

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\3Sultan I. Kılıç Arslan-1.jpg

Süleyman Şâh öldüğü zaman oğulları çocuk yaşta idi. Süleyman Şâh’ı çok seven Büyük Türk Hâkanı Melik Şâh, bu çocukları yetiştirmek, tahsil ve terbiyelerine bizzat nezaret etmek üzere yanına aldı ve Büyük Türk Hâkanlığı’nın (Büyük Selçuklu) taht şehri olan İsfahân Sarayında daire tahsis etti. Burada I. Kılıç Arslan tam bir Türk-İslâm terbiyesi ile yetişti. Bu suretle Süleyman Şâh’ın ölümünden (5 Haziran 1086), Melik Şâh’ın ölümüne kadar (20 Kasım 1092), Büyük Selçuklu Devleti, 6 yıl, 5 ay, 15 gün Süleyman-Şâh’ın kardeşi Melik Dâvûd’un idaresinde kaldı. Gerçek hükümdar olan I.Kılıç Arslan, Anadolu’da (Türkiye’de) değil İsfahân Sarayı’nda idi.

 

İsfahân Sarayı’nda fevkalâde itina ile yetişen Sultan Süleyman Şâh’ın büyük oğlu Kılıç Arslan, Melik Şâh’ın ölümü üzerine Sultan Berkyaruk’tan müsaade aldı ve kardeşi ile beraber İznik’e geldi. Kılıç Arslan Selçuklu hükümdarı olarak genç yaşta tahta çıktı. (1092)

 

Melik Dâvûd’un yaşının küçük olması dolayısıyla Devletin idaresi, Süleyman Şâh’ın Başkumandanı olan Ebulkasım Bey’in elindeydi ve nihayet sıfatını taşıyarak bu emir, gerçekten hükümdarlık yapıyordu. Gemlik Körfezinde bir donanma yaptırarak Marmara’ya hâkim olmak ve Bizans’ı can evinden vurmak istediyse de, Türklerin deniz hâkimiyetinin Bizans için hazırladığı âkibeti çok iyi takip eden İmparator Alexsius, bu donanmayı yaktırdı.

 

Bu suretle Çaka Bey’in birkaç yıl sonra çok çok daha geniş ölçüde girişeceği deniz hâkimiyeti teşebbüsü sonuçsuz kaldı. Ebulkasım Bey, İmparatorun davetiyle Bizans’a gitti ve hükümdarlara mahsus şekilde fevkalâde ağırlandı, hoşça vakit geçirip eğlenmesine özen gösterildi. Fakat o İstanbul’da iken Bizanslılar hileyle İzmit’i ele geçirdiler.

 

Ebulkasım Bey, bütün saltanat naipleri (hükümdarla yönetilen bir ülkede, tahtta hükümdar olmadığı zamanlarda ya da hükümdarın çocukluğu sırasında onun adına devleti yöneten kimse.) gibi hükümdarlığa hevesliydi. Hatta Melik Şâh’tan kendisine Türkiye Hükümdarlığı fermanını yollamasını rica edecek derecede işi ileri götürdü. Bu duruma çok kızan Büyük Hâkan kendisini acele İsfahân’a çağırdı. Başının tehlikede olduğunu anlayan Türk beyi İsfahân’a gittiyse de, günlerce sarayda bekletilip istiskal (kovsuma) edildi ve Büyük Hâkan’ın huzuruna kabul edilmedi. Bununla yetinmeyen ve Türkiye’de saltanat hırsıyla kardeşkanı döküleceğini anlayan Sultan Melik Şâh; Bozan Bey’e, Anadolu’ya döner dönmez Ebulkasım Bey’in kirişle boğulmasını emretti. 1092 yılı başında Ebulkasım Bey Anadolu’ya gelir gelmez Bozan Bey tarafından Büyük Hâkanın iradesini yerine getirdi. Ebulkasım Bey’in yerine kardeşi Ebulgazi Bey, Türkiye Saltanat nâibi sıfatıyla İznik’te oturmak emrini aldı.

Sultan Melik Şâh, Bizans’a karşı güttüğü siyaset bakımından da Ebulkasım Bey’i beğenmiyordu. Bu sıralarda Bizans; Çin ile münasebet halinde olup, doğrudan Büyük Türk Hâkanlığı’nı vurması için Çin’i teşvik ediyordu.

 

Bu sıralarda I. Sultan Kılıç Arslan halkın coşkun gösterileri arasında İran’dan İznik’e geldi ve babasının tahtına oturdu.

 

Çaka Bey Ege Denizi’nde Türk Hâkimiyeti Kuruyor

 

Bu yıllarda Süleyman Şâh’ın 1081 den beri İzmir valisi olan Oğuzların Çavuldur boyunda Çaka (veya: Çakan) Bey (evvelce Malatya yöresinin fethinde hizmet etmişti) büyük bir faaliyet göstererek siyasette ön plana çıktı. Çaka Bey (Çakan) İstanbul’da İmparator Nikeforos Botanieates Sarayında tahsil görmüş ve Bizans rütbelerini kazanmıştı. Alexius Komnenos’un tahta geçmesi üzerine Anadolu’ya kaçtı. İstanbul’u zapt etmeyi ve Bizans İmparatoru olmayı düşünüyordu; nitekim “Basileus” unvanını takınmıştı (Râsonyi, 183). İzmir’de 40 gemi yaptırıp, güçlü bir donanma meydana getirdi. Foça’yı, Sakız, Midilli, Rodos ve Sisam gibi Ege’deki Asya Adalarını fethetti. Bu, çok büyük bir muvaffakıyet ve önemli bir adımdı. Ege ve Marmara da Bizans donanmasından üstün bir düşman donanmasının mevcudiyeti, Bizans’ın sonu demekti. İmparator Alexius’un bütün gayretine rağmen Asya Adalarını Türklerden geri alamadı. Amiral Niketas Kastamonites’in kumandasındaki Bizans donanması, Türk donanması tarafından feci bir mağlubiyete uğratıldı. Bu kere Amiral Konstantinus Dalassenus idaresinde bir donanma yollandı. Bu donanmada, ta Belçika dan gelen yardımcı Flandr birlikleri bile vardı. Zorlukla bu kuvvetler Sakız adasını Türklerden aldı, fakat Midilli’yi alamadı.

 

Gelibolu yarımadasını alıp Çanakkale Boğazını tutmak ve Bizans’ı boğmak üzere olan Çaka Bey; Bizans hizmetindeki gayrî Müslim Türk kuvvetlerine de casuslar yolluyor ve bu birlikleri Bizans’tan ayırmaya çalışıyordu. Diğer taraftan Çaka Bey, Balkanlardaki gayrî Müslim Oğuz boylarından Peçenekler’le sıkı müzakere halindeydi. Peçenekler, 1087’de Silistre civarında İmparator Alexius’u feci şekilde bozguna uğratmışlar ve 1090 yılı sonlarında Çekmece’ye kadar gelmişlerdi. Avgustus’un halefi Alexius,  bin yıllık Roma İmparatorluğun can çekişme hâlinde bulunduğunu anladı ve Haçlılar’ın bir an evvel harekete geçmesi için Avrupa’ya imdat taleplerini artırdı. Avrupa, Bizans seddi yıkıldıktan sonra Türkler’i hiçbir kuvvetin durduramayacağını anlamıştı. Bizans’ın en büyük Avrupa ve Hıristiyan devleti olduğunu şüpheden âzâde bir keyfiyetti.

 

Bu sıralarda İmparator Alexius’un siyasi dehâsı Bizans’ı kurtardı. Balkanlar’a yeni inen Kuman Türkleri ile anlaşıp onlara Balkanlar’da büyük ülkeler vermek bahanesiyle ittifak yaptı. Müşterek Bizans- Kuman ordusu 29 Nisan 1091 de Meriç nehrinin sâhilinde Umurbey’de eski Lebinium mevkiînde, Peçenekleri yok etti. 40.000 Türk Kuman atlısı, kardeş Peçenekler’i doğradı. Bu suretle Bizans bir kere daha kurtuldu ve Çaka Beyin çökmesinden sonra da Batı Anadolu’yu geri alarak; Türklerin daha iki asra yakın bu topraklar için yüz binlerce şehit vermesine yol açtı. Peçenekler’le zamanında işbirliği yapamayan Çaka Bey; Hükümdarlık ve hatta açıkça ileri sürdüğü üzere Bizans imparatorluğu peşinde olduğu için 1097 de dâmâdı olan Sultan I. Kılıç Arslan tarafından öldürtüldü.

 

Haçlı Seferleri Başlıyor

1071 Malazgirt seferinden 10 sene sonra Türkler, Marmara’ya eriştiler. İznik’i başkent yapan Anadolu Selçuklu (Türkiye) Devleti kuruldu. Bu Devlet, Büyük Türk Hâkanlığı’na (Büyük Selçuklu Devletine) bağlı idi. Türk zaferleri ve yengileri baş döndürücü idi. Gerçi Araplar’da yüzyıllarca evvel Boğaziçi’ne gelmişler, İstanbul’u muhasara etmişlerdi. Fakat bu teşebbüsler geçici bir akın mahiyetinden ileri gidememişti. Türkler; Anadolu da yurt kurmak azminde idiler. Yüz binlerce Oğuz doğudan devamlı dalgalar hâlinde gelip Anadolu’ya yerleşiyor, köyler ve kasabalar kuruyor, eski şehirler ise Türk nüfusunun yerden bitercesine çoğaldığı, yerli halkı azınlıkta bıraktığı görülüyordu.

 

Türkiye Devletinin kuruluşu dünyanın en müteşebbis ve enerjik milletinin Anadolu’da yurt kurması; Avrupa’yı dehşet içinde bıraktı. Avrupa’nın en büyük devleti olan Bizans’ın ise Türklerin eline geçmesinin bir zaman meselesi olduğunda tereddüt kalmadı.  Bizans’ın düşmesiyle Türkler Avrupa’nın hâkimi olacaklar ve hiçbir kuvvet onları durduramayacaktı. Ne pahasına olursa olsun; Türkler’in Rumeli’ne geçmelerini önlemek, mümkünse onları Anadolu, Suriye ve Filistin’den atmak, Akdeniz’den uzaklaştırmak lazımdı. Böyle bir harekete ise hiçbir Avrupa devleti tek başına girişemezdi. Bütün Avrupa birleştiği takdirde ümit vardı.

 

İşte Haçlı Seferlerinin en mühim sebebi bu Türk meselesidir. Türkiye’nin kuruluşunu önlemek, Türkiye’nin bir Avrupa devleti haline gelmesine mani olmak davasıdır. Şimdi bütün İslâm âleminin savunulması gibi çok ağır bir tarihî yük, Türkler’in omuzlarına yükleniyordu.

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\4Haclı Seferleri.jpg

Haçlı Seferleri’nin ikinci sebebi iktisadîdir. Avrupa XI. Asırda fakir ve büyük bir yoksulluk içindeydi. Hükümdar sarayları bile çıplak taş yığınından ibaretti. Altın, değerli taşlar ve madenler tamamen Türkler’in ve başka Doğu kavimlerinin elinde birikmişti. Dünyanın bütün zenginliği Asya’da toplanmıştı. İspanya’da Murâbıtlar, Anadolu’da Türkler, Avrupa’nın iki yakasını tutmuşlardı. Dünya ticaret yolları mutlak surette Müslümanlar’ın elinde idi.  Doğu Avrupa’nın Türk kavimleri, bu taraftan da geniş dış ülkelerini Avrupa’ya kapalı tutuyorlardı. Avrupa en iptidaî maddeler için bile Doğu’ya muhtaç bulunuyordu. Bu maddeleri altınla satın almaya mecburdu. Altın ise, artık Avrupa piyasasında görülmez bir metâ haline gelmişti ve tükenmek üzereydi. Üç asırdan beri Avrupa da bir tek altın sikke kesilmemişti.

 

Avrupa’da (milyonluk İstanbul’un dışında) nüfusu yüz bini bulan hiçbir Hıristiyan şehri yoktu. Nüfusu 20.000 i geçen şehir sayısı ise 20 den ibaretti. Doğu da ise (milyonluk birkaç şehir dışında) her ülkeden birkaç tane yüz bin nüfuslu şehir vardı. Şehir ekonomisinin teşekkül edemediği ve burjuvanın doğamadığı Avrupa’da, orta sınıf yoktu; esir – fakir köylü ile zadeğân (aristokrat) diye başlıca iki iktisadî sınıf vardı. Ziraat iptidaî idi. Ziraat aletleri tahtadandı. Sulama sistemi yoktu.  Fransa, Almanya, Venedik gibi büyük sayılan Avrupa devletlerinin yıllık geliri en mütevazi bir Türk beyliğinin gelirinden azdı. Avrupa’da ancak 7 Devletin nüfusu 1 milyonu geçiyordu: Almanya, Fransa, İngiltere, Macaristan, Lehistan, Sicilya ve Bizans. Bunlardan hiç birinin nüfusu 10 milyona yaklaşmıyordu. Türk İmparatorluğu’nda ise 100; Çin’de en az 60 milyon insan yaşıyordu.

 

  1. Haçlı Seferi ve Sultan Kılıç Arslan

Papa’nın teşviki ile Kudüs’ü Müslümanlar’dan alıp Cennet’e kavuşmak ve zengin Doğu ülkelerini yağmalamak üzere mutaassıp ve cahil Hıristiyan kitleleri, Avrupa’da gittikçe huzursuzluğu arttırıyordu. Yalnız Pierre I’Ermite adında yoksul bir Fransız keşişi etrafına 50.000 Fransız toplanmıştı. Her türlü dünya nimetinden uzak yaşayan ve bu nimetlere erişmek için de hiçbir ümitleri olmayan bu sürü, Kudüs’e gitmek hülyasıyla Fransa’dan ayrıldı. Almanya’ya gelince kendilerine 50.000 de Alman serserisi katıldı. Macaristan’da ve Balkanlar’da daha da büyüyen sefiller ordusu karşısında irkilen zengin Bizans, bunları acele Yalova’da Anadolu toprağına çıkardı yani Türkiye’ye soktu. Bu sürü yollarda, Müslüman ve Hıristiyan farkı gözetmeksizin önlerine çıkanı boğazlayıp soyuyordu. Büyük fakat hiçbir disiplin ve kumanda altında bulunmayan kafile, Anadolu Selçuklu Devleti, Türkiye’nin başkenti İznik’i almak sevdasıyla bu şehre yaklaştı fakat şehir yakınlarında 1096 Eylülünde Sultan Kılıç Arslan tarafından yolları kesildi. Türkler tarafından tamamen kılıçtan geçirilen bu zavallılar sürüsünün ancak işe yarayanları esir edildi.

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\5Haclı ordusu.jpg

Fakat bu sürünün arkasından Avrupa’nın bütün eli silâh tutanlarından, şövalyelerden, kontlardan ve dukalardan oluşan gerçek bir ordu geliyordu. Bu ordunun başında Godefroy de Bouillon vardı. Ordu Bizans’a yaklaştığı zaman 600.000 kişiyi bulmuştu. Tabiî bu kitlenin içinde meslekten asker olanlar dışında yolda katılan sürüyle çapulcu da vardı. Güya Bizans’ı kurtarmak üzere gelen bu sürü, imparator Alexius Komnenos’u gerçekten ürküttü. Genç ve muktedir İmparator bu Avrupalılar’ı başından defetmek için aralarında aynı topraklarda yan yana yaşamaktan doğan bir yakınlaşma olan Türkler’le anlaşmaya taraftardı. Balkanlar’da ve Güney İtalya’da Bizans hâkimiyetini tekrar kurarak Anadolu’nun kaybını bir dereceye kadar telâfiye çalışan İmparator, Haçlı kumandanları ile acele bir anlaşma yapıp onları Anadolu’ya yani Türkiye Selçuklu devletine geçirdi.

 

Yapılan anlaşmaya göre Haçlılar, Anadolu’da Türkler’den koparabildikleri ülkeleri Bizans’a verecekler ancak Anadolu dışında fetihler yaparlarsa, kendileri için alıkoyacaklardı.

 

Sultan I. Kılıç Arslan Yarım Milyon Haçlı’yı Anadolu Yaylalarına Gömdü

 

1097 Mayıs’ında Haçlılar, Anadolu Selçuklu Devleti Türkiye’nin Başkenti İznik’i muhasara altına aldılar. 600.000 kişilik sürüye karşı koyamayacaklarını anlayan ve Haçlıların vahşetini bilen Türkler, İznik’i medenî saydıkları Bizans’a teslim etmek üzere Bizanslılar’la müzakereye giriştiler. Fakat tam bu sırada Sultan Kılıç Arslan’ın İznik’e yaklaştığını duyurdu. Bundan cesaret alan İznik’teki Türk garnizonu, kaleyi Bizans’a teslimden vazgeçti. Sultan Kılıç Arslan ile Haçlılar arasında geçen ve 10 a 1 nispetinde kuvvetler arasında cereyan eden meydan muhaberesinde her iki taraf da ağır zayiat verdi. Düşmanın kahredici sayı üstünlüğü karşısında meydan muhaberesi vererek kesin zafer kazanmanın imkânsızlığını anlayan Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan Türkiye Hükümdarı gerilla harbine karar verdi ve geri çekildi.

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\6anadolu-selçuklu-devleti.jpg

Sultan Kılıç Arslan’ın ordusu ile çekilmesi üzerine Türkiye’nin ilk başkenti İznik, Bizans a teslim oldu. İmparator Alexius esir Türkler’e iyi muamele etti. Para karşılığında kurtulmalarına razı oldu. Esir düşenler arasında bulunan Sultan Kılıç Arslan’ın zevcesine büyük hürmet gösterdi ve istediği zaman Türkiye hükümdarının yanına dönmekte serbest olmak üzere kendisini İstanbul sarayında ağırladı. Bizans’ın Türkler e karşı bu yumuşak siyaseti, Bizans halkının Katolik Latin sürülerine olan nefretinden doğuyordu.

 

Bundan sonra Haçlılar, Eskişehir istikametinde Anadolu’ya daldılar. 30 Haziran 1097 de Haçlılar’ı Eskişehir’de karşılayan Sultan Kılıç Arslan çok kanlı vuruşmalardan sonra düşmanı imha etmenin imkânsızlığı karşısında tekrar geri çekildi.

 

Bundan sonra Türkler’le Haçlılar arasında Anadolu yaylalarında amansız bir gerilla harbi başladı. Yanında Dânişment Gazi gibi Türkiye’nin en büyük kumandaları olan Sultan Kılıç Arslan yaz sıcağı altında düşmanı yakalayabildiği yerde vurmaya ve birliklerini ayrı ayrı çevirip kısa vuruşmalarla imha etmeye muvaffak oldu.

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\7Kılıc Arslan ve Haclılar.jpg

Bu sıralarda Türkler bir yandan da Bizans ordusu ile vuruşuyorlardı. Anadolu’daki Türk ordusunun 150.000 kişiden ibaret olduğu hatırlanırsa tekmil Türkiye’yi bu kadar kuvvetle bütün birleşmiş Avrupa’ya karşı tutmanın ne derecelerde zor olduğu anlaşılır. Gerçekten İmparator Alexius fırsattan faydalanarak Türk askerinden boşalan Batı Anadolu’yu ve bu arada İzmir’i Türklerden geri almıştı. Türkler Anadolu’nun merkez yaylasına sıkışıp en güç şartlar altında vatan müdafaasına koyuldular. Bu sıralarda Toroslar’daki Ermeni beyleri de vakti fırsat bilip Kilikya’da bir Ermeni Devleti kurdular.

 

Antakya’yı kuşatmak üzere Anadolu topraklarını terk eden Haçlı kuvvetleri artık 100.000 kişiye inmiş bulunuyordu. Sultan Kılıç Arslan; Anadolu yollarında gerilla harbiyle yarım milyon Haçlı’yı yok etmişti.

 

Haçlılar Antakya’da (21 Ekim 1097)

Yarım milyon Haçlı askeri kayıp pahasına Türkiye’yi baştanbaşa çiğneyip geçen Haçlılar 100.000 kişiye yaklaşan sürüsü ile çok önemli olan Antakya kalesini muhasaraya başladılar. Bu sıralarda Antakya; Türkiye’ye dâhil değildi. Kutalmışoğlu Süleyman Şâh’ın ölümünden sonra doğrudan doğruya Büyük Türk Hâkanlığı’na (Büyük Selçuklu Devleti) bağlanmıştı. Kalenin kumandanı Yağıbasan Bey, Sultan Melik Şâh devrinden beri bu vazifede idi.

 

21 Ekim 1097 de Haçlılar Antakya’yı muhasaraya aldılar ve bu 7 aydan fazla sürdü. Yine de Haçlılar, şehri alamayacaklardı. Fakat kaledeki bir Hıristiyan, Türklere ihanet etti ve Haçlılara yol gösterdi. 2 Haziran 1098 de şehir Haçlıların eline düştü. Bu çok önemli kaleyi kurtarmak üzere Büyük Türk Hâkanı, Musul umumî Valisi Kerboğa Bey’i düşmanın üzerine yolladı. Kerboğa, Haçlıları Antakya kalesi içinde kuşattı. Kale Türkler’in eline geçmek üzere iken güya şehirde Hazret-i İsa’nın böğrüne saplanan mızrak bulundu. Bu sahte mucize Hıristiyanlar’a adeta yeniden can verdi. 28 Haziran’da kaleden beklenmeyen bir huruç (yararak dışarı çıkma) yapan Haçlılar, Türk ordusunu dağıttılar.

 

Antakya’da, Urfa’dakinden sonra ikinci Haçlı devleti kuruldu.

 

Haçlılar Kudüs’te

Haçlılar yola çıktıktan 3 yıl sonra hedefleri olan Kudüs’e eriştiler. Kudüs önlerine geldikleri zaman yola çıktıklarında 600.000 kişi olan Haçlı sürüsü, 40.000 e düşmüştü. Kudüs bu sıralarda Büyük Türk Hâkanlığı’nın (Büyük Selçuklu Devleti) elinden çıkmış tekrar Fâtımîler’e geçmişti yani Kahire’den idare ediliyordu. Zayıf Şiî Arap savunmasından sonra şehir düştü. Daha Ren kıyılarında 10.000 Yahudi’yi kılıçtan geçirmek suretiyle sefere başlamış olan Haçlılar, Kudüs’te tam 70.000 Müslüman ve Yahudi’yi boğazladılar. Camiler’e sığınan kadınlar ve çocuklar bile görülmemiş bir vahşetle kılıçtan geçirildi. Şehrin sokaklarından, dereler gibi kan aktı cesetlerden yollar yer yer tıkandı. Haçlılar ve atları baştanbaşa kana batıp kıpkızıl kesildiler.

 

Bu suretle 467 yıllık Müslüman şehri Kudüs, Katolik bir Latin Krallığın merkezi oldu. Bu Krallık bütün Haçlı devletçiklerinin metbȗ (kendisine tabi olan) sayıldı. Mekke ve Medîne den sonra Müslümanların 3. mukaddes şehri bu suretle Avrupalıların eline geçti.  Haçlılar her şeye rağmen hedeflerine vasıl oldular. Hıristiyanlar’ın Doğu Akdeniz kıyılarında yerleşmeleri Türkler tarafından asla müsamaha ile karşılanacak bir şey değildi. Türkler iki asır, Avrupalılar’ı bu sahillerden tamamen çıkarmaya ve bütün Anadolu’yu Türk idaresinde birleştirmeye çalışacaklardı. Bu suretle Haçlı seferleri tarihin akışını durdurmuş oluyordu. İstanbul’un Fethi, 3,5 asır ileriye atılmıştı.

 

Sultan 1. Kılıç Arslan (1086-1107)

Sultan Kılıç Arslan Devrinde Türkiye

En kötü şartlar içinde vatan müdafaası yapan Sultan I.Kılıç Arslan 600.000 kişilik Haçlı sürüsünün yarım milyonunu imha ederek Türkiye’den attıktan sonra büyük bir faaliyetle devleti kalkındırma işine girişti. Orta Asya’da çok meşgul olan Büyük Türk Hâkanlığı’ndan gittikçe daha az yardım geliyor bazı yıllar Türkiye, kendi yağıyla kavrulmak mecburiyetinde kalıyordu. Gerçi Sultan 1. Kılıç Arslan’ın azmi Türkiye Devletini kurtarmış, Oğuz Türklüğü’nün kırılamaz enerjisi, Anadolu topraklarından sökülememişti. Fakat Süleyman Şâhın birçok fetihleri elden çıkarıldığı gibi, devletin bünyesi de Birinci Haçlı Seferinin ve Bizans’ın darbeleri altında zayıflamış hatta gerçek bir krize girmişti. Haçlılar karşısında verilen zayiat; Türkistan’dan gelen yüzbinlerce yeni göçmenle kapatılmaya çalışılıyordu. Batı Anadolu ve Marmara havzası tamamen Bizans’ın eline geçmiş Türkiye sınırlarında büyük bir daralma olmuştu. Bizans, Karadeniz ve Akdeniz sahillerinde de birçok yeri Türkler’den almıştı. Türkler’i denizden uzaklaştırmaya yani hayat yollarını kesmeye çalışıyordu.

 

Diğer taraftan Anadolu’daki feodal beylerden üçü, Dânişmendoğulları, Mengücoğulları ve Saltıkoğulları kuvvetlenmişler, birer krallık haline gelmişler ve Sultan Kılıç Arslan’ı sadece ismen metbȗ tanımak derecesinde istiklâl kazanmışlardı. Anadolu Selçuklu Devletinin (Türkiye’nin) ikinci taht şehri Konya olmuştu. Konya bu Türk Devletlerinin başkentleri olan Sivas’a, Erzincan’a, Erzurum’a söz geçirmekte güçlüklere yakalanmış oluyordu. Bunların en kuvvetlileri Dânişmendoğulları idi. Devletin kurucusu Ahmed Dânişmend Gazi, Anadolu fethinde kız kardeşinin oğlu olan Süleyman Şâh’ın yanında önemli rol oynamıştı. Haçlılar’a karşı bu beylikler, Sultan Kılıç Arslan’ın etrafında, sıkı bir şekilde toplanmakla beraber, Haçlı sürülerinin def’inden sonra tavır değiştirmişlerdi. Kılıç Arslan Dânişmendlilere taarruz etti. 1106’da Malatya’yı Dânişmendlilerden geri aldı. Dönüşünde Urfa Haçlı Kontluğu üzerine yürüyerek Urfa’yı kuşattı. Harran’ı teslim aldı. Sultan Kılıç Arslan, Mart 1107’de Musul fethetmek üzere yola çıktı.

 

I.Kılıç Arslan’ın Şahsiyeti

Kılıç Arslan; Haçlı muharriri Guillaume de Tyr’in dediği gibi: “çok cesur, bilge, devlet işlerinde mahir ve tecrübeli, büyük bir hükümdar” idi. Meziyetlerini düşmanlarına da kabȗl ettirmişti. Onun karşılaştığı buhranla tarihte pek az hükümdar ve lider karşı karşıya gelmiştir. Türk ordusunun beş-on mislini bulan Haçlı sürüleri karşısında bir an için bile ümit ve azmi kırılmamış en kritik anlarda vaziyeti kurtarmanın yolunu bulmuştur. Bu arada Bizans gibi büyük bir askeri devletle de savaş edilmekte olunduğu düşünülürse; Sultan Kılıç Arslan’ın tekabül ettiği yükün ağırlığı anlaşılır. Türkiye için bir ölüm ve kalım meselesi bahis mevzuu olmuş ve yaşanmıştır. Anadolu, çeyrek asır öncesi gibi bir Bizans eyaleti olabilir, Türkiye Devleti yıkılabilir, Türkler, Fırat’ın ve Toroslar’ın ötesine atılabilirdi. Daha Anadolu’nun birçok bölgesinde Türkler, azınlık hâlinde idiler.

 

İnsan gücünün üzerinde çalışan genç Türk hükümdarı Kılıç Arslan en zor şartlar içinde bile şaşalamamıştır. Eskişehir’de yarım milyon Haçlı’yı bir arada görünce dehşet içinde kalan kumandanlarına şöyle demişti: “Gördüğünüz gibi göz alabildiğine dağlar, tepeler ovalar, vadiler, düşman sürüleriyle dolmuş. Fakat ordumuzu bu sürünün elinden kurtaracağız. Sözlerimi iyi dinler ve bana inanırsanız, yurdumuzu da kurtarırız” Bu sözler müthiş bir irade kuvvetinin ifadesidir. Yalnız Amasya civarında Sultan Kılıç Arslan’ın 300.000 Haçlı’yı tamamen imha etmesi Türk tarihinin en büyük zaferlerden birini teşkil etmektedir.

C:\Users\Ali Alper Çetin\Desktop\SULTAN I.KILIÇ ARSLAN\8Sultan 1.Kılıc Arslan.jpg

Bu merhametsiz savaş boyunca Anadolu Selçuklu Devleti Türkiye Hükümdarı Kılıç Arslan, Anadolu’daki Hıristiyan tabaasından şefkatini esirgememiştir. Onlara eskisinden farklı hiçbir muamelede bulunmamışır. Nitekim Hristiyan tabaa da Haçlılar geçerken Hükümdarlarına karşı ayaklanmayı akıllarından geçirmemiştir ki, Türk idaresinden ne derecede memnun olduklarını gösterir. Kılıç Arslan’ı çağdaşı Urfalı meşhur tarihçi Matthieus şöyle yazmaktadır: “Yüksek ruhlu ve hayırsever hükümdarımızın mevcudiyeti, biz bütün Hıristiyanlar için en büyük teminattır. Haçlı savaşlarına bizzat katılan bir Latin tarihçi, karşı karşıya savaştığı Türkler hakkında şu satırları yazmaktan kendini alamamıştır: “Türkler’in fetanet (üstün zekâ gücüne sahip olma), kahramanlık ve muharebe kabiliyetlerini kim tasvir edebilir? Eğer Türkler Hıristiyan olsa idi kudret ve cesarette, harp sanatında kimsenin onların kabına varamayacağı şüphesizdi

 

  1. Kılıç Arslan Nehirde Boğularak Öldü (Temmuz 1107)

Sultan Kılıç Arslan ömrünü Haçlı seferlerini püskürtmeye adadı. 1107 Mart ayında Musul’u fethetti ve 11 yaşındaki oğlu Melik Şâh’ı “Şehenşah”ı oraya “melik” yaptıktan sonra kuzeybatıya doğru yol aldı. 1107 Temmuz ayında; Diyarbakır, El-Cezire ve Musul hâkimi Emir Çavlı ile Habur Irmağında karşılaşır. Büyük bir meydan muharebesi başlar. Kılıç Arslan burada kahramanca savaşır.

 

Habur ırmağını geçerken atı ve kendisi, zırhlı olduğu için atıyla birlikte boğuldu. Türk tarihinin en büyük kahramanlarından ve sultanlarından biri olan Kutalmışoğlu Süleyman Şâh oğlu Kılıç Arslan’ın hazin bir şehadeti oldu. Cesedi çıkarılıp Meyyâfârikıyn’e (şimdiki Silvan) getirilip gömüldü. Üzerine türbe yaptırıldı. Saltanatı; Sultan Melik Şâh’ın ölümü üzerine Türkiye’ye geliş tarihinden itibaren 14 yıl 8 aydır. Ölümünde 35 yaşından daha genç olduğu muhakkaktır.

 

                       **

Sultan Kılıç Arslan’ın yerine 11 yaşındaki büyük oğlu Melik Şâh geçti. Fakat çocuk olduğu için Büyük Türk Hakanı olan Sultan Melik Şâhın oğlu Sultan Muhammed Tapar tarafından Türk İmparatorluk Başkentine çağırıldı. Babası gibi 2 yıl orada talim ve terbiye gördükten sonra 1109’da eline Türkiye Sultanlığı fermanı verilip Konya’ya gönderildi. 2 yıl zarfında Türkiye, Sultan Melik Şâh (bazı kaynaklarda “Şehenşâh) adına saltanat naipleri tarafından idare edildi. Sultan Melik Şâh 1116’da öldü. 20 yaşında idi.  Saltanatı 9 yıl olup bunun 2 yılı ismen saltanattır. Yerine kardeşi Sultan Mes’ud geçti ki Anadolu Selçuklu Devleti Türkiye’nin 4. hükümdarıdır.

 

Ali Alper ÇETİN

Araştırmacı

[email protected]

Kaynakça:

Yılmaz Öztuna: Büyük Türkiye Tarihi I. Cilt, Ötüken yayınevi, İstanbul 1977

*Tamamen Yılmaz Öztuna’nın Büyük Türkiye Tarihi’nden yararlanılmıştır.

https://www.kulturportali.gov.tr/portal/hacli-seferleri-ve-anadolu-da-hacli-devletleri

Dipçe:

Çok acı…

Sultan 1. Kılıçarslan’ın Kabri Nerede? / Efendi Barutçu 11.10.2018

“ (…) Türk şehri Diyarbakır’ı gezmek, tarihi mekanlarını dolaşıp sahabe kabirlerini, evliya türbelerini ziyaret edip, oradan Silvan’a geçip Silvan’da (meyyâfârikin) medfun olan Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın kabrinde dua etmekti. Tarihi kayıtlara göre Sultan I. Kılıçarslan, Diyarbakır, El-Cezire ve Musul hâkimi Çavlı’ya karşı verdiği savaşta Habur’da boğulduğu ve Atabey’i Humartaş tarafından Kutbetü’s-sultan adı verilen türbeye 13 Temmuz 1107 (20 Zilkade 500) tarihinde defnedilmiştir.

Silvan’a ulaştığımızda ne yazık ki halktan hiç kimse Kutbetü’s-sultan’ın yerini bilmiyordu. Her kademedeki mülki ve idari erkana sorduğumuzda da ayni hazin cevabı aldık. Kabrin yeri bilinmiyordu hatta bazıları Sultanın burada medfun olduğundan dahi habersizdi. (Demek ki bir millet tarihi hafızasını kaybederse böyle oluyor.) Selahattin Eyyübi Caminde ikindi namazını kıldıktan sonra Karabehlül Camii’nin haziresinin önünde başta ulu ceddimiz Sultan I.Kılıçarslan olmak üzere bütün geçmişlerimizin ruhlarına Fatihalar okuyup ayrıldık.”

Kaynak Yeniçağ: Sultan 1. Kılıçarslan’ın Kabri Nerede? / Efendi Barutçu

Yazar
Ali Alper ÇETİN

1955 yılında Ceyhan’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ceyhan’da tamamladı. 1980 yılında Çukurova Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Makina bölümünü başarı ile bitirerek Makina Mühendisi unvanını aldı. Devlet Lisan Okulu İngiliz... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen