Çanakkale Boğazı’nın her iki yakası da, Birinci Dünyâ Harbi içinde açılan bir cephenin mekânını teşkîl etmişti. İngiltere ile Fransa, müstemlekelerinden getirttikleri takviye birlikleri de bu cepheye sürmüşler ve târîhin en kanlı ve uzun süren muhârebelerine başlamışlardı. Afrika’dan, Hindistan’dan, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan, Kanada’dan getirilen bölük bölük askerler, Mehmetçiğin karşısına dikilmişlerdi. Resmî kayıtlara göre en az iki yüz elli bin şehîdimizin mübârek bedeni, Çanakkale’nin azîz toprağına düşmüştü. Boğaz sularına kaptırdığımız civân vücûdları sayma imkânını, hâlâ bulamadık. Evet, biz düşmanı Çanakkale’den geçirmedik, ammâ bunun bedelini çok acı ve pahalı bir şekilde ödedik. Cepheye sürecek askerimiz kalmayınca, doktorundan mühendisine, mualliminden edîbine varıncaya kadar, pek kalablık bir münevver neslimizi, Çanakkale Cephesi yuttu, bitirdi. O zelzelenin artçı sarsıntılarını ve dinginliğini hâlâ üzerimizden atamadık.
Ayrıca şunu da ifâde etmek lâzımdır ki, bizim Çanakkale Cephesi’ndeki kayıplarımızı tam olarak bilme imkânımız yoktur. Çünkü, bir muhârebede şehîd olanları tesbît edebilmek için her askerin boynuna künye denilen bir kolye asılır. Muhârebe sonunda bu kolyelerden sâhipsiz olarak bulunanlar sayılarak şehîd sayısı tesbît edilirdi. Çanakkale Cephesi’nde cereyân eden muhârebeleri, Mehmed Âkif: şöyle tasvîr ediyordu
“Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara vâdîlere, sağnak sağnak.”
Böyle bir harb manzarasından geriye kaç adet asker künyesi kalır? Bu cepheye, tâlimli ve kayıtlı asker dışında, yüz binlerce gönüllü ve boynunda künyesi olmayan vatan evlâdı da katılmıştır. Bu gönüllülerden sağ çıkanların sayısı pek azdır. Dolayısıyla, bizim Çanakkale’deki şehîd sayımızı, açıklananın iki veyâ üç katı hesâb etmek lâzımdır.
Çanakkale Cephesi’nde bu kanlı muhârebeler olurken, Osmanlı Türk Devleti’nin başında Sultan Beşinci Mehmed Reşâd Hân bulunuyordu. Pek hisli bir şahsiyet olan Pâdişâh, Çanakkale Muhârebeleri’ni duydukça, oradan gelen haberleri işittikçe hüzünlenmiş ve sonunda kalemi eline alarak bir gazel yazmış idi. San’at değeri çok yüksek olan bu şiir, zamânında çok sevilmiş, değişik muhîtlerde sık sık okunmuştu. Türk şiirinin köşe taşlarından Yahyâ Kemâl de, Sultan Reşâd’ın bahsi geçen şiirini beğenenlerdendi. Yahyâ Kemâl, beğenip takdîr ettiği nice şiire nazîreler yazmıştır. Nazîre geleneğimizde muhtelif usûller vardır. Tahmis de bunlardandır. Pâdişâh’ın bu Çanakkale gazeli, ikişer mısrâ’lık beyitlerle yazılmıştır. Tahmis, beşleme demektir. Yahyâ Kemâl, Sultan Reşâd’ın her beytinin önüne, aynı vezinle üçer mısrâ’ getirerek, onları beşlemiştir. Aşağıya aldığımız şiir metninin her kıt’asındaki ilk üç mısrâ Yahyâ Kemâl’e, son iki mısrâ’ ise Sultan Reşâd’a âittir. Çanakkale Cephesi’nin azîz şehîdlerine, Sultan Beşinci Mehmed Reşâd Hân’a ve Yahyâ Kemâl’e ganî rahmet diliyoruz, rûhları şâd olsun.
TAHMÎS-İ GAZEL-İ HÜMÂYÛN
“Cepheden topları ejder gibi bârû-efken
Arkasından gemiler bir sürü dîv-î âhen
Gökte tayyârelerinden saçarak nâr-ı fiten
Savlet etmişti Çanakkal’a’ya bahr ü berden
Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden
Kadın erkek anasından süt emen yavrumuza
Hepimiz canla sarıldık da vatan duygumuza
İntizâr eyledi gafletle adû korkumuza
Lâkin imdâd-ı ilâhî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal’a-i pûlâd-beden
Şükür Allâh’a ki gördüm bu mübârek sinde
Kahraman ordumu serhadde muzaffer zinde
Müjde Îrân ile Tûrân’a vü Çîn ü Hind’e
Asker evlâdlarımın pîşgeh-î azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Allâh Allaah nidâsıyle muhâcim ahrâr
Tepelerden boşalıp sâika-vâr ü kahhâr
Ettiler düşmeni bir öyle ki iclâ-yı kenâr
Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak etdi firâr
Kalb-i İslâma nüfûz eylemeğe gelmiş iken
Rûh-ı Peygamber’i tebşîre giderken şühedâ
Millet arkanda bugün vecd ile Tekbîr-serâ
Sen de Mihrâb-ı Hilâfet’de cebin-sây-ı senâ
Kapanub secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ
Mülk-i İslâm’ı Hudâ eyleye dâim me’men”