Süreç ve Milliyetçiler: Milletle müzakere, terörle akıllı mücadele

 

Doç.Dr. Mehmet Akif OKUR

Türkiye’de milliyetçilik, geniş bir sosyolojik havzada ciddi düzeyde karşılığa sahip. Bu durumun beraberinde getirdiği çeşitlilik dikkate alındığında milliyetçilerin süreç karşısındaki tavırlarını bütüne şamil olacak biçimde değerlendirmenin bazı zorlukları var. Yine de, ana gövdenin yaklaşımlarını esas alarak milliyetçilerin sürece bakışını ele almak mümkün.

Milliyetçilerin “Kürt sorunu” ifadesini benimsemeyişlerinden başlamak gerekirse, bu tutumun sebebini milliyetçiliğin eşit vatandaşlık esasında ülkenin bütününü kucaklama idealinde aramak gerekiyor. Türk milliyetçileri, Türkiye’deki hiçbir etnisiteyi düşman öteki, yahut “sorun” olarak görmüyorlar. Nitekim Kürtler, siyasette ve sivil toplumda kendisini milliyetçilikle ilişkilendiren çok sayıda örgütlenmenin her kademesinde yer alageldiler. “Kürt sorunu” ifadesini benimsemeyen milliyetçiler, Kürtler’in sorunları ile ise yakından ilgililer. PKK’yı da sorun listesinin ilk sırasına yerleştiriyorlar…

Milliyetçilerin PKK karşısındaki reflekslerini etnik husumet değil, birliğin bozulması, yani çözülme kaygısı belirliyor. Sürecin de bırakın birliği tesis etmeyi, çözülmeyi hızlandırdığı kanaatindeler.

Milliyetçiliğin temel korkusu, Türkiye’nin rakip etnisitelerin kavga ettiği bir çatışma coğrafyasına dönüşmesi. “Geniş kimlik” olarak Türklüğün, muhtelif etnisitelerin kendilerine özgü renklerini koruyarak içinde var olabilecekleri bir kültürel ve hukuki çerçeve işlevi gördüğüne/görebileceğine inanıyorlar. Sürece de sadece PKK terör örgütünün kanlı tarihiyle ilgili hafıza sebebiyle değil, Türklüğün etnik sınırlara çekilmeye zorlanması suretiyle geniş kimliğin gerçekçi bulmadıkları yeni çatı arayışları adına tasfiye edilmesi projesi olarak baktıkları için muhalefet ediyorlar.

Milliyetçilere göre; Ortadoğu’da yanıbaşımızdaki güncel örnekler de, etnik esaslarda örgütlenmenin demokrasinin serpilebilmesi için elzem olan müşterek zeminleri nasıl hızla tahrip ettiğini, ardından da çatışma ve bölünme süreçlerini tetiklediğini hatırlatarak bu korkunun hiç de yersiz sayılamayacağını gösteriyor. Milliyetçilerin PKK karşısındaki reflekslerini etnik husumet değil, birliğin bozulması, yani çözülme kaygısı belirliyor. Sürecin de bırakın birliği tesis etmeyi, çözülmeyi hızlandırdığı kanaatindeler.

Türk milliyetçileri, sürecin toplumsal dokumuz üzerindeki tesirlerinin ölçülmesine imkân veren ampirik çalışmalarda meseleye niçin “Kürt sorunu” denilmediğini ve çözülme kaygısının boyutlarını somut olarak açıklayan işaretler görüyorlar. Bir örnek vermek gerekirse, Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle Prof. Dr. Hakan Yılmaz’ın yürüttüğü Eylül 2014 tarihli araştırmanın sonuçlarına göre ülkemizde: “…Kürtçe bilenler kimlik hiyerarşisinin en tepesine Türk milletine mensup olmayı” koyuyorlar. Ancak Yılmaz, elde ettiği bulguları 2010’da yaptığı benzer nitelikteki bir başka araştırma ile kıyaslayarak dikkat edilmesi gereken önemli bir eğilime de işaret ediyor.

Araştırmaya göre, ülkemizde “Türkçe ana dilimdir” diyenlerin oranı yüzde 93. Bununla birlikte vatandaşlarımızın yaklaşık yüzde 30’u, Türk dili/kültüründen başka bir etnik dile/kültüre de sahip olduklarını söylüyor. 2010 ve 2014’te yapılan araştırmalarla kıyaslandığında bu yüzde 30’luk kitlenin “çözülme” diye ifade ettiğimiz dönüşüm dinamiğinden etkilendiğini görüyoruz. Farklı bir etnik dili/kültürü olsa da, hayatında ilk sırada Türk dili ve kültürünün geldiğini söyleyenlerin oranı 2010’da yüzde 20 iken 2014’te yüzde 14’e geriliyor. Etnik kültürünü birinci, Türk kültürünü ikinci sıraya koyanlar yüzde 8’den yüzde 10’a çıkıyor. Türk dili ve kültürü ile bir bağları olmadığını ve sadece kendi etnik dil ve kültürleri içerisinde yaşadıklarını ifade edenler ise 2010’da sadece yüzde 2 iken 2014’te yüzde 6’ya yükseliyor.

Milliyetçilerin itiraz noktaları

Milliyetçiler, sürecin toplumsal ayrışmayı hızlandırmanın yanı sıra PKK’dan kaynaklanan güvenlik tehdidini de büyüttüğünü düşünüyorlar. PKK, silah bırakmak şöyle dursun kullandığı yöntem ve araçları etkinliğini artıracak biçimde çeşitlendirerek şiddeti sürdürüyor. PKK terörü yüzünden şehitler vermeye devam eden Türkiye’nin terörle mücadeleyi durdurmasıyla örgütün önemli stratejik kazançlar sağladığı, siyasi ve askeri gücünü pekiştirdiği kanaati hâkim. Söz konusu kanaat, süreçte bugüne kadar yaşananların tahliline dayanıyor. Altı çizilen başlıca noktaları şu şekilde sıralamak mümkün:

  • Süreç, yerli/milli bir proje değil. Uluslararası Kriz Grubu’nun Oslo görüşmelerine aracılık ettiğini açıklaması gibi gelişmeler, bu hükmü perçinliyor.
  • Türkiye’nin terörle mücadeleyi durdurması, PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde bir hâkimiyet alanı tesis etmesini mümkün kıldı. Bu bölgedeki egemenliği örgütün özgüvenini artırarak Türkiye’ye karşı mücadele azmini perçinledi. PKK, artık belli bir coğrafyayı yönetebileceğine inanıyor, bu doğrultudaki talep ve hedeflerini de geçmişe göre daha erişilebilir kabul ediyor. Ayrıca, Türkiye sınırında yeni bir askeri kapasite inşa eden örgüt, başta ABD olmak üzere önemli küresel oyuncularla diplomatik temas kurma imkânını da kazanmış vaziyette.
  • Militanlarını Türkiye’den çekmeyen PKK, bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek ve sınır çizebilmek için ihtiyaç duyduğu şiddeti üretebileceği basamaklı bir tehdit mekanizmasını yeni yapılanmalarla inşa etti. Örgüt, gençlik kolları aracılığıyla ateşli silahlar da kullanarak yürüttüğü “aktivist” görünümlü şiddet eylemlerine müdahale edilmemesini istiyor. Aksi takdirde Türkiye’ye konuşlu askeri varlığı ile daha geniş çaplı saldırılar düzenleyebileceğini hissettiriyor. Bu tehdidinin etkili oluşu, bölgede kamu düzeninin bozulmasına yol açtı. Nitekim 6-8 Ekim hadiseleri, gidişatın bizi nereye sürüklediğini önümüze koyduğu vahşet manzaralarıyla gösterdi.

Sürecin merkezine terör örgütünün liderini yerleştiren ‘Öcalancı yaklaşım’, PKK’ya en çok ihtiyaç duyduğu şey olan meşruiyet alanı peşinen açıldıktan sonra terör örgütünün diğer bileşenlerinin kendi başlarına ya da İmralı’yla birlikte alabilecekleri inisiyatifi hesaba katmıyor. 

  • Yaygın medya kampanyaları aracılığıyla PKK’nın teröre başvurma gerekçelerinin makulleştirilmesi ve meşru bir siyasi aktör muamelesi yapılan örgütün Kürtler’in temsilcisi olarak takdimi, bölgedeki geleceğe dair beklentileri değiştiriyor. Örgüte katılımlar artarken PKK=Kürtler retoriği, Türkiye genelinde ayrışma dinamiğini hızlandırıyor. Çatışmanın kamu gücü ile PKK arasında bir güvenlik meselesi hâlinde tarif edildiği dönemde, birliği sağlamak için Kürt komşularına daha sıkı sarılma telkini altındaki kitleler yeni bir durumla karşı karşıyalar. Devlet, bir tehdit ve nefret odağı olarak gördükleri PKK’yla mücadeleden vazgeçerken örgütü de Kürt komşularıyla özdeşleştirmeye, onların sözcüsü saymaya başladı. Uzaktaki mücadelenin sembolik ve hatta fiili olarak mahalleye taşınması korkusunu tetikleyen bu durumun şuuraltlarında yarattığı karmaşa, 6-8 Ekim tipi olaylar iç göç alan şehirlerde de tekrarlanırsa çatışmanın daha fazla toplumsallaşması riskine işaret ediyor.
  • Milliyetçiler, “Kürdistan” retoriğinin desteklenmesi suretiyle Güneydoğu’da PKK’dan uzak duran kesimlere de Barzani’nin adres gösterildiğini düşünüyorlar. Türkiye’nin, kendi vatandaşlarını doğmakta olan sınır komşusu bir başka ulus devlete sadakat duymaları için teşvik etmesi tepkiyle karşılanıyor. Süreç, Kürt etnisitesinden vatandaşların Türkiye’nin geneliyle entegrasyonunu teşvik etmesi icap ederken, etnik ayrılıkçılığın rekabet ediyor gözüken muhtelif renklerinin beraberce güçlenmelerini desteklediği gerekçesiyle eleştiriliyor.

Sürece özetlemeye çalıştıklarım ve benzer başka argümanlarla muhalefet eden milliyetçiler, izlenen politikalarda ısrarın ardında başlangıçtaki irrasyonel varsayımlarla, bazı özel ve siyasi çıkarların yattığını düşünüyorlar. Bunların en önemlilerini de şöyle sıralayabiliriz:

  • Türkiye’ye maddi-manevi büyük zararlar vermiş bir terör örgütünün lideriyle masaya oturulmasının Türk milliyetçilerinde yarattığı infial kamuoyunun malumu. Ancak bu tepki duygusal bir refleksten ibaret değil. Öcalan’ın söylemlerinden hareketle örgüt liderinin görüşlerinin değiştiği, ayrılıkçılıktan vazgeçtiği varsayımı iki açıdan gerçekçi bulunmuyor. Sürecin merkezine terör örgütünün liderini yerleştiren “Öcalancı yaklaşım”, PKK’ya en çok ihtiyaç duyduğu şey olan meşruiyet alanı peşinen açıldıktan sonra terör örgütünün diğer bileşenlerinin kendi başlarına ya da İmralı’yla birlikte alabilecekleri inisiyatifi hesaba katmıyor. Siyaset, bürokrasi, medya ve akademideki Öcalancıların, PKK benzeri yapılardaki davranış kalıpları ile bölgesel ve küresel düzeydeki jeopolitik gelişmeleri göz ardı etme pahasına terör örgütü liderinin hedefleri ve gücüne karşı sorgulama kabul etmez bir güven besledikleri düşünülüyor. Oysa, Öcalan’ın geçmişteki zikzakları, Soğuk Savaş döneminde kurulan Marksist örgütlerin liderlik mekanizmalarına gerektiğinde birbirine ters gözüken politikaları savunabilmek için verdiği ruhsat ve PKK’ya bölgedeki gelişmelerin sunduğu imkânlar gibi faktörler, başta ne söylenirse söylensin örgütün talep çıtasını sürekli yükseltebileceği anlamına geliyor.
  • Hiç değilse 6-8 Ekim olaylarından sonra bu gerçeklerin görülmesi gerekirken 50 kişinin katledildiği hadiseler hiç yaşanılmamış gibi davranılması kızgınlığı artırıyor. Keskin kutuplaşma sebebiyle varlık-yokluk kavgalarının sahnesine dönen siyaset, PKK’ya terörü tırmandırma tehdidiyle inisiyatifi ele alma imkânı veriyor. Bu, “sürece mahkûmiyet” görüntüsü ithamların dozunu yükseltiyor. Siyasetten medyaya kadar uzanan geniş bir yelpazedeki etkinliğiyle “süreç endüstrisi” de eleştirilen diğer adresler arasında bulunuyor.

Süreç alternatifsiz değil

Milliyetçiler, “Sürecin alternatifi daha önce başarısız olan askeri önlemler. Bunlara tekrar başvurulursa Türkiye, Suriye ya da Irak’a döner. Süreci eleştirenler ne öneriyor?” sorularını da şöyle cevaplıyorlar: Yıllardır yürütülen süreçte tarafların ne üzerinde anlaştıklarından, Genelkurmay Başkanlığı gibi güvenlik bürokrasisinin önemli makamları ve sürecin siyasi sorumluluğunu üstlenen iktidar partisi milletvekilleri bile habersiz olduklarını söylüyorlar. Türkiye’nin hâlihazırda yıllardır yürütülmekte olan sürecin gerçek mahiyetini bilmediği bir ortamda, muhaliflerin teferruatlı yol haritalarını tartışmaya açamadıkları için eleştirilmesi, mantıkî bir tutarsızlık sayılıyor.

Milliyetçiler, demokrasiyi derinleştirerek milletin her kesimiyle müzakere, terör örgütüyle ise akıllı mücadele formülünün çözümü getireceği kanaatindeler.

Örgüte destek veren kesimlerin genel nüfusa oranı, Türkiye’nin toplumsal dokusu, devlet kapasitesi ve diğer güç parametreleri veri alınarak terör dozunu artıracak PKK’nın can yaksa da Türkiye’yi Suriye/Irak haline getirmeye kudretinin yetmeyeceği düşünülüyor. Ancak, bu korkuyla devletin kamu düzeninin icaplarını yerine getirmekten geri durmasının ülkemize ağır bedeller ödeteceği kaygısı taşınıyor.

Milliyetçiler, terörle mücadele dönemine ait yanlış/başarısız buldukları politikaları eleştiriyorlar. Ancak, PKK’yla bağlantılı sorunların güvenliğe indirgenemeyeceğini kabul ederken, silahları konuşturmayı sürdüren örgüte etkin güvenlik politikaları olmaksızın silah bıraktırılamayacağına da inanıyorlar. “Millet nedir?” sorusuna verilen önemli cevaplardan biri, pratiklerle her gün yeniden üretilen beraber yaşama iradesidir. Bu yüzden milliyetçiler, demokrasiyi derinleştirerek milletin her kesimiyle müzakere, terör örgütüyle ise akıllı mücadele formülünün çözümü getireceği kanaatindeler. Terörle mücadeleden vazgeçilerek örgütle yürütülen pazarlığın ise PKK’yı güçlendirirken çatışmayı daha şiddetli ve tehlikeli hâlde yeniden başlayacağı bir yarına ertelediğine inanıyorlar.

Meseleyle yakından ilgili milliyetçi aydın muhitlerinde, hukukun evrensel ilkelerini ve yerleşik demokrasilerin kıyaslanabilir örneklerde izledikleri stratejileri gözeten ayrıntılandırılmış çözüm modelleri tartışılmakta olmasına rağmen, bunların kamuoyu ile “henüz” paylaşılmaması hususunda bir tutumun varlığından da söz edilebilir. Bunun temel sebebi olarak ise, Türkiye’de medya üzerinden yürütülen PKK ve bağlantılı meseleler hakkındaki tartışmaların güvenlikleştirilip çerçevelenmiş hâli gösteriliyor. Toplumun ancak süreç başlarken kurulan “askeri yöntemler sorunu çözmüyor” hüküm cümlesinin kamuoyunun etkin kesimleri ve devletteki irade nezdinde “terör örgütüyle mücadelesiz müzakere de sorunu çözmüyor”la yer değiştirdiği noktaya gelindiğinde yeni bir “makul”e kulak vermek için hazır hâle geleceği düşünülüyor. Buradan bakıldığında Türkiye, sürecin alternatifsiz olmadığını daha net şekilde görme fırsatına, şimdikinden farklı yol haritalarının sistemli itibarsızlaştırma kampanyalarından emin olarak tartışılabileceği böyle bir eşik noktasına ulaşıldığında kavuşabilecek…

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Okur ayrıca Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Orta Asya Araştırma Merkezi (GORAM) Müdürü ve Ankara Strateji Enstitüsü Başkan Yardımcısı’dır. 

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir

 

Kaynak:

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/surec-ve-milliyetciler-milletle-muzakere-terorle-akilli-mucadele

 

Yazar
Mehmet Akif OKUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen