ABD’nin hâlihazırdaki tutumunu şöyle özetlemek mümkün: 1- Türkiye’nin Suriye topraklarında harekâtını onaylamıyor. 2- Bu harekât çerçevesinde Türkiye’ye askeri destek vermiyor, örneğin hava istihbaratını paylaşmıyor. 3- Bununla birlikte Türk askerine engel de olmuyor; YPG’nin çağrısına karşı uçuşa yasaklı bölge ilan etmiyor, bayrak dalgalandırma açısından önemi olan 50 kadar askerini geri çekiyor. 4- Karşı çıkışını siyasi değil, kendi deyimleriyle “insani” sınırlarda tutuyor; sivil Kürt nüfus ve Hristiyanların başına bir iş gelmemesi talebi gibi.
Bunun anlamı Trump’ın 2014’te Barack Obama’nın IŞİD’e karşı müttefik olarak seçtiği YPG/PKK’yla “Siz de karşılığında o kadar para, silah eğitim aldınız” diyerek yolları ayırmak ve İsrail’in itirazına rağmen Suriye’den ayrılmak niyetinde olduğudur. Bu nedenle Trump, Erdoğan’dan Barış Pınarında IŞİD’e karşı da Amerikan politikasındaki rakiplerine karşı savunabileceği hamleler yapmasını bekliyor.
*****
Murat YETKİN
NATO Genel sekreteri Jens Stoltenberg (solda) Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri bakanı Çavuşoğlu ile Suriye harekâtını görüşmek üzere 11 Ekim’de İstanbul’a geldi. (Arşiv foto: Cumhurbaşkanlığı)
Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı Suriye harekâtı 10 Ekim’de Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına neden oldu: sert bir kınama, hatta yaptırım beklentisi vardı. Öyle olmadı, kınama çıkmadı. Üstelik ABD ve Rusya nadir görülen bir örnek sergileyerek kınama kararını veto etmekte birleşti. Nedenlerine birazdan geleceğiz.
Oylama sonrasında Türkiye’nin BM Daimi temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, Suriye’deki harekâtın kısıtlı tutulması ve sivilleri hedef almamasını isteyen BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e bir mektup gönderdi. Sinirlioğlu bu mektupta “Barış Pınarı” harekâtının “orantılı, ölçülü ve sorumlu” bir şekilde yürütülmekte olduğunu ve “sivil halka zarar verebilecek çevresel hasardan kaçınmak için tüm önlemlerin alındığını” bildirdi. Bu mektup ilk gün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıklamasında yer alıp 10 Ekim’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tekrar vurguladığı cümlelerin Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesinde taahhüdüne dönüşmesi demekti.
Oylama sonrasında ilginç birkaç gelişme daha yaşandı New York’taki BM kulislerinde. Örneğin 6 Avrupa Birliği (AB) ülkesinin BM Daimi Temsilcisi ortak tavır alarak Türkiye’yi kınayan bir açıklama yaptı. Bu ülkeler Almanya, Fransa, İngiltere, Polonya, Belçika ve Estonya; İngiltere ve Fransa Konseyin veto hakkı olan daimi üyesi, Almanya ve Polonya iki yıllığına seçilmiş dönemsel üyeler. Yine dönemsel Konsey üyesi olan Müslüman ülkelerden Endonezya ve Kuveyt’in Türkiye’nin kınanmasına karşı çıkmadığı anlaşılıyor.
NATO devrede
Türkiye’nin de üyesi olduğu Batı savunma ittifakı NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg 11 Ekim’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek üzere İstanbul’a geldi.
Çavuşoğlu ile basın toplantısı biraz gergin geçti. Stoltenberg Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini anlıyoruz” dedi; ancak NATO bünyesinde Suriye harekâtıyla ilgili ortak görüş bulunmadığını söyledi. Stoltenberg, IŞİD’e karşı kazanımların harekât nedeniyle kaybedilmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Çavuşoğlu ise “Meşru endişelerinizi anlıyoruz” sözlerini “yetersiz” buldu. Türkiye doğal olarak ittifak “dayanışmasını açık ve net” görmek istiyordu. Oysa örneğin NATO üyesi Norveç, harekâtın başlamasıyla Türkiye’ye silah satışlarını durdurduğunu ilan etmişti. Çavuşoğlu, NATO müttefiklerinin inandığı sivil halk bombalanıyor propagandasının altında YPG’lilerin şehir sokaklarında lastik yakarak duman çıkarması gibi taktiklerin bulunduğunu söylemesi ilginçti.
Özetle, Türkiye’nin Suriye sahasındaki askeri zorlukların yanı sıra, diplomatik zorlukları da devam ediyor.
Ancak ABD, Rusya ve AB ülkelerinin oylama sonrası yaptığı açıklamalar ve son gelişmeler, gelinen aşamada ülkelerin Suriye’de PKK’ya karşı yürütülen harekâtta aldıkları tutumu sıralamamıza imkân veriyor.
ABD ne diyor?
Bu konuda elimizde bir ABD başkanı Donald Trump’ın akşamdan sabaha değişen Twitter mesajlarıyla ortaya çıkan Beyaz Saray tutumu, bir de ABD dışişleri ve savunma bakanlıkları kaynaklı açıklamalar var. Örneğin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile konuşması ardından ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarından” söz etmesini önemsemek gerekiyor.
Trump’ın bu gerilimi Türkiye’nin Rusya ile daha da yakınlaşmasını önleyecek ve aynı zamanda yeni ticari bağlantılar sağlayacak şekilde kullanmak istediği açık. Öte yandan “Kürtleri öldürürseniz mahvederim” gibi artık dolar kurunu dahi yerinden kıpırdatmayan sözlerle, Ankara’yı rencide etme pahasına, Türkiye’ye sert yaptırım isteyen Amerikan Kongresi tribününe oynuyor.
ABD’nin hâlihazırdaki tutumunu şöyle özetlemek mümkün: 1- Türkiye’nin Suriye topraklarında harekâtını onaylamıyor. 2- Bu harekât çerçevesinde Türkiye’ye askeri destek vermiyor, örneğin hava istihbaratını paylaşmıyor. 3- Bununla birlikte Türk askerine engel de olmuyor; YPG’nin çağrısına karşı uçuşa yasaklı bölge ilan etmiyor, bayrak dalgalandırma açısından önemi olan 50 kadar askerini geri çekiyor. 4- Karşı çıkışını siyasi değil, kendi deyimleriyle “insani” sınırlarda tutuyor; sivil Kürt nüfus ve Hristiyanların başına bir iş gelmemesi talebi gibi.
Bunun anlamı Trump’ın 2014’te Barack Obama’nın IŞİD’e karşı müttefik olarak seçtiği YPG/PKK’yla “Siz de karşılığında o kadar para, silah eğitim aldınız” diyerek yolları ayırmak ve İsrail’in itirazına rağmen Suriye’den ayrılmak niyetinde olduğudur. Bu nedenle Trump, Erdoğan’dan Barış Pınarında IŞİD’e karşı da Amerikan politikasındaki rakiplerine karşı savunabileceği hamleler yapmasını bekliyor.
Rusya ne diyor?
Gerek Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un harekâtın hemen öncesinde ve sonrasında yaptığı açıklamalardan gerekse Rusya’nın BM Büyükelçisi Vassily Nebenzia’nın Türkiye’nin kınamasına veto oyu kullandıktan sonra yaptığı açıklamalardan Rusya’nın tutumunu şöyle özetlemek mümkün: 1- Rusya, Suriye topraklarında harekâtı onaylamıyor. 2- Türkiye’nin PKK’ya yönelik güvenlik kaygılarını meşru buluyor. 3- ABD’nin PKK ile işbirliğinin Türkiye’nin harekâtına yol açtığı suçlamasında bulunuyor. 4- O çerçevede Suriye’nin Doğusunda Arap nüfusun yerine Kürtlerin yerleştirilmesi suretiyle “demografik mühendislik” yapılmasından ABD’yi sorumlu tutuyor. 5- IŞİD endişesi Rusya’da da mevcut, 6- Ankara’nın Şam’daki Beşar Esad rejimiyle yeniden ilişki kurmasını öneriyor.
Özellikle bu son madde, 16 Eylül’de Ankara’da yapılan Astana görüşmelerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında konuşulan Adana Mutabakatına örtülü atıfta bulunuyor. Erdoğan’ın Sırbistan ziyareti dönüşünde Barış Pınarının hukuki gerekçesi olarak söz ettiği Adana Mutabakatı, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin baskısıyla Suriye’den sınır dışı edilmesi ardından 19 Ekim 1998’de Bülent Ecevit hükümetiyle Şam yönetimi arasında imzalanmıştı ve ortak bir komisyon yoluyla terörle ortak mücadele öngörüyordu.
AB ne diyor?
BM Güvenlik Konseyi oylaması sonrasında bir grup AB Büyükelçisi tarafından yapılan açıklamada Türkiye’yi harekâta son vermeye çağırması AB başkentlerinde yaşanan sıkışmayı gösteriyor. Bir yandan iç politika baskılarıyla yeni bir göç dalgasından endişe eden AB başkentleri diğer yandan IŞİD üyesi olup PKK’nın elinde tutuklu bulunan vatandaşlarının serbest bırakılıp dönmesinden, diğer yandan da özellikle Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de örgütlü PKK’nın kendi ülkelerinde yapacağı eylemlerden kaygı duyuyor.
AB bu sıkışma nedeniyle Komisyon olarak Türkiye’yi kınayamadı henüz: Macaristan’da bir Müslüman göçmen daha görmek istemeyen Victor Orban, Türkiye’nin Suriye’de başarıya ulaşması halinde göçmenlerin Suriye’ye döneceği vaadini dikkate alarak, kınamayı veto etti. Ancak AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in “Türkiye bizden Güvenli Bölge için para istiyorsa vermeyiz” sözleri Ankara’yı özellikle kızdırdı. Erdoğan 10 Ekim’de “Paranızı istemeyiz ama 3,6 milyon göçmeni de size göndeririz” diye sert bir çıkış yaptı.
AB ülkelerinin tutumu şöyle özetlenebilir: 1- Türkiye harekâtı durdursun, 2- Göçmen geçişine engel olmayı sürdürsün, 3- Göçmenlerin Suriye’ye dönüşü için bizden yardım istemesin, 4- AB vatandaşı IŞİD’çilerin dönüşüne de engel olsun.
Bu talepler içinde Türkiye’nin kaygılarının da, çıkarlarının da ABD ve Rusya’nın dile getirdiği kadarından dahi uzak olduğu anlaşılıyor. AB’nin tutumunun ikircikli, muğlak ve sonuç almaktan uzak olduğu görülüyor.
Ümmet ne diyor?
Açık konuşmak gerekirse Pakistan bir yana, Erdoğan Müslüman ülkelerinden ABD ve Rusya’dan gördüğü kadar dahi anlayış görmedi. Hayal kırıklığı 10 Ekim’de AK parti İl Başkanlarına yaptığı konuşmada Suudi Arabistan ve Mısır’a sert sözlerle yüklenmesinden görülebiliyordu. Türkiye 2015 yılında Suud Kralı Abdullah’ın ölümü nedeniyle üç gün milli yas ilan etmişti.
Arap Birliği Türkiye’yi oybirliğiyle kınadı; kınama oyu verenler arasında Türkiye’nin her türlü desteği verdiği Filistin de vardı. Dahası, Erdoğan’ın AK Parti hükümetinin Arap dünyasındaki en büyük dostu, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri 2017’de ablukaya aldığında Türk askerini destek için gönderdiği ve 2019’da tank fabrikası hisselerini satacak kadar güvendiği Katar da Arap Birliğinin üyesi.
13 Ekim’de yine Barış Pınarı harekâtı gündemiyle toplanacak Arap Birliği üyelerinin Türkiye’den diğerlerinde gördüğümüz türden belirlenmiş talepleri de yok; Erdoğan’ın şahsından da öteye, Türkiye karşıtlığının öne çıktığı gözleniyor.
Rusya ile birlikte Türkiye’nin Astana sürecindeki ortağı İran da, Suriye harekâtına karşı sert tepki veren ülkeler arasında bulunduğunu kayda geçmek gerekiyor.
—————————————-
Kaynak:
https://yetkinreport.com/2019/10/11/suriye-icin-abd-rusya-ab-ne-diyor-ummet-ne-diyor/