Suriye ve Filistin’le birlikte Lübnan’da da dengeler sarsılıyor

Tam boy görmek için tıklayın.

Ayhan DOĞANER

Lübnan’da 9 Ocak’ta Parlamento’da yapılan oylamada, iki yıldır boş olan Cumhurbaşkanlığı makamına Hizbullah karşıtlığı ve Batı’ya, Fransa ile ABD’ye yakınlığıyla ile bilinen Ordu Komutanı Joseph Aoun seçildi.

Suriye’deki rejim değişikliğinden tam bir ay sonra, İsrail-Hamas ateşkesinden birkaç gün önce, Lübnan’da 9 Ocak’ta Parlamento’da yapılan oylamada, iki yıldır boş olan Cumhurbaşkanlığı makamına Hizbullah karşıtlığı ve Batı’ya, Fransa ile ABD’ye yakınlığıyla ile bilinen Ordu Komutanı Joseph Aoun seçildi. İşin ilginç yanı seçimin ikinci turunda Hizbullah’ın da -çaresizce- Aoun için oy kullanmasıydı.

Cumhurbaşkanı ilk olarak Uluslararası Adalet Divanı Başkanı Navaf Salam’ı Başbakan olarak görevlendirdi. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Navaf Salam, hukukçu, akademisyen ve diplomat. Yıllarca Uluslararası Adalet Divanı’nda yargıç, başkan olarak görev yaptı. Yüzü Batıya dönük. Bugün Avrupa’nın birçok başkentinde görevde olan Başbakanlardan çok daha donanımlı. Ancak Lübnan gerçekliğinde bu donanımı kullanabilme becerisi ve imkânı tartışılır.

Türkiye Suriye’deki nüfuz alanını arttırırken Lübnan’da adeta ABD, Fransa ve Suudi Arabistan koalisyonu kuruldu; İsrail ise gölge koalisyon üyesi.

Bölgesel ve küresel aktörler, kuralların terk edildiği yeni dünya düzeni içinde Orta Doğu’da konfor ve çıkar alanlarını sil baştan oluşturuyorlar.

Lübnan yeniden şekillendiriliyor

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve HTŞ lideri Ahmet Al Şara, Hazreti Adem’in, kardeşi Kabil tarafından öldürülen oğlu Habil’in türbesinin bulunduğuna inanılan 1200 metrelik Kasiyun Dağından Şam’ı izlerken ufukta Suriye’nin güneyi, halk hareketlerinin ilk çıktığı şehir Dara, hemen yanı başında ise Dürzilerin yerleşim merkezi Sveyda var. Bu bölgede Arap aşiretleri ve Dürzilerin HTŞ yönetimine şüpheci, tedirgin bakışları biliniyor. Körfez Emirliklerinin nüfuz alanındaki Güneyli Kuvvetler ve Dürziler, emin olmadan silah bırakmak istemiyorlar.

Lübnan’da iç siyasi çatışmaların yanı sıra, hukuki ve ekonomik problemler, yolsuzluklar had safhada. Lübnan’da yeni Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın isimleri yolsuzlukla mücadelede Lübnan halkı nezdinde iyimser beklentileri arttırdı.

Sünni toplum, Sünni Başbakan’dan, birikmiş sorunların çözümünü bekliyor.

ABD, Fransa, İsrail ve S. Arabistan ise Lübnan’ı çok mezhepli yapısı içinde kendi bakış açılarını yansıtacak toplumsal bir barış arayışında. Hizbullah karşıtlığı hepsinin ortak noktası. S.Arabistan dışındaki Batılı ülkelerinin bir diğer önceliği ise İsrail’in bölgesel güvenliği.

Beyrut’ta değişen dengeler

Bölgesel konjonktür Lübnan’da, ABD ve Batı koalisyonunun amaçlarını destekliyor. ABD ve Fransa ikilisi, Hizbullah ve Hamas’ın yenilgisi, Hamas ile son ateşkes süreci, Suriye’de ki rejim değişikliği ile birlikte Lübnan’da tarihi bir fırsat yakaladı. Buna S.Arabistan’ın Sünni siyasi etkisi ve finansman desteğini de eklemek lazım.

Lübnan’da merhum Başbakan Refik Hariri ile yapılmak istenilenler, 20 yıl sonra tekrar gündemde. Bu sefer süreci suikastla baltalamak isteyecek Hizbullah/İran ve Suriye faktörü gündemde değil. Ama burası Beyrut; suikastlar denince ilk akla gelen yerlerden.

Bir ay öncesine kadar Hizbullah’ın kontrolünde olduğu bilinen Beyrut Havalimanı’nda İran Havayollarına ait bir uçaktan inen İranlı diplomatın beraberindeki diplomatik kurye çantasının açılması, İranlı diplomatın bu duruma direnememesi, İran uçağının ve kargosunun aranması, Beyrut’ta güç dengelerinin birkaç hafta içinde nasıl değiştiğini göstermesi açısından önemli.

Hamas ve Filistin İslami Cihad’ın (FİC) Beyrut ofisleri ve ülke genelinde yer alan 14 ayrı Filistin kampları da Lübnan’daki yeni süreçten paylarını düşeni alacak gibi.

Lübnan’da parlamento sorunu

Lübnan’da 18 parçalı etnik, dini ve mezhebi siyasi yapının Parlamento ve Devlet yönetiminde de temsili konusunda sorunlar var.

Siyasi ve idari sistem, 1932 yılında yapılan ve Fransa tarafından Hristiyanlar lehine manipüle edildiği iddia edilen nüfus sayımı üzerine kurulu. Ancak Lübnan’da son bir asır içinde demografik yapı Hristiyanlar aleyhine, Müslümanlar lehine değişti. Sünnilerin ve özellikle Şiilerin nüfus artış oranları Hristiyan nüfusuna göre oldukça yüksek. Bugün için Lübnan’da toplam nüfus içinde Müslüman nüfus oranının yüzde 65’in üzerinde olduğu değerlendiriliyor. Hristiyanlar, bugün nüfusun yüzde 30’nu oluştururlarken, 1932 yılı nüfus sayımı dikkate alınarak Parlamentoda yüzde 50 oranında temsil hakkına sahipler. Bu durum Lübnan’da yeni çatışma alanları yaratacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Suriye’de olduğu gibi Lübnan’da da süreç kırılgan, provokasyonlara açık. Sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor.

Lübnan’dan Suriye’ye bakış

Lübnan’da Osmanlı’dan sonra Sünniler, S.Arabistan’ın muhtelif girişimlerine rağmen, ezilen, sosyoekonomik durumu zayıf bir toplum. İç savaştan sonra iktidara gelen Sünni Başbakanlar ait oldukları Sünni tabanın sorunları ile ilgilenmediler. Sünni nüfusun yoğun olduğu Lübnan’ın ikinci büyük kenti Trablusşam (Tripoli)’a yapılan kamu yatırımları yıllardır yetersiz, işsizlik had safhada. Bu durum Lübnan’ın kuzeyinde Sünni nüfusun selefi-tekfiri-cihadi örgütlere ilgisini arttıran en büyük etken. Bölgedeki Filistin kampları da süreci destekliyor. Bugün Lübnan’ın kuzeyinde Suriye sınırında Sünnileri durduracak Hizbullah da yok.

Mevcut konjonktürde Lübnan’ın kuzeyinde Sünniler, Şam’daki HTŞ yönetimi ve Türkiye’nin Suriye’deki politikalarını yakından ve heyecanla takip ediyorlar. Hayalleri yıllar sonra Suriye’de gerçek oldu. Neden Lübnan’ın kuzeyinde de olmasın?

Lübnan’ın kuzeyinde Trablusşam ve Akkar’ı içine alan, tarihsel derinliği de olan artan bir tehdit var. Şimdiden önlemler alınmalı, Suriye’deki gelişmeler bu yönüyle de analiz edilmelidir.

  1. Arabistan Lübnan’ın kuzeyinde Sünni bölgede dengeleyici bir rol üstlenmek isteyebilecektir. Ya da ABD bunu S.Arabistan’dan talep edebilecektir.

Suriye’den Lübnan’a bakış

Kasiyun Dağı’ndan batıya bakıldığında Lübnan ve Golan tepelerini, daha ileride İsrail’i görebilirsiniz. İsrail Ordusu doğan fırsattan istifadeyle tek kurşun atmadan Şam’ın kapısına dayandı, duracağı yere kendisi karar veriyor. Dur diyen, karşı koyan otorite yok.

HTŞ’nin Suriye’de geçiş sürecinde her daim vurguladığı “Suriye’nin tüm halkını, azınlıkları kucaklayıcı, kapsayıcı bir idari ve siyasi sitemin kurulacağı” sözlerini hayata geçirebilmesi halinde sorun yok. Ancak Suriye’de azınlıklara vadedilen hususlarda yakın bir gelecekte ilerleme sağlanamaz ve mevcut süreçte bir kırılma yaşanırsa, Suriye’deki Hristiyan ve Alevi/Nusayri azınlığın gideceği adres Lübnan olacaktır. Lübnan açısından da bakılacak olursa, Lübnan’da Hristiyan nüfusun, Şii nüfus artışına karşın desteklenmesine ihtiyaç var.

Lübnan’da Osmanlı döneminden beri Hristiyanların özerklik, bağımsızlık arayışları olduğu biliniyor. Bu da bölgesel ve küresel jeopolitik aktörler tarafından dikkate alınmalı. İsrail’in Lübnan sınırında şekillenecek bir Hristiyan devleti, İsrail’in güvenliği açısından da önemli olmalı.

İsrail’in Lübnan’daki konumu

Lübnan ve İsrail arasındaki ateşkes görüşmelerine aracılık eden Amerikalı özel temsilci Amos Hoschstein İsrail’e göç eden Yahudi bir ailenin oğlu; Kudüs doğumlu. İsrail Ordusu’nda teğmen rütbesinde görev yaptı. Lübnan İsrail arasında 27 Ocak’ta sona erecek iki aylık ateşkesin yenilenmesi için gayret ediyor. Ancak mevcut ateşkes süreci BM verilerine göre İsrail tarafından 800’den fazla ihlal edildi. Hizbullah ise daha az sayıda ihlal ile İsrail’e cevap verdi.

İsrail, bölgede son dönemde yaşanan jeopolitik gelişmeler ile birlikte kuzey sınırlarında güvenliği sağladı. Hizbullah’ın BM’nin 1701 sayılı kararlarına uygun olarak Litani Nehri’nin güneyine çekilmesi, Hizbullah’tan boşalan Lübnan sınırına Lübnan Ordusu’nun yerleşmesi bekleniyor. BM gücü UNIFIL konumunu koruyor.

Sırada Hizbullah’ın silahlarını Lübnan Ordusuna devretmesi var, ancak bu kısa ve orta vadede mümkün gözükmüyor. Önümüzdeki konjonktürde Hizbullah dayandığı güçlü Şii nüfus ile siyasi alanda faaliyetlerine devam ederken askeri yapısının geleceği konusunda karar vermek zorunda. Bu İran’ı, birçok bölgesel ve küresel aktörü de da içine alan büyük resmin küçük ama önemli bir parçası.

İsrail’in Suriye’deki konumu

İsrail, Suriye’de rejim değişikliği ile birlikte Golan tepelerindeki tampon bölgeyi aşarak Suriye ve Lübnan sınırı boyunca stratejik noktalarda yeni kazanımlar elde etti. İsrail Ordusu ayrıca Şam’a 25 km. mesafeye kadar ilerledi. Arap basını, “İsrail’in kendi sınırlarından 15 km derinlikte İsrail savunma güçlerini konuşlandırırken devamında 65 km’lik derinlikte ikinci bir kontrol alanı, tampon bölge tesis etme” amacında olduğunu iddia ediyor. Bu ise doğrudan Suriye’nin egemenlik haklarının ihlali anlamına geliyor.

İsrail Ordusu ayrıca Suriye’nin tüm kara, deniz ve hava kuvvetleri envanterindeki silahları, kışlaları imha etti. Muhaberat teşkilatları da İsrail’in saldırılarına hedef oldu.

İsrail için bir diğer stratejik hedef, Suriye, Lübnan ve İsrail’deki Dürzileri tek bir çatı altında ayrı bir devlet olarak birleştirmek. Bu gerçekleşirse İsrail’in Lübnan ve Suriye sınırları boydan boya güvence altına alınacaktır. Ancak bu Suriye ve Lübnan’ın toprak bütünlüğünü tehdit edecek bir gelişme. Lübnanlı Dürzi lider Velid Cumblat, İsrail’in bu hamlelerine karşı net bir duruş sergiliyor.

İsrail’in SDG’ye desteği

İsrail, yine Suriye topraklarına başka bir devlet dışı aktör, ABD ve PKK güdümlü vekil güç SDG’ye destek veriyor, müttefik olarak tanımlıyor. Burada hedef tartışmasız Türkiye.

Ürdün ve Filistin Devleti’nin hüküm sürdüğü Batı Şeria’nın komşu olmaları, İsrail’in güvenliği açısından önemli. İran doğacak ilk fırsatta bu alanı, vekil güçlerinin lojistik ihtiyaçları için kullanabilecektir. Kısaca, İsrail için Suriye ve Lübnan’da güvenlik endişeleri giderildikten sonra yakın gelecekte dikkatini yönlendireceği alan, Ürdün ve Batı Şeria sınırı olacaktır.

Suriye ve Lübnan’da yaşanmakta olan gelişmeler jeopolitik alanda önemli sonuçlar doğurabilecek, siyasi fay hatlarını tetikleyecek nitelikte. Suriye ve Lübnan’ın toprak bütünlüğü önemli. Devamında Irak’ın toprak bütünlüğü akla geliyor.

Aksi takdirde Lübnan’da, Suriye’den olası katılımlarla, bağımsız bir Hristiyan devleti, Suriye’de ise Lübnan’ın kuzeyinden katılımla güçlü, selef, tekfiri ve cihatçı radikal unsurları da içine alan bir Sünni yapı akla gelebilecektir. Bu bölünmüşlük, Suriye’de Kürtlere ve Dürzilere de alan yaratabilecektir.

SGD, ABD, IŞİD ve Türkiye

Bir diğer risk ise Suriye’de halen SDG kontrolündeki cezaevlerinde tutulan 10 bin kadar IŞİD’li. Kamplarda yaşayan aileleri ile birlikte sayılarının 20 binin üzerinde olduğu tahmin edilen bu yapı kimin kontrolünde olacak?

Bu SDG‘li veya SDG’siz sürdürülebilir bir süreç değil. Bölgenin mevcut şartları İslami radikal hareketleri destekler, besler nitelikte. Batılı ülkeler İŞİD üyesi tutuklu ve kamplarda yaşayan kendi vatandaşlarını almalı, kendi ülkelerinde cezaevlerinde süreç devam etmelidir.

İŞİD ile ilgili bu süreç, Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin güvenliğini yakından ilgilendiren küresel bir tehdittir. Bu konuda Türkiye, Suriye, Avrupa ve ABD ortak çalışma mekanizmalarını bir an önce kurmalıdır.

Son olarak Donald Trump’ın görev başlaması ile ABD ve İsrail’in olası İran planlamalarıysa bölgeyi daha da ateş çemberine çevirecek riskler barındırıyor.

Türkiye, Suriye’de mevcut kazanımlarını korumak, sürdürmek ve sınır güvenliğini sağlamak zorundadır. Türkiye bölgesel barış için rasyonel bir güvenlik ve çok yönlü dış politika uygulamak, sahip olduğu milli güç unsurlarıyla, bölgedeki olası riskleri tek başına yüklenmek yerine, sürece bölgesel ve küresel aktörlerin yapıcı katkısını sağlamalıdır.

(Foto: Reuters/MOHAMED AZAKIR)

————————————

Kaynak:

https://yetkinreport.com/2025/01/17/suriye-ve-filistinle-birlikte-lubnanda-da-dengeler-sarsiliyor/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen