Kamuoyumuz günlerdir Suriyeli sığınmacılara Türk vatandaşlığı verilip verilemeyeceğini tartışmaktadır. Esasen konunun enine boyuna tartışılması da gerekmektedir. Zira, bu konu neredeyse yüzyıllık cumhuriyet tarihimizin, kanımca, en hayati konularından biridir. Dilleri, gelenek-görenekleri, düşünce yapıları, hayat tarzları Milletimizden çok farklı olan bir millete mensup milyonlarca kişinin bir anda Türk vatandaşlığına geçirilmesi elbette ki burada sıralanamayacak kadar çok ve derin sonuçları olacaktır. Yazının amacı, bu sonuçlardan bazılarını okuyucuların dikkatine sunabilmektir.
Öncelikle, sığınmacıların ülkemize geliş nedenleri nazara alınarak vatandaşlık verilmeden sağlanan imkanlar ile vatandaşlık verilmesi halinde sağlanacak imkanların karşılaştırılarak sonuçların ülkemize olacak olağan etkilerinin değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda, sığınmacıların ülkemize asıl geliş nedenlerinin Suriye’de yaşanan iç savaş dolayısı ile hayatta kalabilmek olduğu herkesin malumudur. Peki, hayatta kalabilmek için Türk vatandaşlığı verilmesi ne kadar gereklidir? Eş söyleyişle, Suriyeli sığınmacıların, sığınmacı statüleri devam ettirilerek ülkelerindeki savaş bitene kadar ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatta kalmalarını sağlamak mümkün değil midir?
Yaşam hakkı (Anayasa m.17), zorla çalıştırma yasağı (m.18), din ve vicdan hürriyeti (m.24), eğitim hakkı (m.42), sağlık hakkı (m.56) gibi haklar, anayasamız ve uluslar arası sözleşmelerle herkese tanınmış olup, kişilerin bu haklarını savunabilmesi için vatandaşlık gibi herhangi bir statüde bulunma şartı aranamaz. Zira bu tür haklar, kişilerin doğuştan sahip oldukları doğal haklarıdır. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı (m.67), kamu hizmetine girme hakkı (m.70), vatan (askerlik) hizmeti (m.72) gibi haklar ise tamamen bir devletin vatandaşı olma nedeni ile vatandaşlara verilen ve devlet görevi ile devlet yönetiminde bulunmayı sağlayan haklardır.
Şimdi de belirtilen haklarla sığınmacıların konumunu kıyaslamak yerinde olacaktır. Bu karşılaştırmayı ise iki gruba ayırarak yapalım:
- Can güvenliği için ülkemize ve devletimize sığınan sığınmacıların yaşam haklarının devletimizce korunduğu zaten ortadadır. Bunun dışında zorla çalıştırma ve angarya yasağı da sığınmacılar için uygulanmakta olup sığınmacılara çalışma izni verilmiştir. Hatta birçok sığınmacının kendi alfabeleri olan Arap alfabelerini dahi kullanarak iş yeri açmakta özgür olduğuna çevremizde şahit olmaktayız. Yine sağlık ve eğitim haklarının kullanılmasında devlet tüm imkânlarını seferber etmiş durumdadır. Hatta özellikle sosyal medyada sığınmacılara Türk vatandaşlarından daha çok eğitim ve sağlık yardımı yapıldığına ilişkin eleştiri ve paylaşımlar göze çarpmaktadır.
- Siyasi hak ve ödevler ise az önce belirtildiği üzere sadece Türk vatandaşlarına tanınan haklar olup, geneli Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tamamen iç işleri alakalı olan, devlet yöneticilerinin, kamu çalışanlarının ve vatan hizmetinin belirlenmesi gibi hususların düzenlendiği haklardır. Görüleceği üzere bu hakların temel özelliği hak sahiplerinin sırf insan olması sebebi ile doğuştan kazanmış oldukları haklar değildir. Bu haklar, mensubu oldukları devletin yönetiminde söz sahibi olabilmesi için devletin kurucu unsur olan vatandaşlarına verilen haklardır.
Bu kıyaslamadan da görüleceği üzere, yaşam, sağlık, eğitim gibi haklarının engellenmesi sebebiyle ülkelerinden ayrılan sığınmacıların ihtiyaçları okulla, hastaneyle, maddi yardımla sığınmacı statüsünde de karşılanabilmekte iken vatandaşlık verilmesi ne gibi bir ihtiyacı karşılayacaktır?
Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre “millet”, “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus” demektir. Görüldüğü gibi millet olabilmek için bir takım bir takım değerlerin ortak olması gerekmektedir. Suriyeli sığınmacılar ile sadece din birliği bulunduğu; din birliğinin ise millet olmanın unsurlarından biri olmadığı göz önüne alındığında, bir takım yasal düzenlemelerle, “sun’i bir millet” ortaya çıkarmanın ülkemize veya Suriyeli sığınmacılara bir faydası olmayacağı gibi bir takım sorunları da beraberinde getirecektir. Şöyle ki; (Bu hususların da maddeler halinde sıralanmasında fayda görüyorum.)
- Tarihteki Türk devletlerinin en büyük özelliklerinden biri olan ve “Her Türk asker doğar” şeklinde deyimleşen ordu-millet anlayışının bir sonucu da Anayasamızda vatan hizmeti olarak geçen zorunlu askerliktir. Suriyeli sığınmacılara Türk vatandaşlığı verildiğinde, askerlik şartların taşıyanların, askerlik görevini yapmaları gerekecektir. Bu durumda silahlardan uzaklaşmak için ülkemize gelen şahısların tekrar silah altına alınması hem sığınmacılar için ne kadar faydalı olacaktır? Milyonlarca sığınmacının bilgilerinin toplanması mümkün olmadığı düşünüldüğünde, vatandaşlığa alınanların askere alınması ordumuz ve devletimiz için ne kadar güvenli olacaktır? Sığınmacıların vatandaşlık verilerek askerlik yükümlülüğünden muaf tutulmaları veya vatan hizmetini askerlikten farklı bir şekilde yerine getirmelerine karar verilmesi de olasılıklar dahilinde pek görülmemektedir. Zira, anılan durum Anayasamız ve evrensel hukuktaki eşitlik ilkesine aykırı olacağı gibi halk arasında da huzursuzluk yaratması muhtemeldir.
- Bir diğer durum ise toplamda kamplaşma oluşması gibi bir tehlikeye neden olabilecektir. Zira, ülkemizdeki sığınmacı sayısının milyonlarla ifade edildiği gibi yukarıdaki TDK tanımındaki unsurlar arasında da farklılıklar bulunmaktadır. Hal böyle olunca sığınmacılar ya dil ve gelenek-görenek birliği için kendi özelliklerini kaybederek milletimizle uyum sağlayacak ya da çok ciddi bir sayıya sahip oldukları için toplumumuzda kendilerine ayrı bir grup oluşturarak kamplaşacaklar ve özgürce taşınmaz sahibi olacakları için gettolar meydana getireceklerdir. Kaldı ki şimdiden sadece Suriyeli sığınmacılara hitap eden iş yerlerinin açılmaya başlanması, kamplaşmanın somut bir göstergesi değil midir? Bu durum ise zaten terör belasından kurtulmaya çalışan milletimiz ve devletimiz için yeni sorunlar doğurmayacak mıdır?
- Terörist başı Abdullah Öcalanın yıllarca Suriye’de saklandığı gibi terör örgütü PKKnın da Suriye’de kamplarının olduğu bilinmektedir. Ülkemizde zaman zaman ayrılıkçı politikalar izleyen, birçok üyesi hakkında PKK üyeliği nedeni ile adli soruşturma yapılan, partinin kazanmış olduğu belediyelerin PKKya yardımda bulunduğu TV ve gazetelerde çıkan ve terör örgütü ile bağını koparamamış bir partinin olduğu ülkemizde, dili, gelenek görenekleri, ülküsü, tarihi farklı bir “millet grubu”nun ayrılıkçı politika izleyemeyeceğinin garantisi verilebilir mi? Suriye’de yer alan terör örgütlerinden birinin üyelerinin, en azından sempatizanlarının da milyonlarca kişi arasında vatandaşlığa alınmayacağının garantisi verilebilir mi? Hatay ile alakalı olarak Suriye ile yıllarca sorun yaşadığımızı hatırlarsak, vatandaşlığa alınan sığınmacıların ayrılıkçı politika izleyerek Hatay üzerinde hak iddia etmeyeceklerinin garantisi var mıdır?
Bu konuda bazı basın organlarında çıkan haberler ise gerçekten şaşırtıcı olduğu gibi gerçeği de yansıtmamaktadır. Biraz daha açmak gerekirse, vatandaşlık verildiğinde Suriyeli sığınmacılar artık yabancı olmayacağı için (!) gettolar oluşturmayacağı; ekonomimize yeni iş gücü kazanılacağı; vatandaşlığa alınan sığınmacılardan vergi alınacağı; askerlik yapacağı ve oy kullanacağı şeklinde haberler yapılmıştır. Öncelikle, insanları gettolar oluşturmaya iten hukuki yabancılık değil, fiili yabancılıktır. Zira, Suriyeli sığınmacılar, yukarıda belirtilen şekilde, milletimize dil, gelenek-görenek, ülkü, tarih açısından yabancıdır ve vatandaşlık statüsü bu yabancılığı ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, Suriyeli sığınmacılar vatandaşlığa alındığı takdirde, yabancıların taşınmaz edinmelerine ilişkin sınırlamalardan etkilenmeyecekler ve kısıtlama olmaksızın taşınmaz satın alarak bir araya toplanıp getto oluşturmaları daha da basitleşecektir. İş gücü ve vergi alınması konusuna gelince de vatandaşlık verilmesinin şart olmadığı görülecektir. Zira, hali hazırda ülkemizde Suriyeli sığınmacılar ve başka yabancılar çalışma izni ile ülkemizde çalışabilmekte ve kazançları zaten devlet tarafından vergilendirilmektedir. Ülkemizde halen yürürlükte bulunan 4817 s. Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile yabancılara çalışma izni verilebilmekte iken vatandaşlık verilmesi halinde istihdam sağlanacağı şeklindeki haberler ne kadar gerçeği yansıtmaktadır? Benzer açıklamalar vergilendirme için de geçerlidir. Devletler, kendi ülkesinde kazanç sağlayan herkesten kural olarak zaten vergi almaktadır. Ayrıca, vergi almak devletin tekelinde olup, diğer devletlerin veya bir kurumun müdahalesinin mümkün olmadığı göz önüne alındığında, Suriyeli sığınmacıların ülkemizde elde ettikleri gelirlerin vergilendirilmesinde hiçbir engel olmadığı; vergilendirme için vatandaşlığın da şart olmadığı görülecektir. Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesinin en önemli sonucunun askerlik ve oy kullanma hususunda olacağı yukarıda belirtilmiş ve açıklamalarda bulunulmuştu. Bu nedenlerle de böyle hayati bir konuda yapılan her habere özellikle de gerekçesiz bir şekilde yapılan açıklamalara hemen itibar etmemek; haber konusunda biraz kafa yormak gerekmektedir.
Bir diğer kafa karıştırıcı husus ise Suriye’deki iç savaştan kaçan mağdurların çok büyük bir kısmının sadece Türkiye’ye gelmiş olmasıdır. Gerçekten de Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesi ülke içerisinde karışıklığa sebep olmayacaksa neden aynı kültürü paylaştıkları diğer Arap ülkeleri vatandaşlık vermemektedir? Suriyeli sığınmacılar iş gücü sağlayacak ise neden genç nüfus ihtiyacı duyan Avrupa ülkeleri vatandaşlık vermek yerine kendilerine gelen sığınmacıları Türkiye’de tutmak istemektedir?
Hukukumuzda istisnai yolan Türk vatandaşlığının nasıl kazanılacağına da değinilmesi gerekir. Bu husustaki düzenleme 5901 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu (TVK)’nun 12. maddesinde yer almaktadır.1 Bu düzenlemeye göre istisnai yoldan Türk vatandaşlığına alınmanın şartları;
- Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak;
- İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunun kabul kararı vermesi;
- Kanunda belirtilen yabancılardan olmak.
Kanunda belirtilen yabancılar ise şunlardır:
- Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.
- Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.
- Göçmen olarak kabul edilen kişiler.
Şartları değerlendirdiğimizde milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından duyulan endişeler zaten yukarıda belirtilmiştir. Kişi şartı olarak ise milyonlarca sığınmacının hepsinin ülkemize belirtilen alanlarda olağanüstü hizmetinin geçmesi düşünülemez. Yine milyonlarca sığınmacının vatandaşlığa alınmasının zaruri olmadığı gibi kayda değer faydasının da olmayacağına ilişkin görüşler yukarıda anlatılmıştır. Burada göçmen olarak kabul edilen kişilere değinmek gerekmektedir. 5543 sayılı İskan Kanununun 3. maddesinin d bendinde göçmen, “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır.” şeklinde tanımlandığına göre Suriyeli sığınmacıların göçmen olarak kabulü de mümkün değildir. 2013 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın akraba topluluk olduğumuz ve aynı dili konuştuğumuz Ahıska Türkleri ile alakalı olarak “4500 kişiyi istisnai yoldan Türk vatandaşlığına alamam. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Bunun bir ölçüsü var. 5 kişi olsa hemen alalım.” demesi, istisnai yoldan milyonlarca kişinin vatandaşlığa alınamayacağı yönündeki görüşü destekler nitelikte bir açıklamadır.2 TVK.m.12 gereğince istisnai yoldan Türk vatandaşlığına alınabilecek kişilerden olmalarına karşın 4500 Ahıska Türkü’nden oluşan topluluğun dahi istisnai yoldan Türk vatandaşlığına alınamayacağı söylenmesine karşın milyonlarla ifade edilen sığınmacıların istisnai yoldan vatandaşlığa alınacağının söylenmesi büyük bir çelişki değil midir?
Giriş kısmında konunun Cumhuriyet tarihinin en önemli konularından biri olarak görülmesi ve bu ciddiyetle yaklaşılması gerektiği belirtilmiştir. Bu ciddiyetin nedenlerinden biri de eğer vatandaşlığa alınma işlemi gerçekleşir ve yukarıda belirtilen sıkıntılar baş gösterirse yapılan işlemin geri dönüşü neredeyse imkansız olmasıdır. Zira, Anayasa m.66’da vatandaşların, vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamayacağı ve vatandaşlıktan çıkarma kararına karşı yargı yolunun kapanamayacağı belirtilmiştir. Yine 5901 s. Türk Vatandaşlığı Kanununun 29 ve 30. maddelerinde3 konu düzenlenmiş ve 29. maddede vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemlerin neler olduğu tahdidi olarak sayıldıktan sonra 30. madde ile vatandaşlığı kaybettirme kararının Resmi Gazete’de yayımlanması ile hüküm ifade edeceği ve kararın şahsi olduğu; ilgilinin eş ve çocuklarını etkilemeyeceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden de görüleceği üzere, vatandaşlıktan çıkarma için 29. maddede belirtilen fiillerin işlendiğinin resmi makamlarca tespiti gereklidir. Vatandaşlığa alınma üzerine belirtilen sorunların baş göstermesi halinde milyonlarca kişinin vatana bağlılıkla bağdaşmayan fiiller işlediğinin resmi makamlarca tespitinin; milyonlarca kişi hakkında tek tek Bakanlar Kurulu kararı alınmasının imkansız olduğundan bahsetmeye lüzum dahi yoktur.
Özet olarak, Suriyeli sığınmacı sorunu vatandaşlık verilmeden maddi kaynaklarla çözülmesi sorunun geçici olarak kalmasını sağlayacağı gibi yukarıda belirtilen sorunların yaşanmasını da önleyecektir. Vatandaşlığa alınma işleminin gerçekleşmesi ise sorunun çözümüne katkı sağlamayacağı gibi başka bir takım sorunlara yol açabilir. Bu nedenle kanımca en sağlıklı yöntem sorunun ulusal sorunumuzmuş gibi vatandaşlık yöntemi ile değil uluslar arası topluma daha çok baskı yapılarak uluslar arası zeminde dile getirilerek Suriye’de devam eden iç savaşın sonlandırılması ve ardından sığınmacıların güvenli bir şekilde ülkelerine dönmesinin sağlanması şeklinde çözülmeye çalışılmalıdır. Bunun mümkün olmaması halinde ise böylesine kalabalık bir “iş gücü”nden (!) Avrupa ülkelerinin de faydalandırılması yoluna gidilerek sığınmacıların Avrupa ülkelerine gidişi sağlanmalıdır. Tüm bunların mümkün olmaması halinde ise en azından, kişilerin geçici, millet ve devletin kalıcı olduğu göz önüne alındığında, milletin ve devletin kaderini belirleyecek bu denli önemli kararın yine milletçe verilmesini sağlanmalıdır.
KAYNAKLAR
- 5901 s. TVK.m.12 hükmü şu şekildedir: “Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla Bakanlığın teklifi, Bakanlar Kurulunun kararı ile aşağıda belirtilen yabancılar Türk vatandaşlığını kazanabilirler. a) Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler. b) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler. c) Göçmen olarak kabul edilen kişiler.”
- Belirtilen konuşmanın ilgili bölümü https://www.youtube.com/watch?v=UYqh-xfy9w4 linkinde yer almaktadır.
- Türk vatandaşlığını kaybettirme
MADDE 29 – (1) Aşağıda belirtilen eylemlerde bulundukları resmi makamlarca tespit edilen kişilerin Türk vatandaşlığı Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kaybettirilebilir. a) Yabancı bir devletin, Türkiye’nin menfaatlerine uymayan herhangi bir hizmetinde bulunup da bu görevi bırakmaları kendilerine yurt dışında dış temsilcilikler, yurt içinde ise mülki idare amirleri tarafından bildirilmesine rağmen, üç aydan az olmamak üzere verilecek uygun bir süre içerisinde kendi istekleri ile bu görevi bırakmayanlar. b) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde Bakanlar Kurulunun izni olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler. c) İzin almaksızın yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar.
Türk vatandaşlığının kaybettirilmesinin geçerliliği ve sonuçları
MADDE 30 – (1) Türk vatandaşlığının kaybettirilmesi Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren hüküm ifade eder. (2) Kaybettirme kararları şahsidir, ilgilinin eş ve çocuklarına tesir etmez.