Tuhaf bir soru değil mi? Sûriye, büyük çoğunluğun başına çöreklenmiş bir azınlık diktatörlüğünün zulmünden yeni kurtulmuş, hemen her kurumunu yeni baştan kurmak durumunda olan, halkı perişan bir ülke. Nasıl oluyor da, oradaki halkın durumu bizimkinden daha iyi imiş gibi böyle bir soru sorulabiliyor?
Pek âlâ, durumumuza bakalım: bir ülkeyi yöneten, daha iyi duruma getirecek olanların, o ülke halkının aydınları olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak soralım: Türkiye’de “aydın” olarak kabûl edilen diplomalı vatandaşlarımız mı, yoksa, Sûriye halkının aydınları, ileri gelenleri, etkili durumda olanları mı daha hürdür?
“Aydın” denilenlerimizin söylediklerine, yazdıklarına, tartıştıklarına bakıyorsunuz: Anayasımızde ‘değişiklik’ konusunda, hemen hepsinin zihninde, ‘asla dokunulmaması gereken (!) laiklik TABUsu vardır! “aydın”larımızın çoğuna göre, ‘laiklik, asla tartışılmaması gereken’ bir konudur. ‘Laiklik’, zihinlerde özenle örülmüş olan görünmez ağların koruması altındadır, görünmez ağlardan yapılmış mahfaza içindedir. Bizi “aydın”ımız, hür, bağımsız olarak düşündüğünü zanneder, ama, görünmez ağlara, mahfaza’ya dokunmamama şartıyla düşünür. Sûriye aydınının zihninde böyle görünmez ağlar, ‘laikliği, çağdaşlığı, korumak endişesi’ yoktur; ülke nasıl yönetilerek daha iyi duruma getirilecekse, öyle yapılmasının önünde, “zihinlerde” engel yoktur.
Aydınlarımız tv ekranlarında Sûriye’deki durumu, o bölgeyi nasıl bir geleceğin beklediğini tartışırlarken, söz, “falanca ne diyecek?”, “fişmanca ne tavır takınacak?”, bilmem kaç bin kilometre ötedeki, “bazı şeylere izin verir mi?” konusuna geliyor. Yerli değerleri savunanlar, falanca, filânca, ne derse desin, ne tavır alırsa alsın, Sûriye’deki terör yuvalarının ortadan kaldırılacağını, Sûriye’liler bunu yapamazlarsa, bizim yapacağımızı belirtiyorlar ki, bunlar, bu konuda, evet HÜR OLARAK düşünebiliyorlar.
Batılılaşmış, “kendini Batılı gibi gören ve kendimize, Batılı’nın baktığı açıdan bakmağa alışmış/alıştırılmış” olanlar ise, falan gücün, filân kuruluşun, çıkarına uymadığı için, terör yuvalarının yok edilmesine göz yummasının zor olduğunu, binbir dereden su getirerek ifâde ediyorlar. Böyle, HÜR DÜŞÜNEMEYEN “aydın”larımızın sayısı, hiç de az değildir, onlar, 233 yıldır konulmuş olan yörüngede gidenlerdir, arkalarında bu müddet zarfında teşekkül etmiş statükonun rüzgârı, desteği, zihniyeti vardır.
Birkaç gün önce, hiç tanımadığım, İslâm âlimi olduğu anlaşılan, büyük saygı gören bir zâtın, Şam şehrindeki meydana gelişi, kalabalık tarafından büyük bir coşkuyla karşılanışı, konuşmasının harâretle, coşkunlukla desteklenişi, görülecek bir manzara idi. Anlaşılan, orada, halkın büyük çoğunluğunun değerlerine şu veya bu sloganla ket vurulmayacak, işler, tabiî seyrinde devâm edecek. Hristiyanlar, Yezîdîler, Dürzîler, Asûrîer, Süryânîler de, kendi inançlarına, dünya görüşlerine uygun olarak yaşayacaklar, onların vicdan ve ibadet hürriyetine hiçbir kısıtlama getirilmeyecek, bunu, Devlet Başkanlığına getirilmiş olan genç aydın, o inanç zümrelerinin başkanlarına gösterdiği sıcak kabulle tescîl etti. Ha, bizdeki, sesi çok çıkan, Batı’ya ayarlı borazanlar, hâlâ, “Amerika’nın terörist ilân ettiği” gibi, -bayat değil, fosil- zihin yapısı taşımaktalar. Amerika, politika (çok yüzlülük demektir) gereği, o zaman terörist ilân ettiği ile bugün iyi ilişkiler kurma yoluna girer, ama, bizim taklîd sömürge aydını tiplerimiz, hâlâ, son kullanım tarihi geçmiş cümlelerin ardında koşarlar.
Evet, Sûriye’deki halk, her zümre, inancı neyi gerektiriyorsa, ona uygun olarak yaşama hürriyetine sâhiptir.
Türkiye’deki Hristiyan ve Yahûdîler de inançlarına göre serbestçe, hiçbir kaygıya, sınırlamaya uğramadan yaşamaktadırlar. Kendi okulları vardır.
Ya Müslümanlar? Memur veya işçi, müdürü yâhut işvereni izin vermezse Cuma namâzına gidemez. Müslüman öğrenci, okulda, namaz kılacak yer, bir oda ayrılmadığı için, okulun çatısında namaz kılarsa, yadırganır; ders saatinde namâz kılıyor, diye yadırganır: % 98 i Müslüman olan ülkede, namâz vaktine ders konur mu? diye düşünülmez, çünkü zihinlerde görünmez ağlar vardır: Allah’ın emirleri, hayâtın dışında tutulmalıdır, bunun adı ilericiliktir, çağdaşlıktır. Rum, Ermeni öğrencinin, okulunda ibâdet problemi yoktur. Müslüman öğrencinin orta okulunda, lisesinde namâz kılacak odası bulunmaz. Öğrencileri, camiye götüren öğretmen -laikliğe aykırı davranıyormuş, âdetâ suç işliyormuş gibi- tedirginlik duyar, rahat değildir; duayen gazeteci, “hiçbir yorumda bulunmaksızın” olayı bidirir/İHBÂR eder.
Başlıktaki soru yersiz midir?
*** *** ***
12 Ocak 2025