Suudi Arabistan Finans Bakanı’nın geçen hafta yaptığı açıklama iç politikaya odaklanmış olan basınımızda sadece kısa bir haber olarak geçildi, üzerinde durulmadı. Oysa Suudi ekonomisinin önemli bir yetkilisinin sözleri çok şeyler ifade ediyor: “Geçen yıl bazı ülkeler borçlarını çevirmeyerek temerrüde düştü (iflas etti). Daha fazla ülkenin de temerrüde düşme ihtimali var. Türkiye, Mısır ve Pakistan gibi “savunmasız ülkeleri” desteklemeye devam edeceğiz.”
Bu diplomatik nezakete yakışmayan, kibirli, üstten bakan ifadeler, petrol zengini bir Bedevi şeyhi için doğal bir tavırdır. Ama ne kadar ağır sorunlarımız olursa olsun muhteşem bir tarihi mirasın, kültür ve medeniyetin varisi olan Türkiye Devleti’ni, Türk milletini kimse bu tarzda incitici ifadelerle istiskal edemez. İsveç’te kendinden söz ettirmek isteyen densiz bir politikacının Kur’an’a karşı yaptığı terbiyesizliği en yüksek tonda haklı olarak kınıyoruz. Bazı Batılı ülkelerin liderlerini bize yönelik siyasi tavırlarından ötürü “ey” diye başlayan sert sözlerle eleştiriyoruz. Suudi Bakan’ın bu nobranca açıklamasına suskun kalmamız muhataplarımız tarafından, Suudi desteğine ihtiyaç duyan “savunmasız bir ülke” nitelendirmesini kabullendiğimiz tarzında yorumlanacaktır.
Türkiye’nin dövize olan ihtiyacını herkes biliyor. Turizm ve ihracat gelirimiz yetersiz kaldığından, yabancı sermaye gelmesi bir yana, Devlet tahvillerindeki ve İstanbul Borsası’ndaki varlıklarını da dövize çevirerek çekilip gittiğinden belli ülkelerden Swap adıyla borç para alarak günü kurtarmaya çalışıyoruz. Yıllarca reel birer gerekçesi olmayan duygusal tercihlerle ilişkilerimizi askıya aldığımız Bölge ülkeleriyle iki yıldır barışmaya çalışıyoruz. Bu cümleden yargımızın yetkisinde bulunan Kaşıkçı cinayeti dosyası Suudilere havale edildi. Dış kaynak ihtiyacımız doğal olarak dış ilişkilerimizi etkiliyor.
Oysa 1999-2001 yıllarında yaşadığımız ekonomik ve finansal kriz üzerine IMF ile anlaşma yapılarak düşük faizle 25 milyar dolarlık bir kaynak sağlanmış, çok radikal kararlar alınmış, TCMB, BDDK, TMHK gibi kurullar iktidarın arka bahçeleri olmaktan çıkarılmış, 82 bankanın sorunlu olanları tasfiye edilerek sayıları 49’a düşürülmüştü. Hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Planı beş yıl boyunca titizlikle uygulandı. Ak Parti 2002’de iktidara geldiği dönemde kriz önlenmiş, yükselişe geçilmişti. Bunun sonucu ekonomik verilere somut şekilde yansıdı. 2008’e gelindiğinde fert başına düşen millî gelirimiz 12 bin dolara çıkmış, GSMH sekiz yüz bin dolara ulaşmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu olumlu tabloya bakarak 2011 yılında 2023 yılını hedef alan, herkesi heyecanlandıran vizyonumuzu açıkladı; fert başına gelir 25 bin, ihracatımız 500 milyar, GSMH 1,2 trilyon olacaktı.
Ama halen rakamlar ortada, hedefe ulaşmak bir yana dışarıdan alınan borçlarla ekonomi çarkı çevrilmeye çalışılıyor. Süresi biten eski sistem ortadan kaldırıldı. IMF’nin istediği doğrultuda ithalata dayalı olan önceki planın yerine ihracatta katma değeri yüksek teknolojik ürünlere ağırlık veren kapsamlı bir stratejik plan yapılıp uygulamaya geçmek gerekirken buna ihtiyaç görülmedi. Son derece yararlı işleyen ekonomik kurumların yapısı değiştirilerek şahsa bağımlı hale getirildiler. Bunların başına liyakat ve niteliklerine bakılmaksızın “laf dinleyen” isimler getirildi. MB’nın 190 milyar dolara kadar yükselen rezervi kur artışlarını frenlemek için eritildi. Epistemolojik çöküş heterodoks model adıyla iktisat bilimine, piyasa kurallarına uymayan kendimize özgü bir yol tercih edildi. 2000- 2008 arasında bizim açımızdan çok elverişli olan küresel ekonomik ve siyasal ortamdan yararlanamayarak treni maalesef kaçırdık. Oysa ekonomi ve teknolojide tarihi bir hamle yaparak kronik sorunumuz olan dış ticaret açığımızı tersine çevirip prangalarımızdan kurtulabilirdik.
Suyu tersine akıtma çabalarımızın doğurduğu tabloyu süslü demeçlerle kapatmak mümkün olmuyor. Dünyada enflasyonu en yüksek ikinci ülkeyiz; finansal kuruluşlar hakkımızda art arda yatırım yapılamaz notu veriyorlar, dış ticaret açığımız geçtiğimiz yıl 105 milyar dolar oldu, gıda fiyatları dünyada düşmeye başlarken bizde yüzde 127 yükseldi. Seçim ekonomisi önceki dönemleri gölgede bırakan bir düzeye ulaştı. Bu görünümü yakından bilen Suudi Bakan’ın, millî hassasiyete sahip herkesin duyunca yüreğini kanatan “savunmasız ülke” nitelendirmesine muhatap olmamalıydık.
[i] Türk Ocakları Eski Genel Başkanı, ATO Meclisi Eski Başkanı, yazar-mütefekkîr, işadamı