Ali Alper ÇETİN
Anadolu Selçuklu Devleti’nin son devirlerinde, Sultan Veled, Yunus Emre, Âşık Paşa gibi Türkçe yazıp Türkçe söyleyen şairlerimiz arasında Gülşehrî’yi de anmak, Anadolu’yu aydınlatanlar arasında ona yerini vermek gerek…
Onüçüncü yüzyılın sonlarıyla ondördüncü yüzyılın ilk yarısında yaşadığını bildiğimiz Gülşehrî’nin asıl adı Ahmed’dir. O çağlarda bir bilim ve tasavvufî şehri olarak tanınan Kırşehir’de doğduğu, ömrünün sonuna kadar burada yaşadığı söylenir. Kırşehir’in ilk adı Gülşehir olduğu için Gülşehrî takma adını almış, bu adla tanınmıştır. İslâmî ilimlerin yanı sıra matematik, mantık ve felsefeyle de uğraşmıştır.
Gülşehrî’nin Kırşehir’de Ahi Evran’dan sonra kurulan Ahilik teşkilâtının başında bulunduğunu, bu teşkilâtın yayıcılarından olduğunu ve ustası Ahi Evran’ın etkisinde kaldığını şiirlerinden öğreniyoruz:
Elli yıl ben ansız durmadım
Yaza yaban durgun görmedim
Diyerek tam elli yıl, Ahi Evran’la kaldığını, onsuz yapamadığını söyleyen Ahmed Gülşehrî, birçok şiirinde onu över.
Gülşehrî, Mevlânâ’nın etkisinde kalmıştır. Sultan Veled’in isteği üzerine Kırşehir’de bir zaviye kurarak Mevlevilik’i yaymaya çalıştığı söylenir. Bunu ise Gülşehrî’nin şu mısralarında görüyoruz:
Şeyh Mevlana Celaleddindurur
Kim cihanda bir aliy’yüt-tayidurur
Görmedik bir er cihandan gitmedi
Ol Celaleddin cihandan gitmedi…
Mantıkut- Tayr’da yer alan bu dizelerinde, Gülşehrî’nin kent halkının saydığı şeyh olduğu anlaşılmaktadır.
Gülşehrî’nin, Ahi Evran hakkında yazdığı risaleden başka, onu Türk edebiyatının Türkçesi güçlü bir şairi olarak tanıtan eseri Mantıkut-Tayr olmuştur. Diğer adıyla Gülşenname mesnevisidir.
“Kuş dili” anlamına gelen Mantıkut-Tayr, tanınmış mutasavvıf Feridun Attar’ın aynı adla bilinen Farsça eserinin Türkçeye manzum çevirisidir. Ahmed Gülşehrî, bir tasavvuf eseri olan Mantıkut-Tayr’ı, daha başka kaynaklardan ve özellikle Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden aldığı hikâyelerle süslemiş, kendi tasavvuf görüşlerini de katarak orijinal bir eser haline getirmiştir. Gülşehrî, bu eserinde Türk diline hayrandır. Türkçenin Farsça ve Arapçadan üstün, tatlı bir uyuşumu olduğunu, bunu belirlemek içinde “Kuş Dili” eserini yazdığını söyler.
Mantıkut-Tayr (Kuş Dili) eserini 1317 yılında tamamladığından, ölümü bu tarihten sonraya kabul edilir.
Altıyüz seksen yıl önce, Türk dilinin hor görüldüğü, Arapça yazıp söylemenin hüner sayıldığı devirlerde, Anadolu’nun göbeğinde bir bilim adamının, bir şairin çıkarak (Türkçe) diyerek kükreyişi, Türkçeye kucak açışı, onu özlemle bağrına basması büyük yiğitlik, büyük vatanseverliktir. Gülşehrî, çağdaşı Yunus Emre’yle hemşehrisi Âşık Paşa’yla birlikte, bu büyüklüğü göstermiştir.
Feleknâme, Aruz-ı Gülşehrî (Aruz Risalesi), Kerâmât-ı Ahi Evran isimli eserlerinin de olduğu bilinmektedir. “Kudûrî Tercümesi” adlı eseri ise henüz ele geçmemiştir. Feleknâme adlı eserini Gülşehrî, o tarihlerde Anadolu’da hüküm süren İlhanlılar’dan Gazan Hân’a sunmuştur.
Gülşehrî’nin eserleri, hem eski Anadolu Türkçesi, hem de tasavvuf açısından büyük önem taşır. Türkçeyi ve aruz veznini iyi kullanan bir şair olan Gülşehrî, Yunus Emre’den sonra çağının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edildiği gibi, Türkçenin ileri kültür dili hâline gelmesi için giriştiği çabalarla da tanınır.
Gülşehrî, kaç yıl yaşamış, ne zaman ölmüş bilinmez. Bilinen, ondan gelen, sararmış kâğıtlar üzerindeki sesler ve nefeslerdir. Kırşehir’in gül bahçelerini çok sevdiğini, gülleri “kendine yâr” eylediğini, bütün sözleri bir yana iterek “ Bülbül gibi gül sözü söylemeyi” istediğini anlatan şiirler onundur:
Her gülü kim kendime yâr eylerim
Her gice vasfını tekrar eylerim.
Her seher kim gül çemende açılan
Kamudan ilkin bana karşı güle.
Nevbahar oldu kim bülbül söyleye
Aşkını maşukuna şerh eyleye
Kamu sözü gel ki terkeyleyelim.
Bülbül gibi gül sözü söyliyelim…
Öyle ki, kendisinden beşyüz yıl sonra, onun açtığı Türkçecilik çığırından bir ozan Dadaloğlu gelecek, o da Gülşehrî gibi Kırşehir’in uçsuz-bucaksız gül bahçelerine bakarak şöyle seslenecektir:
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Çağrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.
Gülşehrî, Kırşehir’in özlem dolu Özbağlarında, ana dili öz Türkçesiyle çevresinde toplanan ahilerle görüşüp bilişirken asla şeyhlik, sultanlık davasında bulunmamış, onlardan biri olarak onları konuşturmuş:
Ne derviş isteriz, sahip, ne sultan,
Ne dert işimize gelir, ne derman.
Ondördüncü yüzyılın Anadolu’da yetişen bu Türkçeci şairi, Yunus kadar arı-duru, Yunus kadar güçlü saymasak bile, onun yolunda ve izinde, ilk Türkçeciler arasında ona, önemli bir yer ayırmak zorundayız. Gülşehrî, Anadolu’yu aydınlatan aydın kişilerin başında şuurlu ve idealist bir Türkçeci olarak her zaman dile getirilecektir.
Gülşehri’nin türbesi
KAYNAKLAR
www.edebiyatogretmeni.org
www.turkedebiyati.org
www.diledebiyat.net
www.kirsehirlilerdernegi.com
Önder Mehmet: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara