Tokat’ta doğan Suzan Çataloluk ilk ve orta Okulu İstanbul’da, liseyi Erzurum’da bitirdi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Çocuk Suçluluğu” konusunda master yaptı.
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar bölümü Resim-İş Ana Bilim Dalından 2015 yılında mezun oldu.
Başbakanlık’ta hukuk müşavirliğinden sonra Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde hakimlik ve savcılık yaptı. Üniversiteden öğretim görevlisi olarak emekli oldu.
1976 yılından beri Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Sanat Atölyesi elemanıdır. Özellikle minyatür üzerinde derinleşmiştir.
İngilizce, Fransızca bilmektedir. Farsçayı da ilerletmektedir.
Masal Dünyasından Merhaba, Hüzün Gezegeni, Salkım Söğütten Bin Yıllık Hatıralar, Emre’nin Ormanı, Rüyalar Ülkesinden Selamlar adlı kitapları başta olmak üzere pek çok masal ve çocuk kitapları yayınlandı.
Diyanet Çocuk Dergisinde her ay bir hikaye, masal, şiiri neşredilmektedir (10 yılı aşkın süredir).
1976 yılından çeşitli dergilerde çok sayıda masalları, hikayeleri, şiirleri ve çocuk suçluluğu ile makaleleri yayınlandı.
Emre Serisi, Sevgi Narı adlı Hüzün gezegeni adlı eserleri DİB tarafından çizgi film haline getirildi. Bu çizgi filmler TRT başta olmak üzere kimi kanallarda ve özellikle Orta Asya Cumhuriyetleri, Almanya, Bosna v.s. yayınlandı. Kütüphanelere alındı.
2007 yılında bilim-kurgu olan 7 kitaplık serinin ilk romanı Yusuf Adası yayınlandı.
Ayrıca resim dalında uluslararası ödülleri olan Suzan Çataloluk’un ulusal düzeyde Kültür Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kuruluş ve kurumlardan aldığı ödülleri bulunmaktadır. Çeşitli koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.
Halen Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Sanat Atölyesinin elemanıdır. Hocası Üstad Süheyl Ünver’in kızı Gülbün Mesara’dır. Atölyenin açtığı ve proje bazında olan Amasya, Sivas, Kayseri, Karaman, Mardin, Edirne gibi bütün sergilere katıldı. Bu sergiler prestij kitapları olarak yayınlandı.
2017 yılında Geleneksek Türk Resminde Türkiye’nin minyatür ustalarından kabul edilmiştir.
Bir siyaset-macera serisi hazırlamakta olup Birinci kitabı bitmiştir. Bu romanda Orta Doğu- ABD- Türkiye üçgeninin sadece 2003 yılı anlatılmıştır.
Uzun süre “haberiniz.com”da siyasi ağırlıklı tarihi yazılar yazmıştır.
Şu sıralar ideali olan Türk Tarihinin destan kahramanlarının hayat hikayelerinin minyatürlerine başlamıştır. İlk isim olan Oğuz Han bitmiştir.
Yazı ve resimde fantastik ve sürrealist tarza sahiptir.
“Kırmızılar” ailesinin mensubu ve yazarı olmaktan büyük mutluluk duymaktadır.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
BİR SEVGİ MASALI
Kar yağarken donuk donuk mor kıvrımlı hayat sularına,
Pembe ağızlı küçük balık sevdasını aramada, şaşkın…
Gök yüzünde küçük yıldız, kainatın tam ortasında,
Yalnızlığın büyüsünde… Felekleri geçer yavaş yavaş…
Kar yağarken mor şafaklı dağların sisli yamaçlarına,
Yanar da tüter bembeyaz küçük balık, dostluklara hasret…
Mavi yıldızın bakışları donmuş, gözbebeklerinde küskün hüzünler,
Geçer zaman, iklimler yanından geçer sakin sakin…
Kar yağarken tek tek, mor giysili küçük çocuk gönlüne,
Kara gözlü balığın yüreği üşür, titrer içi, titrer sular…
Yıldız, tek başına, suskun, yanında yitik zaman kapısı,
Ağlamaklı, umudu kaçan kuşun kanadında, çaresiz…
Kar yağarken mor deryaların kederden bam teline zerre zerre,
Kar toprağı ister, kara toprak donuk kar tanelerini içmek,
Evrenlerin bağrından ses ister umutsuzca, çığlık ister,
Hiçlik varlık diler, lâl rengi sedalarda at koşturur ruhu…
Kar yağarken mor rengin sînesine çiçek çiçek,
Derken… Hâtıraları dile gelir de ılık gözyaşlarının,
Sevgi sıcağını anlatır, içi dolar, gönlü bulanır…
Bir kucak hasret gelir yanlarına, oturur, boynu bükük…
Kar yağarken semaya uzanan mor avuçlara yıldız yıldız,
Derken… Sırlar âleminden bir ilâhi tecelli yola çıkar artık,
Eflatunlara bürünmüş ışın kanadında, dudaklarında sevda türküsü,
Ellerinde demet demet leylaklar, umut çiçekleri, evrenleri geçer…
Ve… O an kâinat yıkanırken bin bir renkle, dağlarda güneşler açar…
Ve…Küçücük çocuk yüreğine bir demet sevgi konarken sıcacık,
Ufacık göz kırpışı müjde ona küçücük yıldızdan, ışıl ışıl…
Ve…Balıkçığın kara gözlerinde sevgi şarkısı, coşkulu, tutkulu…
Şimdi, küçük çocuk gönlü, balığın kara gözleri ve küçücük yıldız can cana,
Zamanlar ötesindeler, uşşak makamının nazlı diyarında,
Kutlu tecelli kapısını aşmadalar, şafaklarında ilahi sırlar,
Ve… Kader yolcusu onlar, ezelden geldiler, ebede gitmekteler…
ÇELİK ÇOMAK OYUNU
Küçük kız kumda çelik çomak oynuyordu….
Çaresizdi avuçlarındaki ümitler, seyirlikti bayramlar gözlerinde.
Ve… şakaklarında şaşkın tufanı şaşkın merminin.
Ve bir çığlık kocaman yüreğinde ilahi söylüyordu…
Bir küçük çocuk bir nefes hayat istiyordu.
Bir nefes, kara sonsuza sevgiyle ayak direyen.
Bir nefes, sırlar aleminin has gönül kapısı…
Gönül kapıları mı?
Ah… O kapılar zaten selam götürüyordu kanlı kara topraktan…
Genç bir kadın hüzünle gülümsüyordu şehit acıya.
Dudaklarında küre-i arzın en büyük hürriyeti.
Ve… insanlığın en büyük düşüydü fısıltısı.
Düşler mi?
Ah… Onlar zaten saf hakikatin ta kendisiydi.
Kadının parmaklarından kayıyordu yeryüzü yavaş yavaş,
Küçük kız dövüyordu dev dalgaları kırık düşlerle.
O küçük çocuğun kara gözlerinden hayat
Huzurla küsüp gitmişti bilinmez alemlere.
Velhasıl-ı kelam, küçük kız umutla çelik çomak oynuyordu…
EY ÇÖL CEYLANI ANLAT BANA
Ey çöl …
Nazlı kum taneleri sana o serencamı anlatsın, başımdan geçti an be an…
Meğer bir masalmış, yaşadım sandım, güz cennetleri yalan!
Düşmüş zavallı gülücükler, gösteriş düşkünü kahkahalar …
Hayat bir rüya, sevdaları anlatan ninniler serapmış
Bildim, ona giden ateşten yollar tek…tek bir sevgili var gönlümü alan…
Duy beni ey çöl, duy ki deryalar senin olsun…
Ey çöl ceylanı,
Geceler gibi karanlık gözlerin gözlerim, yüreğimdir kirpiklerinde incileşen yaş,
Hangi müjdeler başına kutlu tacdır, haydi söyle…
Saba rüzgarları sana hangi esrarlı ilahiyi fısıldadı yavaş yavaş
Bana mutluluğun adını söyle !! Güle hasret su yanar mı çölde?
Ya gül gülce düşler mi aşk ile yanan şeyda bülbülleri ,
Anlat!! Karanlık gecelerime nur üstüne nur gelsin…
Ey çöl yılanı,
Hasretin hasretimdir ki nice yıl bekledin o kutlu sevgiliyi…
Göz bebeklerinde durdu mu o muhteşem zaman,
Alemlere rahmet gül yüzlüyü gördüğün an,
Kalbin hangi aşk diyarlarına açtı kanat …
Ya güvercin ne dedi, ankebut nasıl dile geldi, anlat , haydi anlat!
Anlat ki odlara bulanmış garib gönlüm huzur bulsun…
Ey çöl doğanı,
Kanadında yaşayan hürriyet ki gönlümdür ve seninle sırdaş
Hangi şahikalarda nöbetlerdeydin, hangi leyli selamındır,
Sevda deryalarında kimi aradın, kiminle oldun yoldaş?
Gözlerin… Ah…Sevgiliyi aşkla bilen gözlerin ne güzel,
Hikayen cennetlerden renk almış, canım cananına feda,
Söyle bana, ruhum alemlere rahmet olanın sırrını bilsin…
Ey çöl fidanı…
Acelen neydi büyümek için , hangi elleri bekledin ufuklarca sabırlarda?
Gölgen O gül yüzlünün huzurundayken boyun büküp bekledin mi öylece?
Gönlün hangi kutsal yangınların suyunu içti kana kana,
Anlat bana, cennetinin adı nedir, dualarının esrarı ne?
Mekanlar ötesinde kiminlesin can cana?
Söyle, sabır taşlarımda açan yaz çiçeğim nasıl solsun…
Ey çöl bebeği,
Tan yerinde için için ağlıyorsun, yüreğinde boncuklanan yaşlar benim,
Ne olur benim olsun o bebeklik rüyaların, saflığına bana ver,
Ve düşlerinde yaşadığın o sırdır ki kesreti vahdete bağlar
Gül yüzlü sultana hazılık mı tepelerde dönenen o kutlu izler ?
Vur topuğunu taşlara ne olur, vur, bir daha vur!
Ruhum yıkansın , avuçlarıma zemzem deryaları dolsun…
Ey Çöl Cananı,
Beklediğin benim de şah damarımdır, benimdir gözlerindeki ay ışığı inci,
Niye çöllerdesin, hangi aşk yıldızlı gecelerce güzel kıldı seni?
Kim muştuladı sana zamanları zamansız kılan sevinci…
Ölmek ölmeden nasıl bir kaderdir ki satırlarında sevgilinin adı gizli,
Yalan dünya heybende, şafaklarına Adn cennetlerinden haberler var.
Fısılda ne olur o ilahi aşkı , ezel ile ağlıyan ruhum gülsün.
Ey çocuk,
Anladım, ezelden bilinirmiş bütün sorularım , cevaplar bir,
Zaman bir rüya, yalancı engel, ufuklarda güllerin sultanı
Aşk onu terennüm eder , goncalaşır özü, huzurla buluşur canı,
Ol aşk ile yıldız kesmişse çöl, sen selam içinde selamdasın,
Nazlı ilahiler diyarındasın, dualardadır gül dudakların…
Yakarışına yüreğimi kattım, senindir artık ömrüm,
Güllerin en güzelini ver bana, adı Muhammed Mustafa olsun…
KAF DAĞINDAKİ SEVGİLİ
Kaf dağında büyülü şarkıydı sevgili adında.
Aşk rengi gözleri haberdi kırlangıç kanadında.
Susuşu ayrılık bestesi, esrarlı vuslattı billur sesi,
Nihavend söylerdi gülüşü, bir saba idi sırlı nefesi.
Avazesi yankılanınca kalbi yanık gök kubbede kandil kandil,
Sanki yıkılırdı ol şehr-i Babil, kanat çırpardı sessizce ebabil…
Yalnız maşuklar fısıldardı aşkı yüce dağlara, sevdalı şebneme,
O saba beste için yalvarırdı yağmura , göz bebeğindeki neme
Ama… Bitti an, geçti zaman, küstü mekan, aşk unutuldu Kaf dağında,
Aşıklar gitti eski bahara, Sam yelleri esiyor şimdi gönül bağında .
Sus ey söz, konuşma kelime, fısıldaşmayın heceler, harfler durun,
Bab-ı aşka el sürmeyin riyakarlar , kem gözlerinize kilit vurun!
ESASIN ESASI…
Zamanın penceresinden baktım gökkuşağı ile o iğne deliğine,
Günah yüklü asi kervanlar gururla geçiyordu.
Arsız zılgıtlar çekiyordu aç çan sesleri…
İştah kırmızısı dudaklarıyla kahkahalardaydı bezirgân…
Şu sefilin kirli yatağında ölüyordu sıcacık kan,
Durmadan dönüyordu isyan tülünde çıplak rakkase…
Ve…
Bahara veda ediyordu Leyla’nın gece karası gözlerindeki yaşlar,
Şeyda bülbül deriyordu sessiz ağıtları Mecnun’un gönlünde…
Kapısını aralayıp zamanın, baktım bakır rengiyle yanan göklere,
Evren başağı düşerken,
Mizanda ağıt dolu sesler yalvarıyordu mahzun yüreklere,
Sevap kefesi selam veriyordu feryat eden yoklara,
Kara elbisesiyle yorgun karmaşa can çekişiyordu…
Geçtim zamanın kapısından, veda ettim zorlu serüvene,
Sinsi korkular yoldaşken hep o kısacık, mahcup rüyaya,
Hiçlik merhaba diyordu dipsiz ateş diliyle yalancı dünyaya,
Ve….
Evrenler dürülüyordu…
Sonsuzluk hüzünlü masumlara gülümserken,
Tek sevgiliden kutlu selamlar söylüyordu…
BEN BİLDİM DOSTUM ŞU…
Ben bilirdim ki,
Meçhul zamanlarda terkedilen bir besteydi o,
Sözleri unutulmuştu, sesi gitmişti, yoktu yankısı…
Çaresiz anıların yitik sevda masalıydı
Ve… Artık hazan gülümsemelerinin deryasında sadakaydı.
Bilirdim ben,
Harap gönlü sır alemlerinin nur ilahisini unutmuştu,
Renkleri unutmuştu, şafakları gözlemeyi de.
Zaman yaralı bir ceylandı,
An şaşkın bir boşluk,
Yorgun mekan durgun akan suydu mecbur geçilen.
Ben bilirdim ki,
Hayat, öylesine adımlamaktı kara talih yolunu,
Adımlamak, bitkin ve umarsızca…
Nefes almak, kahır çöllerini yüklenmek,
Gülümsemek ay yüzlü bir hançerdi.
Ben bilirdim,
Suskun vakit ağıt yakardı , giderdi yıllar ağır ağır,
Yaşamak da zirvesi meçhul yalçın kaya…
O zaten ölesiye yalnızdı.
Yalnızdı yıldızlar gibi, ışık gibi, güneş gibi,
Unutmuştu başka âlemleri…
Bilirdim ki, Dostum Şu,
Girdaptı adımlarına yazılı yeryüzü, umutsuz yüreğinde ömrünün buruk tadı
Ve… Yanında fısıldaşan kararsız gölgeler,
Toprağın kara karnında kirli sırlar nöbetteyken,
Hasretlerin şahikası el çırpıyor,
Arzın göz bebekleri depremler geçiriyordu.
Dostum Şu,
Gidip gelmemek, gelip bulmamak şarkısı dudaklarındaydı,
Ama…
Giden neredeydi, neydi ufuklarda gözlenen?
Ya bekleyen kimdi suskun ilahilerle?
Ve…
Gebe evren ölüm sancılarındayken,
Kutlu doğum zikirle iç çekiyordu.
Derken… Dostum Şu,
Zamansızda bir kapı fısıldadı yavaşça,
Ümit kanat çırptı,
Hürriyet uykusundaydı katmerleşen gül
Gülümsedi aslın ta kendisi olan rüyaya.
Duyuldu yokluğun sinesinde hıçkırıklar,
Ötelerden merhamet yollara düşmüştü!
Ben bildim,
Düşler gerçek oluverdi, sevdalar hakikat,
Renkler dillendi , filizlendi sesler, şakıdı kutlu kelimeler,
Sırlar âleminden davet geldi hüzne,
Hüzün sonsuz bahar güzelliğiyle süsleniverdi.
Diz çökerken zaman, evrenler iğne deliğinden geçiyordu.
Ben ezelden bilirdim ki Dostum Şu,
O ilk sebebe sevdalıydı.
Artık aynaydı her şeye tek bir damla göz yaşı,
Sırlı deryalar da gizli mekan.
Ve…
Kutlu bir fısıltı duydu Dostum Şu:
Selamlar olsun o deryaya dalan hüzünlü ruhlara…
GERÇEK VE DÜŞ…
Dediler ki derdi bin derde deva imiş, yollara düştüm.
Ateşin deryada dibe vurup gül rengi göklerde uçtum.
O saf imandan hüzünlü gerçek, ben al rüya, mavi düştüm.
Sevgiliye yeşil atlastan libas, kendime ak bez biçtim….
Yol sonsuzdu, yol ensizdi, yol zamanı geçti.
Azgın nefis süslü günaha nasıl da açtı.
Ama gönül lâmekânda gül sultanı seçti.
Yedi katlı semada Buraklar kanat açtı.
Aslında her şey hiçti, zerreler devdi âlemde,
Hep gerçekmiş sandık, yalanmış sevinç de elem de
Sonsuzlaşmış masal yılları da yok, “yok”a selam!
Ey Can, saf aşkı buldun, geriye kalır mı hiç gam!
KAF DAĞINDAKİ SEVGİLİ
Kaf dağında büyülü şarkıydı sevgili adında.
Aşk rengi gözleri haberdi kırlangıç kanadında.
Susuşu ayrılık bestesi, esrarlı vuslattı billur sesi,
Nihavend söylerdi gülüşü, bir saba idi sırlı nefesi.
Avazesi yankılanınca kalbi yanık gök kubbede kandil kandil,
Sanki yıkılırdı ol şehr-i Babil, kanat çırpardı sessizce ebabil…
Yalnız maşuklar fısıldardı aşkı yüce dağlara, sevdalı şebneme,
O saba beste için yalvarırdı yağmura , göz bebeğindeki neme
Ama… Bitti an, geçti zaman, küstü mekan, aşk unutuldu Kaf dağında,
Aşıklar gitti eski bahara, Sam yelleri esiyor şimdi gönül bağında .
Sus ey söz, konuşma kelime, fısıldaşmayın heceler, harfler durun,
Bab-ı aşka el sürmeyin riyakarlar , kem gözlerinize kilit vurun!
SEN.. AŞK.. VE MOR LALELER
Seni düşündüğüm zaman …
Ah! Seni düşündüğüm zaman gönül gök kuşaklarına bürünür..
Ve solar bütün elem çiçekleri an be an…
Aşka âşık mor laleler boyun büker hasret dağında,
Gizli evrenler esenlikle gülümser sırlar aleminde ..
Gittiğin zaman…
Ah!.. sen gittiğin zaman ben bir damla gözyaşı olurum ..
Gözyaşı, sımsıcacık , aşk saydamı..
Ve sevgi pınarları olurum buğulu ceylan gözlerinin…
Pınarlar ki sonsuzluk yoludur…
Ey can…
Ah!…Yüreğime sakladım seninle sonsuzları…
Yoksan sevda deryaları çaresiz tek noktadır ,
Ki orada sessizce ağlar boynu bükük zaman …
Seninle avuçlarımda ezel çiçeği açıyor,
Bu kaderi böyle bil!
Sen, ey aşk…
Ah!..Dilim biçaredir karşında , kelimeler yıldız kaçkınıdır,
Düşlerimdir seninle Ebru girdabında saf ışın demetleri..
Ebed ufkunda, göz bebeğimdesin…
Öz cevherim, sebebimsin…
Gitme….
Gönül bağım ne güneşler taşıyor bak!
Bırakma beni, gidersen ezel bana dar gelir..
Eğer gidersen hiçlik beni benden alıverir ..
Özüm, sözüm, iç sesimsin…
Gel ! can noktam, nefesimsin…
BEN BİLDİM DOSTUM ŞU…
Ben bilirdim ki,
Meçhul zamanlarda terkedilen bir besteydi o,
Sözleri unutulmuştu, sesi gitmişti, yoktu yankısı…
Çaresiz anıların yitik sevda masalıydı
Ve… Artık hazan gülümsemelerinin deryasında sadakaydı.
Bilirdim ben,
Harap gönlü sır alemlerinin nur ilahisini unutmuştu,
Renkleri unutmuştu, şafakları gözlemeyi de.
Zaman yaralı bir ceylandı,
An şaşkın bir boşluk,
Yorgun mekan durgun akan suydu mecbur geçilen.
Ben bilirdim ki,
Hayat, öylesine adımlamaktı kara talih yolunu,
Adımlamak, bitkin ve umarsızca…
Nefes almak, kahır çöllerini yüklenmek,
Gülümsemek ay yüzlü bir hançerdi.
Ben bilirdim,
Suskun vakit ağıt yakardı , giderdi yıllar ağır ağır,
Yaşamak da zirvesi meçhul yalçın kaya…
O zaten ölesiye yalnızdı.
Yalnızdı yıldızlar gibi, ışık gibi, güneş gibi,
Unutmuştu başka âlemleri…
Bilirdim ki, Dostum Şu,
Girdaptı adımlarına yazılı yeryüzü, umutsuz yüreğinde ömrünün buruk tadı
Ve… Yanında fısıldaşan kararsız gölgeler,
Toprağın kara karnında kirli sırlar nöbetteyken,
Hasretlerin şahikası el çırpıyor,
Arzın göz bebekleri depremler geçiriyordu.
Dostum Şu,
Gidip gelmemek, gelip bulmamak şarkısı dudaklarındaydı,
Ama…
Giden neredeydi, neydi ufuklarda gözlenen?
Ya bekleyen kimdi suskun ilahilerle?
Ve…
Gebe evren ölüm sancılarındayken,
Kutlu doğum zikirle iç çekiyordu.
Derken… Dostum Şu,
Zamansızda bir kapı fısıldadı yavaşça,
Ümit kanat çırptı,
Hürriyet uykusundaydı katmerleşen gül
Gülümsedi aslın ta kendisi olan rüyaya.
Duyuldu yokluğun sinesinde hıçkırıklar,
Ötelerden merhamet yollara düşmüştü!
Ben bildim,
Düşler gerçek oluverdi, sevdalar hakikat,
Renkler dillendi , filizlendi sesler, şakıdı kutlu kelimeler,
Sırlar âleminden davet geldi hüzne,
Hüzün sonsuz bahar güzelliğiyle süsleniverdi.
Diz çökerken zaman, evrenler iğne deliğinden geçiyordu.
Ben ezelden bilirdim ki Dostum Şu,
O ilk sebebe sevdalıydı.
Artık aynaydı her şeye tek bir damla göz yaşı,
Sırlı deryalar da gizli mekan.
Ve…
Kutlu bir fısıltı duydu Dostum Şu:
Selamlar olsun o deryaya dalan hüzünlü ruhlara…