“Kemoterapi”, hastalıkların ilâçla, yâni kimyevî maddelerle tedâvi edilmesi demek. Ama bu tâbirin geçtiği her yerde “ kanser”in gölgesi dolaşıyor. “Kemoterapi” sözü, kimyevî tedâvi değil de, sanki kanserin tedâvisi gibi kullanılıyor.
Târîhin değişik dönemlerinde, adı konmamış ve âniden zuhûr eden hastalıklardan hayâtını kaybeden nice meşhûr insan var. Türk târîhinde de, bunların sayısı bir hayli yekûn tutuyor.
Meselâ Attilâ, evlendiği gecenin sabâhında ölü bulunuyor. O zamânki tıbbın kıt imkânlarıyla Attilâ’nın gerçek ölüm sebebi açıklanamıyor. Sâdece, geçirdiği kriz yüzünden öldüğü söyleniyor. Lâkin bu krizin adı konamıyor. Kalb krizi mi, sinir krizi mi? Yatağında, ağzından ve burnundan kanlar gelmiş hâlde ölmüş. Günümüzün tıb penceresinden bakıldığında, Attilâ’nın hayâta vedâ ediş sahnesinde, tanıdık birçok “ kanser” motifi var.
Yine Kaanûnî’nin iki şehzâdesi, Mehmed ve Cihângîr, Attilâ gibi, adı konamamış hastalıklara yenik düşerek, pek genç yaşlarda vefât ettiler. İstanbul’un pek mârûf iki semtine alem olan bu bahtsız şehzâdeler, 16. yüzyıl markalı “kanser”lerle tanışmış olabilirler mi?
İkinci Mahmûd’dan başlayarak, arka arkaya nice sultan, şehzâde ve hanım sultan, “ince hastalık” denen “verem”yüzünden öldüler. Ne var ki, bu, neredeyse “hümâyûn” sıfatını kazanacak hastalığın, teşhîsi safhasında, yine gözden kaçmış “kanser” alâmetleri olamaz mı? Her türlü ihtimâl mümkün. Zîrâ kanser, yeni bir hastalık değil… Modanın yeni olmayışı gibi…
Moda, insana yakışan giyim- kuşam tarzıdır. Aslında moda, insanın kendine yakıştırdığıdır. Rahmetli Ali Nihad Tarlan, şerh ettiği Fuzûlî mısrâlarının sözü taşıdığı vâdîde, “moda” tâbirinden bahisle; üç düğmeli, dört düğmeli, beş düğmeli, iki düğmeli, bir düğmeli, düğmesiz, açık yakalı, kapalı yakalı, kıvrık yakalı, dik yakalı, arkası yırtmaçlı, yırtmaçsız ceketlerin, değişik yıllarda “moda” denilen beğenme rüzgârıyla insanlara takdîm edilebileceğini, fakat tek kollu veyâ üç kollu ceket yapılamayacağını, zîrâ, insan anatomisinin buna müsâit olmadığını anlatıyordu.
Moda, insan anatomisinin müsaade ettiği esneklik sâhasında gidip- gelen hareketlerle karşımıza çıkıyor. Bu yüzden de, sık sık kendini tekrârlıyor, ama bu tekrârı çok usturuplu ve iyi düşünülmüş reklâm unsurlarıyla süslemesini bildiği için, dâimâ yeniymiş hissini uyandırıyor.
İnsan anatomisi, hilkatle şekillenmiştir. Bu anatominin içinde, vücut kıvrım ve hatlarının yanında edeb, hayâ, ar, nâmûs, ahlâk ölçüleri de vardır. Bu cümleden olarak, insan yaradılışına ters gelen ve zorlama ile “moda”laştırılmaya çalışılan bâzı kılık tarzları, karikatürize edilmiş komikliklere ve insan tabiatını hafife alan hareketlere sebep oluyor.
Enderûnlu Vâsıf’ın:
“O gül endâm, bir âl şâle bürünsün, yürüsün…
Ucu, gönlüm gibi ardınca, sürünsün, yürüsün…”
mısrâlarına istîf ettiği “yürüyen güzellik”, “âl şâl”in sihrine kapılan bir “sürünen güzellik”tir.