Takke ve Baş

             Turgut GÜLER
Rivâyet ederler ki, Yavuz Sultan Selîm Hân, geceleri geç saatlere kadar uyumaz, hem devlet işlerini düşünür, hem de bâzı çok mühim kitapları okurmuş. Onun bu âdeti, hem hazarda, hem de seferde bozulmazmış. Başta pek sevdiği nedîmi Hasan Cân olmak üzere, onun şahsî hayâtına şâhit olanlar, Cihân Pâdişâhı’nın ancak üç, üç buçuk saat kadar uyuduğunu ifâde ediyorlar. Cihân’ı avuçlarının içinde taşıyan bir tâcdârrın, bu kadar az uyku ile Cihân’a nizâm verişi, her bakımdan dikkat çekici ve ibret vericidir. Çok uyumak ile sağlıklı uyumak arasındaki nüansı ve ince çizgiyi merâk edenler, Yavuz Sultan Selîm Hân’a bakmalıdırlar. İşte, o kısa uykularına varmadan evvel, şânlı Yavuz, başına bir takke geçirirmiş. Bu, Hünkâr’ın başını korumak için aldığı bir tedbîr midir, yoksa, bir geleneğin eseri midir, orasını ayrıca araştırmak lâzım. Bu takke, değerli bir kumaştan ve nakışlarla süslenerek yapılmış, müstesnâ bir başlık imiş. Yine Yavuz Sultan Selîm Hân, yatağının başı ucunda, bir endâm aynası bulundururmuş. Takkeyi başına geçirdikten sonra, bu aynanın karşısına geçer, takkeli hâline bakarak:
“Cihân’a sığmayan baş, şu küçücük takkeye sığdı.”
dermiş.
            
Bir baş tasavvur ediniz ki, Dünyâ’ya sığmasın, fakat küçücük bir takkeye sığsın. İşte o baş,Yavuz Sultan Selîm Hân Hazretleri’nin başıdır. Şimdi, arka arkaya iki suâl soralım:
“Yavuz Sultan Selîm Hân’ın başı Cihân’a niçin sığmaz? Aynı baş, küçücük takkeye niye sığar?”
            
Bu suâllere verilecek tatminkâr cevaplar, bize kaybettiğimiz koskoca bir Türk Cihân Nizâmı’nı gösterecektir. O nizâmın bir yanında Cihân’a sığmayan başlar vardır, diğer tarafında da, küçücük takkeye giriveren kafalar görülür. Bizim Cihân’a sığmayan yanımız, Türklük ülkümüzdür. Takkeye giren kafamız ise Müslüman tevâzuumuzdur. Bu iki baş ahvâlini, hassâs mı hassâs bir kuyumcu terâzisinin karşılıklı iki kefesine benzetebiliriz. Bu kefeleri denge hâlinde tutan ve herhangi bir tarafa ağmasını engelleyen, Millî şuûr yüksekliği ve îmân gücünün derecesidir. Zamân zamân tekrarladığımız ve söylemesi pek hoşumuza giden bir slogan var:
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hirâ Dağı kadar Müslümanım!”
            
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, bu iki farklı başından biri Tanrı Dağı’ndan Acun’a bakıyor ve o manzara, kendisine pek dar, ufak görünüyor. Bir Tanrı Dağı zirvesinden gördüğü Dünyâ’ya bakıyor, bir gönlünde yatan arslana. Sonra, o arslanın böylesine ensiz ve boysuz bir arâzide barınamayacağını anlıyor. Bunun üzerine, doğan burnu ile dürbün-misâl gözlerini ufkun enginliğine dikiyor ve gönlündeki arslanın rahat edeceği yeni iklîmler arıyor. Bu arayışın ikinci adımı, fetih rüzgârının esmesine vesîle oluyor. Cihân’a sığmayan Yavuz başı, bundan dolayı “Cihângîr”sıfatı ile anılıyor. Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, Hirâ Dağı’ndan bakan başı ise, Mekke istikaametinde Kâbe-yi Muazzama’yı, Medîne cihetinde Mescid-i Nebevî’yi görüyor. Bu her iki mekânın özünde, kul olmanın yüce hasletleri sıralanmış. Hâlık’a kul olmanın birinci şartı, haddini bilmek, Rab karşısında küçülmek, daha da küçülmektir. Bu yüzdendir ki, 29 Ağustos 1516 Cuma günü, Haleb Ulu Câmii’nde, Cuma namâzı esnâsında, hutbe okumakta olan hatîbin, kendisini:
“Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn”
diye takdîm etmesine, ânında îtirâz etmiş ve:
            
“Hayır! Hayır! Beni öyle takdîm etmeyiniz. Biz olsak olsak, o mübârek yerlerin hademesi oluruz. Bize Hâdımü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn deyiniz.”
demiştir. 
 
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, o küçücük takkeye sığan kafası, işte o kafadır ve Hirâ Dağı’ndan nazar eylemektedir.
 
Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen