Yasin ŞEN
Tapduk Emre hazretleri, Anadolu’nun belki en mahfi, fakat bir o kadar da en çok etkili olmuş mana erenlerinden birisidir. Onun tesirleri şüphesiz gönülleri aşk ile mayalaması, Yunus Emre gibi bir hazineyi yetiştirmesi ve en karmaşık döneminde Anadolu’yu diri ve güçlü kılan manayı burada temsil edebilmesindedir.
Tapduk Emre hazretlerinin ismine Yunus Emre’yle ilgili menkıbelerde ve yine onun şiirlerinde, nihayet bazı vakıf belgelerinde rastlamaktayız. Niçin gizli kaldığını tahmin etmek elbette mümkün. Mahfi yaşamış ve böyle kalmak istemiştir. O eserini ve ışığını yetiştirdiği erenler aracılığıyla Anadolu’ya yaymış bir gönüller sultanıdır. Mezarı ve ona atfedilen makamlar gösteriyor ki, Tapduk Emre hazretleri Anadolu’da çok sevilmiştir.
Anadolu’da bu durumu anlatan çok hususi ve güzel bir söz vardır: Bir yerde mezarın olsun, dokuz yerde ışığın yansın! Onun belki bugün bir yerde mezarı var, fakat ışığı gönülleri aydınlatmaya devam etmektedir.
Tapduk Emre hazretlerinin bugün Nallıhan’da medfun bulunduğu kesinleşmiş gibidir. Fakat onun Türklerin yaşadığı birçok yerde makamlarına rastlanmaktadır. Azerbaycan’dan Rumeli’ye kadar geniş bir coğrafyada görülen bu makamlar onun Anadolu’yu, hatta Azerbaycan başta olmak üzere Türk dünyasını aşk, sevgi ve bilgi ile mayalayan bir gönül sultanı olduğunu göstermektedir.
Emreler Topluluğu
Tapduk Emre’yle ilgili kaynaklar onun Horasan’dan Anadolu’ya geldiği hususunda hemfikirdir. Onun 13. Yüzyıl’da Anadolu’ya geldiğini ve buraların Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük hizmetleri olduğunu söyleyebiliriz.
Burada dikkat çeken hususlardan birisi hem Tapduk Emre’nin hem de Yunus’un isimlerinde yer alan “Emre” kelimesidir. Bu kelimenin nereden geldiği, nasıl oluştuğu ihtilaflıdır. Fakat “Emre” unvanlı şairler de göstermektedir ki, bu bir isim değildir. Belki Köprülü’nün işaret ettiği ve Emreler Topluluğu denebilen bir topluluk mevcuttu.
Tapduk Emre’ye mensubiyetini “Sorun Tapduklu Yunus’a bu dünyadan ne anladı / Bu dünyanın kararı yok sen ne imiş ben ne imiş” mısralarıyla dile getiren Yunus Emre’nin hem ismi hem de buradaki “Tapduklu” ifadesi bize böyle bir grubun olabileceğini düşündürmektedir.
Dolayısıyla “Emre” kelimesi bir isimden ziyade bir unvan gibi durmaktadır. Pendname müellifi Emre adlı bir şair, Hacı Bektaş dervişi Said Emre gibi isimler de bize bunu düşündürmektedir. Ayrıca 15. Yüzyıl’ın büyük mutasavvıflarından Ümmi Kemal hazretlerinin halifesi Sarı Müderris Sinan Efendi de Emre adlı bir dervişten söz etmektedir. Araştırıldığı takdirde Emre unvanlı şairlerin daha da fazla olacağı tabiidir.
Bu Kapıya Eğri Yakışmaz!
Yukarıda da değindiğimiz gibi Tapduk Emre’nin ismine ilk olarak Yunus Emre’nin menkıbelerinde rastlamaktayız. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin işareti üzerine onun dergâhına gitmiş, burada manevi terbiye görmeye başlamıştır. Rivayete göre kırk sene dağdan bu dergâha odun taşımış, aşk u şevk ile hizmet etmiştir. Denildiğine göre o bu dergâha dosdoğru odunlar getirir, niye böyle yaptığını soranlara ise “Bu kapıya eğri yakışmaz!” dermiş.
Yine menkıbede anlatıldığına göre bir sebepten ötürü Tapduk Emre, Yunus Emre’ye incinmiştir. Bunun sebebinin, su taşımaktan ötürü sırtında yağır (yara, çıban) çıkan Yunus Emre’nin bir dervişten merhem istemesi olduğu söylenir. Sebebi her neye bağlı ise, Yunus Emre Tapduk Emre’den bir süre ayrı kalmış ve bu yolculuğunda hem kendisinin hem de mürşidinin mana olarak büyüklüğünü daha iyi anlamıştır.
Bu seyahatin sembolik bir yolculuk olduğunu söyleyen araştırmacılar da vardır. Nihayet Yunus Emre dergâha dönmüş, Tapduk Emre hazretlerinin eşinin de tavassutu ile hazretten af dilemek istemiş. Menkıbenin bu kısmında Tapduk Emre’nin gözlerinde katarakt benzeri bir rahatsızlığının olduğunu öğreniyoruz. Bir sabah namazı vakti, Yunus Emre şeyhin eşiğinin önüne uzanmıştır. Burada eşiğin, hatta menkıbede geçen bazı hususların sembolik bir değeri haiz olduğunu ifade etmeliyiz. Herhalde burada eşik gönül makamını ifade etmektedir.
Neticede Yunus Emre mürşidinin affına ve “Bizim Yunus” iltifatına mazhar olmuştur. Menkıbeden Tapduk Emre hazretlerinin Yunus Emre’yi her halükârda yetiştirmek üzere seçtiği anlaşılmaktadır. Dağdan kırk yıl taşınan odunlar, eşiğin önüne yatılması gibi hususlar aslında sonu belli olan filme cümbüş, yani renk katmaktan ibarettir. Erenler Yunus’u yetiştirmiş ve ona “Bizim Yunus” demişlerdir. O artık “Bizim Yunus”tur.