Meşhur sözdür; “Târih bilmeyen siyâsetçi, pusula kullanmasını bilmeyen kaptana benzer. İkisi de gemiyi oturtur; kaptanın oturttuğu bir gemidir, siyâsetçinin karaya oturttuğu ise DEVLET gemisidir.”
Yalnız siyâsetçi değil, aydınlar da târih bilmek mecbûriyetindedirler. Bu, BİLGİ safhasıdır. Hz. Nûh’un gemisinin, Kur’ân-ı Kerîm’de, Cûdî dağında karaya indiğinin belirtildiğini bilmeyen Ağrı vâlimiz, “turist gelsin diye” gemi maketleri yapar, geminin Ararat/Ağrı’da olduğunu ilân eder.
BİLİNÇ ise, ondan sonraki, daha üstteki safhadır, FARKINA varmaktır, “farkındalık”tır. Farkına varmamız gereken ilk şey, içinde bulunduğumuz DURUMun tabiî olmadığı, buna YÖNLENDİRİLEREK gelmiş olmamızdır. Yâni, son 200 yıldır ağır baskısı altında olduğumuz KÜLTÜR EMPERYALİZMİnin ürünü, imâlâtı olduğumuzu anlamamızdır. “Başkaları” nasıl istemişlerse, “öyle” yetiştirilmiş olduğumuzun “farkına varmak”tır. Böyle bir durumda, AYDIN olmanın ilk adımı, İMÂLÂT HATASI olmak, o kabuğu kırmaktır.
Bir milletin târihi, o milletin birikiminin, gücünün, potansiyelinin aynasıdır. Onun içindir ki bir Avrupa’lı şöyle diyor : “Türkleri yenmek yetmez; onların târihini de yenmek gerekir.”
“Târihi yenmek” nasıl olur? O târihi, kendi milletinin gördüğü gibi değil de, “başkalarının, yabancıların, düşmanlarını gördüğü gibi” yazarak, işleyerek, yerleştirerek olur.
Batı’dan misâl verelim. A J P Taylor adlı dişli bir İngiliz târihçi, “The Course of German History” adlı kitabında diyor ki : “Alman târihinde hep aşırılıklar vardır, sarkaç bir Kaosa gider, bir despoluğa, orta yol yoktur, orada hüküm süren ya kargaşa veya diktatörlüktür. Hitler’in ortaya çıkışı, nehirlerin denize kavuşması kadar tesâdüftür.” “Böyle bir tenkide hiçbir milletin târihi dayanamaz, (cannot survive) ” diye eleştirenlere karşılık olarak : “Ben belgelere dayanarak böyle diyorum” diyor, görüşünde isrâr ediyor.
Bir Avrupa’lı târihçi, hem de sıradan olmayan bir târihçi, diğer bir Avrupa’lı mühim bir devletin târihini “böyle” değerlendirirse, yüzyıllardır savaştığı, korkusu iliklerine işlemiş olan bizim târihimizi “nasıl” değerlendirir ???
Yapılacak İLK İŞ, alışageldiğimiz, bize dolaylı olarak dayatılan târihimiz üzerinde rötuşlar yapmak değil, onu ASLÎ YÖRÜNGESİNE OTURTMAKTIR.
Bu konuda, bir teşebbüsü belirteyim : Malezya’da iken yazdığım, ‘International Islamic University, Malaysia’ nın bastırdığı, yayınladığı, o üniversitede bir müddet textbook olarak da kullanılan “Osmanlı History”, ülkemizde pek farkına varılmasa da, Endonezya’dan, Arnavutluk’tan, Güney Amerika’dan ses getirmektedir. Kitabın, Türkiyede yayınlanan, müesseselerin de ilâve edildiği basımında, arka kapakta şöyle yazar:
“Western literature about the Osmanlı Devlet, however scholarly may seem, comprises a huge monument of distortion. Since ‘…for too long the Ottomans have been studied without use of any of their sources, resulting in serious distortion and error. No history of France would be considered methodologically sound and balanced if it were written on the basis of English and Italian observations.’ (Stanford J. Shaw and Ezel Kural Shaw, “History of the Ottoman Empire and Modern Turkey”, Cambridge University Press, 1992, II, x.” This book is based mainly on Osmanlı sources and represents an entirely new approach.
Evet, ne kadar ilmî, araştırma kurallarına uygun GÖRÜNSE de Batı’da Osmanlı hakkında yazılanlar KOCAMAN BİR TAHRÎF ANITI MEYDANA GETİRMEKTEDİR.