Ayşe Samiha
Ertuğrul Firkateyni İstanbul’da demir atmış vaziyette iken.
“…buraların gemileri acayip, yâni denizlerine göre yapılmış. Bizim geminin iki veyâ üç misli cesâmetinde olup, bizim mâhut ise ekmekçi sepeti gibi gıcırdıyor. Bakalım gemimiz tahammül ederse ileri, olmazsa geri hareket olunacak zannederim.” Ertuğrul Firkateyni mürettebâtından Kumandan Ali Bey 15 Kasım 1889 târîhinde sılaya gönderdiği mektûbunda işte bu satırları yazıyordu.
Henüz Japonya’ya varmamışlardı. Doğru rüzgârı yakalayıp yola koyulmak için uğradıkları limanlarda aylarca kalmaları gerekiyordu. Ertuğrul Firkateyni 26 yaşında pek de yeni olmayan bir savaş gemisi idi. Ve Oshima Adası’ndaki pürüzlü, sert kayalar Okyanus’un yüzeyini sığ su boyunca yayılan pek çok sayıda bıçak gibi kırıyordu. Sâkin bir günde bile, Honshu’nun merkezinde, bu adayı, Pasifik’te, Kushimoto sahilinde, Wakayama Eyaleti’nde çevreleyen resifler bıçak sırtı gibi labirentler oluşturuyordu.
Târîhte olaylar, yaşandıkları ânda doğurdukları sonuçlarla daha ileride vukû bulacak olan yeni olayların tohumlarını da ekerler. İşte Ertuğrul Firkateyni de târîh güzergâhında denizde yaşanan fâcialar başlığı altında kitaplardaki yerini alırken bulunduğu dönem içindeki gelişmeler, hiç de hafife alınacak cinsten değildir. Osmanlı Devleti güç kaybederken, Batılı devletlerin politikaları, özellikle İngilizlerin Osmanlı toprakları dâhilindeki yerlerde farklı unsurları ayaklandırmaları, akademik platformlarda farklı açılardan ele alınıp incelenmeyi bekleyen ve biraz da ihmâl edilmiş bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Sultan Abdlhamîd’in tahta çıktığı zamanlar Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmekte olduğu ve Batılı devletlerin her fırsatı kollayıp kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları bir döneme denk gelir. Böyle zorlu bir dönemde Japonya’nın 1868’de gerçekleştirdiği Restorasyon’dan sonra hızla modernleşmesinden Sultan Hamîd, oldukça etkilenir. 1850’lerden sonra dış ticâretini geliştirmeye başlayan Japonya ile yakınlaşmak, giderek dar boğaz hâline gelen Avrupa ilişkilerine karşı da bir gövde gösterisi niteliğinde olacaktı. Nitekim 1881’de İstanbul’a gelen Yoshida Masahura’ya, daha sonra ziyâretine gelecek olan “Seiki” mürettebâtına söylediklerini söyler Sultan:
“Avrupalılar ile aralarında durum düzelir düzelmez Japonya’ya bir harp gemisi ziyareti düzenleyecektir”. Masahura San Sultan’a cevâben; “Harp geminizin ülkemize gönderilmesini ve devletinizin dev bayrağının Doğu’da parlamasını istiyoruz.”
Seiki adlı Japon savaş gemisiyle Prens Kumatsu -no Miya Akihito üstün Japon nişân hediyesi Krizantem’i Türk Sultânı’na sunmak ve ikili ilişkileri pekiştirmek amacıyla 1887 yılında Meiji Hükûmeti tarafından Pâyitaht’a gönderilir. Japon İmparatoru’nun dostluk mesajını Sultân’a ileten Kumatsu San ve heyeti Pâdişâh tarafından büyük bir misâfirperverlik ile karşılanır. Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanan Japon heyeti, Pâdişâh tarafından hediye ve nişânlar ile taltîf edilir. Bu misâfirperverlik karşısında İmparator Meiji, Abdülhamîd Hân’a teşekkür mektûbu gönderir. Sultan Abdülhamîd, Japon İmparator’unun göndermiş olduğu yüksek nişâna; krizantem, Osmanlı Devleti’nin en büyük nişânı ile mukabele etmeli, iâde-i ziyârette bulunmalı idi. Krizantem, chrysanthemum veya Japoncası kiku, uzun ömürlülük ve gençleşmeyi temsîl eden bir semboldür. Bu çiçek, İmparator Nara (710-793) döneminde, Japonya’ya ilk kez girdiğinde, Japon Kraliyet Ailesi krizantem ile büyülendi. Nihayet krizantem, İmparatorluk Ailesi Amblemi oldu. Krizantem Japon İmparatoru’nun tahtının sembolü olarak kullanılmış olup monarşi sisteminde “devletin başı” mânâsına gelir ve İmparator tarafından verilen “en yüksek Japon onur emri”, “Krizantem’in yüce emri” mânâlarına gelir.
İşte Sultan Abdülhamîd Hân bu yüksek onur nişânına mukâbele olarak Japonya’ya bir savaş gemisi eşliğinde kendi yüksek nişânını takdîm etmek arzûsu içinde idi. Ancak yapılacak bu ziyâretin görünüşteki amacının farklı gösterilmesi gerekiyordu. Zîrâ Rusları kuşkulandırmamak, her ân teyakkuzda olan İngilizlerin dikkatlerini çekmemek gerekiyordu. Nitekim İngilizler her ân Doğu ve Güneydoğu Asya Müslümanlarının Osmanlı Sultânı’na olan bağlılığına ve ileride yine bizzat kendileri tarafından Avrupa târîhi terminolojisine yerleştirilmiş olan Pan-İslâmizme karşı teyakkuzda olmaları îcâb ediyordu. Sultân’ın Halîfe, yâni Müslümanların Emîri olması fikri, İngiltere’nin hoşuna gitmiyordu. Nitekim toprakları üstünde Güneş batmayan sömürgeci İngilizler, 1877’de Hindistan’da İmparatorluk kurarlar, 1882’de Mısır’ı işgal ederler, akabinde de, Arabistan’ı işgal etmek isterler. Bütün bunlar gerçekleşirken, Hilâfet tehlike arzetmekte idi. Târîh göstermektedir ki, İngilizler bu yolda çok çalışmışlar ve Hilâfet’in Arapların elinde olması gerektiği konusunda Londra’da yayımlanan ve Osmanlı Hilâfetini kabul etmeyen, Arap sözcüsü durumundaki “Mir’atü’l- Ahvâl” adlı gazeteye maddî yardımda bulunmuşlardır. İngilizlerin meşhur Times gazetesi de Osmanlıların Hilâfet’i zorla ve hîle yolu ile aldıklarını ve aslında Araplara geçmesi gerektiğini yazarak Arap sözcülüğü yapmıştır. Bütün bunları tâkib eden Sultân, Pan İslâmizme karşı endîşe beyân eden Avrupalı diplomatlara ve basına bu işe karışma fırsatını vermemiştir. Ertuğrul Firkateyni’nin uğrayacağı limanlar da; Süveyş, Aden, Bombay, Kolombo, Singapur, Hong Kong gibi Asya’lı Müslümanların sevgisine bir kez daha mazhar olunacak limanlar olarak dikkatle seçilmişti.
Firkateyn’in Müslüman ülkelerin limanlarına uğrayacak olması, Halîfe bayrağını taşıyan bir elçi durumuna sâhip olması demekti. Ve Ertuğrul Firkateyni, pek çoğu İngiliz sömürgesi olan bu limanlara uğradığında karşılaşılan sevgi gösterisi, göz yaşartıcı sahneler yaşatmıştı. Bir Türk gemisinin bu topraklara gelmesi, Türk bayrağının buralarda dalgalanması sömürge topraklarındaki Müslüman halkın coşkun sevgisi ile karşılanmıştı. Halk Ertuğrul’a “bağımsız Türk toprağı” diye namaz kılmaya geliyor, Türk askeri ile Cuma günleri birlikte namaz kılıyor, bandonun verdiği konserleri dinlemek için akın akın gelip ağaçlara tırmanıyorlardı. En önemlisi de Cuma günleri hutbede Halîfe’nin adı okunuyordu. Sömürge devletleri bile halkın bu coşkusunun ne kadar içten olduğunu görünce şaşkınlık içinde kalmışlardı.
Asya’da Türk Firkateyni’nin bütün bu muhtemel etkilerinden dolayı, daha firkateyn yola koyulmadan Japonya ziyaretinin pek duyulmaması ve farklı bir sebep ile yapıldığının duyurulması gerekliliği üzerinde düşünüldü. Görünürdeki sebep Deniz Harp Okulu öğrencilerinin teoride gördüklerini denizde uygulamaları fırsatı başlığı altında sunulup resmî bir hüviyetle Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa’ya Ertuğrul Firkateyni’nin okul gemisi olarak Japonya’ya gönderilmesi emri verilir.
Ertuğrul Firkateyni’nin Seçilmesi:
“Ertuğrul” firkateyni ahşap idi ve mevcut bir diğer savaş gemisi “Âsâr-ı Tevfik”ten yenilik, sağlamlık ve makine kuvveti yönünden daha az gelişmiş olmasına rağmen, uzak doğu seferi için seçilir. Bunun en büyük sebeplerinden biri de o sırada Girit ve Sisam adalarında olabilecek muhtemel karışıklık için tetikte bulunmak gerekiyordu. Arnavutluk tarafında ayaklanmalar baş gösteriyor, Ermeniler şark vilâyetlerinde isyan çıkarıyor, Yemen ve Arabistan iç işleri de giderek karışıyordu. Adalarda çıkabilecek bir karışıklık ânında donanmanın hazır olması gerekiyordu. Bahriye Nâzırı’na göre, adalarda çıkabilecek bir karışıklık karşısında her ihtimâle karşı elde birkaç işe yarar gemi olmalı idi. Bu sebeple âsâr-ı Tevfik gönderilmemiş, Ertuğrul Firkateyni seçilmiştir.
2344 ton ağırlığında, 79 metre uzunluğundaki Ertuğrul Firkateyni, 1889 yılında 26 yaşında bir savaş gemisi durumunda idi. Ertuğrul’un bu uzun seyâhat için uygun olmadığı yolunda bir takım bâzı Osmanlı deniz subayları da yolculuğun selâmeti ve geminin bu uzun yolculuk için uygun olmadığı konusundaki endîşelerini dile getiren düşüncelerini bildirmiş olsalar bile, Ertuğrul, 14 Temmuz 1889’da 609 kişilik mürettebâtı ile Osman Bey komutasında yola koyulur.
Amiral Ali Osman Paşa ve Ertuğrul Mürettebatı
Yolculuğun altı ay sürmesi tahmîn edilirken, yolda karşılaşılan pek çok sıkıntılar yüzünden 11 ay sürer. Ancak Yokohoma’ya vardıklarında çekilen sıkıntılar unutulur. Diplomatik ilişkiler gâyet yolunda gider. Misyonun liderleri, Meiji İmparatoru tarafından ağırlanır ve kendilerine hediyeler, kutlama kartları, şeref belgeleri gibi hediyeler takdîm edilir. Mürettebât, Yokohama’da üç ay kalır. Japon yetkililer, Ertuğrul’un biraz daha kalmasını ve Firkateyn’e bakım yapmalarını istediklerini dile getirirler. Ancak Ertuğrul, Asya ve Güneydoğu Asya’da misyonunu yerine getirmiş, artık geri dönmesi gerekmektedir. Kaptan ve subaylar, Japon meslekdaşlarınca yapılan bütün uyarıları reddettiler. Böylece Ertuğrul ve mürettebâtı 15 Eylül 1889’da Yokohama’dan son yolculuğuna uğurlandı.
Ertuğrul’un dönüş hazırlığı ve hazîn sonu
Dönüş yolculuğuna hazırlanan mürettebât kolera salgınına yakalanır. Ertuğrul ile birlikte bütün mürettebat karantinaya alınır. 36 kişi hastalanmış, bunlardan on ikisi vefât etmiştir. Japonya’da bir ay kalınması plânlanmış iken üç ay kalmak gerekmişti. Eylül ayı yani tayfun mevsimiydi. Ertuğrul yola çıkmadan önce Japon denizciler ve yöneticiler yaklaşan fırtınalar sebebiyle geminin kalkışına engel olmaya çalıştılar. Ayrıca 26 yaşındaki geminin tâmire ihtiyâcı vardı. Ancak kaptan ve subaylar yapılan bütün îkâzlara rağmen plânlandığı gibi 15 Eylül 1890’da Yokohama’dan İstanbul’a hareket etmiştir. Bu son yolculuğu idi, ve Japonlar Ertuğrul’u kader yolculuğuna uğurluyorlardı. O gün giderek şiddetlenen tayfun gece on iki sularında Ertuğrul’u kayalara çarpar, kazan dâiresindeki kazan patlar ve Ertuğrul, mürettebâtı ile sulara gömülür.
1890 yılında resmî diplomatik bir vazifeyle Pâyitaht’tan Japonya’ya ulaşan Ertuğrul Firkateyni, dönüş yolunda Tokyo’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Kii Ôshima (Wakayama vilayeti) yakınlarında çıkan tayfuna yenilir, kayalara çarparak parçalanır. Kumandan Ali Osman Paşa ve geminin kaptanı, 587 denizci ve subayla sularda kaybolur. Oşima Adası halkının gayreti ile toplanabilen 260 şehîdimizin bedenleri bugün anıtın bulunduğu tepeye askeri törenle gömülmüştür. Bugün Kii Ôshima’da bu elim deniz kazasında hayâtını kaybeden subaylarımız için bir âbide ve şehîdlik bulunmaktadır. Japon İmparatoru Şova tarafından 3 Haziran 1929 târîhinde ziyâret edilen şehîdlik, Japon milleti nezdinde ayrı bir öneme sâhip olmuştur. Şimdiki anıt 3 Haziran 1937 târîhinde Büyükelçi Hüsrev Gerede zamanında yaptırılmıştır. Ertuğrul Firkateyni Şehîdleri, Türk ve Japon milletleri arasındaki dostluğun, Kıyâmet’e kadar silinmeyecek dostluk simgesi olmuştur. Oşima Adası halkı tarafından, bağlı oldukları Kuşimoto Belediye Başkanlığı organizesinde Ertuğrul Şehîdliği’nde her yıl anma töreni düzenlenmektedir. Her beş yılda bir Türkiye’den heyetlerin, çoğu zaman Japon İmparatorluk Ailesi’nden de katılımının olduğu daha geniş muhtevâlı anma törenleri icrâ edilmektedir.
Ertuğrul Şehitliği Anıtı-Wakayama-Japonya
Kii Oshima Adası’nın sâkinlerinin canla başla, kalan sağları kurtarma çalışmaları bu acı haberle birlikte Türkiye’ye ulaşır. Kazâ sonucu gazetelerde çıkan haberler ve Japonların subayları kurtarma çabaları, karşılıklı duygu seline yol açar. O günkü ortak kaderleri; giderek zayıflayan Osmanlı Devleti ile dünyaya açılmaya çalışan yarı müstemleke durumundaki Japonya’yı, Batılı meslekdaşlarının arkasında yaya kalmış, endüstriyel ve ekonomik gelişmeden geri kalmış iki toplum gibi yansıtıyordu dünyaya. Osmanlı Türkleri Japonlar gibi gurûrlu insanlardı. Japonlar da kezâ… Ertuğrul’un batmasından 4 yıl önce yine aynı sularda meydâna gelen bir başka deniz kazası Batı’nın özellikle İngilizler’in dayattığı eşitsizliği gözler önüne sermektedir.
Ertuğrul batmadan dört yıl önce Wakayama yakınlarında bir başka deniz felâketi yaşandı. Normanton adındaki İngiliz kargo gemisi, 1886 yılının Ekim ayında Yokohama’dan Kobe’ye doğru yol alırken bir fırtınada batar. 240 tonluk Normanton, 38 mürettebât ve 25 yolcu taşıyordu. Kazâ netîcesinde geminin İngiliz kaptanı ile diğer Avrupalı mürettebattan 25’i İngiliz ve Alman cankurtaran botlarına binip güvenli bir şekilde karaya varırlar. Geri kalan 25 Japon yolcu ile 12 Hintli ve Çinli’den oluşan Asyalı mürettebât denizde kaybolurlar. Meiji liderleri Avrupalıların Asyalıları kaderlerine terk etmelerine hayret ederler. Japonya, Avrupalı ülkeler ile imzâladığı (haksız) anlaşmalardan birine göre, Normanton’ın kaptanı ile mürettebâtı yargılayamıyordu. Hem Meiji liderleri hem de Japon halkı bu haksız anlaşmalardan rahatsızlık duyuyordu. Japon halkının ısrarı ile Meiji liderlerinin bastırması üzerine, nihâyet Normanton’ın kaptanı ile mürettebâtın yargınlanması İngilizlerce kabul edilir. Japonların ısrarı ile Kobe’deki İngiliz konsolosluğunda bir mahkeme kurulur. Fakat mahkeme sonucu, Japonların ağızlarını hayretten açık bırakmıştır; Normanton’ın kaptanına ceza olarak bileğine bir tokat atılacak, diğer mürettebât da suçtan muaf tutulacaktı. Bu haksız sonuç Japonları iyice öfkelendirdi. Japon halkı, yöneticilerine Batılı ülkeler ile imzalanan haksız anlaşmaları iptal etmeleri için baskı yaptı. Nihâyet 1894’te Japon mahkemelerinin İngiliz dâvâlarına bakabileceğini kabûl eden bir anlaşma imzâlandı.
Ertuğrul’un Japon Sularında Kaybolmasının Ardından:
Faciadan kurtulan 69 denizci İmparator Meiji tarafından iki savaş gemisi ile İstanbul’a gönderilmiştir. Onlarla beraber Jiji Shino gazetesinde çalışan Noda Shotaro adlı gazeteci de İstanbul’a gelmiştir. Noda San, kazâzedelerin âileleri için Japonya’da toplanan yardım paralarını Pâyitaht’a getirmiştir.
Japon gazeteci Noda Shotaro, Sultan Abdülhamîd’in talebi üzerine Pâyitaht’ta kalarak Türkçe öğrenmeye ve Türk subaylarına da Japonca öğretmeye başlar. Harp Okulu’nda 1891-1893 yılları arasında iki yıl süren Japonca dersleri sonunda 7 Türk subayı Japonca öğrenir.
Türk literatüründe Anesti ve İsakcalızâde tarafından 1908’de hazırlanan “Japon Elifbası” adlı 12 sayfalık kitapçık, ilk Japonca kitap olarak gösteriliyordu. Profesör Ali Merthan Dündar Bey’in bugünkü araştırmaları, bizlere ilk Japonca eserin 1893 yılında, gazeteci Noda Shotaro’nun Japonca ders verdiği subaylardan biri olan Mülâzım-ı Sâni Mustafa Âsım Efendi tarafından yazılmış olan sözlük olduğu bilgisini ulaştırmıştır. İstanbul Atatük Kitaplığı’nda yıllar sonra keşfedilen bu sözlük, el yazması olup Sultan Abdülhamîd Hân’a ithâf edilmiştir. Profesör Dündar’ın açıklamalarına göre, bu sözlük, ithâf ve açıklama sayfaları hâriç, 348 sayfadan oluşmaktadır. 4002 kelimenin anlamı Japonca, Fransızca ve Türkçe olarak verilmiş olup, üç ayrı dilde 95 başlık hâlinde toplam 12.006 kelime, bu sözlüğün muhtevâsını oluşturmaktadır. Alt başlıklar; “Osmanlı İmparatorluk Saray Unvânları, Rütbeler, Renkler, Eşyâlar, Sıfatlar, Uzuvlar” gibi, pek çok farklı konuyu içine almaktadırlar.
Sözlüğün ilk sayfasında Türkçe, Japonca ve Fransızca olarak sözlüğün adı yazılmış ve Türkçe olarak yazar hakkında bilgi verilmiş. Ardından Sultan Abdülhamîd’e ithâf yazısı ile bunu müteakip yazdığı iki şiirle Mustafa Âsım Efendi nasıl Japonca öğrendiğini anlatır.
Yine aynı sınıftan Mülâzım-ı Evvel (üsteğmen) Recep Efendi’nin Japonca olarak kaleme alldığı mektuplar da ilk Japonca yazılan eserlere girer. Bu mektuplar Misao Nobuo tarafından yayımlanmışlar.
Bütün bunlardan hareketle, Mustafa Âsım Efendi’nin sözlük çalışması, Türkiye’de çıkan ilk Japonca telif sözlük olması açısından önemlidir, dile ve kültüre büyük hizmettir. Pâdişâh’a ithâf sayfasında Mustafa Efendinin satırları bize devletin askerî okullarında Fransızca, Almanca, Rusça lîsanları dışında Pâdişâh’ın emriyle Japonca da öğretilmesine de başlandığı belirtiliyor. Âsım Efendi’nin sözlüğü, basılabilmesi için saraya sunulmuş, ancak İstanbul Atatürk Kitaplığı’ndaki nüshanın dışında basılmış bir nüshası ile karşılaşılmamıştır. Eser el yazması ve tek nüshadır. Esere dâir muhtelif fotoğraflar, bu makalenin sonuna eklenmiştir.
İşbu belgeler, bizlere Mekteb-i Harbiye-yi Şâhâne’de (Harp Okulu) yıllar önce verilen eğitimin kalitesi hakkında da ipuçları vermektedir. Bugün iki yıl Japonca öğreniminden sonra bir sözlük yazılması henüz gerçekleşmemiş olup yıllarca İngilizce eğitim alıp da müşkilâtını gideremeyen nice günümüz insanı da bugünün eğitim kalitesi hakkında kafamızda “Çanlar kimin için çalıyor?” sorusunu uyandırmaktadır.
Ertuğrul’un sulara gömülmesinin ardından Pâyitaht’a ulaşan sağlar ile yukarıda anlatılanlar ışığında, bu kazâ netîcesinde dil ve kültürümüze yansımaları görüyoruz. Ne yazık ki, Japonya ziyâreti ile çok önemli bir vazîfe üstlenen Ertuğrul Firkateyni ve onun kahraman mürettebâtı, Türk Edebiyâtı’nda hakettiği yeri alamamıştır. Ertuğrul Firkateyni ile ilgili literatür taraması yapıldığında, bu olayın uzun zaman ele alınmadığı görülür. Türk Edebiyâtı açısından bu büyük bir eksikliktir. Konu ile ilgili hikâyeler, romanlar, şiirler yazılabilirdi. Buna mukâbil Japon Edebiyâtı’nda Ertuğrul Firkateyni’ne dâir şiirler yazılmış, bunlardan bir kısmı daha sonra bestelenmiştir. Wakayama Valisi İşii’nin kaleme aldığı ve bugün Ertuğrul Anıtı üzerindeki şiir, bunların en önde gelenidir :
-Rüzgâr Tanrısı hiddetlenince koca gemi de güçsüz oldu,
-Delegeler şehîd düştülerse de dostluğumuzun temeli oldu,
-Hâtırâsını taşa oyuyoruz tâziyemizi sunuyoruz.
Nippon İmparatorluğu kuruluşunun 2551 (1891) yılı Meiji devrinin 24. yılı.
Kitâbeyi yazan: Vakayama Valisi İşii
Kitabeyi Türkçe’ye çeviren: Prof. Koci Okubo” 2
Sonuç:
Bu yazının muhtevâsının oluşmasında başvurulan pek çok ilmî makale ve araştırma bizlere göstermektedir ki, Ertuğrul Firkateyni hâdisesi üzerine yeterince kafa yorulmamış, yeterince araştırmalar yapılmamış, yapılan çok az araştırma da takipsiz kalmıştır. Elîm kazâ, her şeyden önce târîhi bir olaydır ve Türk târîhçiliğinde akademik ölçüler içinde ele alınıp incelenmesi gereklidir. Türk insanının konu ile ilgili bilgisinin arttırılması, târîh öğretiminde mes’elenin yeterince ele alınması hassasiyet arzettiğinden, umulur ki, Türk Devleti’nin başındaki söz ve makâm sâhiplerinin konu ile ilgili araştırma ve çalışmaları teşvîk etmeleri gündeme gelir. Umut verici olarak 2005 yılından îtibâren gelişen Türk-Japon diplomatik münâsebetleri sonucu, Türk-Japon kardeş şehir projeleri kapsamında Japonya’daki Ertuğrul Anıtı’nın bir benzerinin kardeş şehir Mersin’de dikilmesi sonucu, bu elîm kazânın da yeni yeni edebî metinlere yansıma ihtimâli bizler için bir umuttur. Yine Japonların Ertuğrul Firkateyni hâtırâsına İstanbul’a Sakura çiçekleri ekmeleri mezkûr olaya hürmeten bir zarîf Japon inceliğini bize âdeta ince ince çalan Japon musıkîsi sadâsıyla ulaştırır.
Ertuğrul Şehîdlerimizi rahmetle ve her dâim hüzünle anıyoruz. Dostluk ve iyi niyetle yola çıkan bu kahraman Türkler’in azîz ruhları şâd olsun.
***
Ayşe Samiha
Singapore
12.05.2018
Ekler: Mülâzım-ı Sâni Mustafa Âsım Efendi tarafından yazılmış olan ilk Japonca, Türkçe ve Fransızca el yazması sözlükten görüntüler:
Kaynaklar:
- https://www.academia.edu/35803167/İlk_Türkçe_Japonca_sözlük_Üzerine.pdf?auto=download
- http://dergipark.gov.tr/download/article-file/285773
- https://www.kusuyama.jp/blog/culture/kiku-chrysanthemum-japan-symbol
- https://www.nippon.com/en/genre/politics/l00127/
- https://www.japantimes.co.jp/life/2008/04/13/general/japans-tragic-titanic-of-turkey/#.WvR9zkxuKP-
- https://wiki.samurai-archives.com/index.php?title=Ertugrul
- http://www.sehitliklerimiz.com/japonya-sehitlikleri/ertugrul-sehitligi/
|