Milli Mücadele’nin başarılmasında ‘temsil’ kavramının böylesine işlevsel olduğu, Birinci Meclis’in en geniş anlamda temsili sağlayarak ülkeyi birleştirdiği, Meclis’te son derece hür ve seviyeli tartışmalar yapıldığı, Mustafa Kemal’in çeşitli tekliflerini o Meclis’in reddettiği, Büyük Zafer’in temelinde böyle bir meşruiyetin bulunduğu konusunda yeterli bilgimiz ve şuurumuz olsaydı… Bugün demokrasi, hukuk devleti, düzgün işleyen kamu bürokrasisi ve ekonomide daha ileri bir noktada olmaz mıydık?!
*****
Bu yazı Hürriyet Gazetesi’nin 3 Nisan 2018 târihli nüshasından alınmıştır
Taha AKYOL
TARİHİ yanlış yahut yanlı okuyarak ya da hiç okumayıp tasavvur ederek kendimizi aldatmak hoşumuza gidiyor.
Demokrasi kültürümüzün zayıf olmasının önemli sebeplerinden biri, tarihimizdeki demokrasi faktörünün iyi bilinmemesidir. Bu yüzden demokratik değerler derinlik kazanamıyor, yüzeysel kalıyor; siyasi güç karşısında, her devirde, yargı bile eğiliyor.
Milli irade, milli hâkimiyet, kuvvetler ayrılığı, meclis, basın hürriyeti gibi kavramların kültürümüze Namık Kemal ve sonra da Meşrutiyet’le girmiş olması bir kenara…
Milli Mücadele’yi zafere ulaştıran Birinci Meclis hakkında bile yeterli düzeyde bir fikrimiz yok.
BİRİNCİ MECLİS
Birinci Meclis genelde sadece ‘İstiklal Savaşı’ndaki Meclis’ diye bilinir.
Birinci Meclis’in demokratik ve temsilî yönü yeterince bilinmiyor.
Dünkü yazımda, Mersin Mebusu Selahattin (Köseoğlu) Bey’in Birinci Meclis’te kuvvetler ayrılığını savunan konuşmasından bahsetmiştim. Bazı okurlarım bu konuda kitap tavsiye etmemi istediler. Tarihçi Ahmet Demirel’in “Selahattin Köseoğlu’nun Milli Mücadele Hatıraları”nı okuyabilirler. (İletişim Yay.)
Benim “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı kitabımda 1921 Anayasası anlatılırken Selahattin Bey’in konuşmalarını da görebilirsiniz. (Doğan Kitap)
Birinci Meclis’teki muhaliflerden Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, saltanatın kaldırılmasından bir yıl önce, Meclis’in 28 Kasım 1921 günlü oturumunda “Millet saltanat istemiyor” diye konuşuyordu, Vahdettin’i yerden yere vuruyordu.
Oysa resmi şablonda muhalifler padişahçı gibi görülür. Diğer yanda, bugün bazı çevrelerdeki hanedan romantizmi o zaman muhafazakârlarda bile yoktu.
HERKESİN MECLİSİ
İstanbul’un işgali üzerine Osmanlı Meclisi protesto olarak kendini tatile sokmuş, Türkiye meclissiz kalmıştı.
Mustafa Kemal 19 Mart 1920’de bütün Anadolu’ya genelge göndererek Ankara’da toplanacak yeni meclis için seçimler yapılmasını istedi. Genelgenin 6. maddesi Birinci Büyük Millet Meclisi’nin temsilî niteliğini gösterir:
“Bu meclis üyeliğine, her parti, zümre ve cemiyet tarafından aday gösterilmesi caiz olduğu gibi, her ferdin de bu mukaddes mücahedeye fiilen iştiraki için bağımsız olarak adaylığını istediği mahalde ilana hakkı vardır.”
Birinci Meclis bu şekilde bütün siyasi eğilimlerin temsil edildiği, böylece herkese ‘aidiyet duygusu’ veren ‘milli’ bir meclisti.
1918 sonlarında başlayan sivil ‘kongreler’le zaten temsilî ve katılımcı bir sosyolojik zemin oluşmuştu. Mustafa Kemal’in de tek unvanı ‘Heyet-i Temsiliye’ yani Temsil Kurulu Başkanı olmasıydı.
Meşrutiyet devrinde yerleşen ‘temsil’ kültürü Milli Mücadele’de böylesine önemli bir işlevi icra etmiştir.
YÜZ YIL SONRA
Yüz yıl sonra, bugün başkanlık sisteminde bile hâlâ yüzde 10 barajını sürdürerek Meclis’in temsilî vasfını azaltmaya, ittifak yasasıyla da muhaliflerin Meclis’e girmesini biraz daha zorlaştırmaya çalışıyoruz.
Milli Mücadele’nin başarılmasında ‘temsil’ kavramının böylesine işlevsel olduğu, Birinci Meclis’in en geniş anlamda temsili sağlayarak ülkeyi birleştirdiği, Meclis’te son derece hür ve seviyeli tartışmalar yapıldığı, Mustafa Kemal’in çeşitli tekliflerini o Meclis’in reddettiği, Büyük Zafer’in temelinde böyle bir meşruiyetin bulunduğu konusunda yeterli bilgimiz ve şuurumuz olsaydı…
Bugün demokrasi, hukuk devleti, düzgün işleyen kamu bürokrasisi ve ekonomide daha ileri bir noktada olmaz mıydık?!
————————————–
Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/tarihle-aldanmak-40792584