Kimse size bu insanların aleyhine konuşun, bir şekilde bu tarikatların girdabına yakalanmış insanları incitici sözler edin demiyor.
İyi olan her şeye düşman, zihninde ilmin, bilimin zerresi bulunmayan bu tür tarikat liderlerini ‘ülkemizin önemli bir âlimi‘ diyerek yüceltmenin, iltifat etmenin ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyor musunuz?
Sizin yücelttiğiniz bu insanların, bu ülkenin, toplumun, yaşamın, huzurumuzun düşmanı olduğunu topluma nasıl anlatacağız?
Bunların din anlayışının sakat olduğunu, bunlardan uzak durulması gerektiğini, bu tarikatların hem insanların hayatını hem de ülkemizi cehenneme dönüştürmeye çalışan yapılar olduğuna insanları nasıl ikna edeceğiz?
Kötülük yapan biri yüceltildiğinde esasında o kötülük yüceltilmiş olmuyor mu?
*****
Levent GÜLTEKİN
Anadolu’nun küçük bir kasabasından 18 yaşında İstanbul’a geldiğimde bir arayış içindeydim.
Uzaktan edindiğim bilgilerle tanıdığım cemaat ve tarikatları yakından tanımak istiyordum.
Yani haklarında okuduklarımla, duyduklarımla değil, bizzat gördüklerimle bir kanaat sahibi olmak istiyordum.
Bu vesileyle neredeyse bütün cemaat ve tarikatları dolaştım.
Gittiklerimden biri de liderliğini, geçtiğimiz günlerde vefat eden Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yaptığı İsmailağa tarikatıydı.
Fatih’teki merkezlerine gittiğimde, bir vakit namazında beni ‘Mahmut Hoca’ denilen tarikat liderinin yanına götürdüler.
‘Mahmut Hoca‘ beni görür görmez elini sakalsız yüzüme sürmüş ve gülümseyen bir edayla, “Sakalın nerede?” diyo sormuştu. Küçük bir şaşkınlık geçirmiş, “Hocam benim sakalım içime doğru bitiyor” demiştim.
Bu muzip cevabımla Hoca’ya daha o yaşta, inancın dış görünüşle belli olmayacağını, esas olanın insanın içinde olduğunu söylemek istemiştim.
‘Mahmut Hoca’ pazar sabahları, sabah namazından sonra cemaate vaaz veriyordu.
O vaazı dinlemek ve tam olarak ne anlattığını kulaklarımla duymak istiyordum.
Fakat bu tarikat, teknolojinin her türlüsüne karşı olduğu için ‘Hoca‘ vaazlarında mikrofon kullanmıyordu. Bu nedenle tarikat liderinin ne dediğini duymak için camide ön saflarda yer bulmak, bunun için de ya çok erkenden gitmek ya da geceyi orada geçirmek gerekiyordu.
Ben de işi sağlama almak için geceyi orada geçirip sabah namazından sonra camide ön saflarda yerimi kapmıştım.
‘Mahmut Hoca’ kürsüye çıktı ve vaazına başladı. Vaazda, müritlerinden birinin gördüğü bir rüyayı anlattı…
Söz konusu mürit rüyasında öldüğünü görüyor. Ahirete gittiğinde cehennem kapısında zebaniler, kolundan tuttuğu herkesi cehenneme atıyor. Mürit, sıra kendisine gelince, “Ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım” diyor. Bunun üzerine cehennem zebanileri büyük bir hürmet gösteriyor ve “Öyle mi, o zaman sen cennete geç” diyor.
Bir anda büyük bir şaşkınlık yaşamıştım.
Çünkü belli ki kendi tarikatından olmayan hiçbir Müslümanı cennete layık görmüyordu ‘Mahmut Hoca’.
Üstelik cennete, mensubu olduğu Nakşibendi tarikatının tamamını da değil, sadece liderliğini yaptığı Halidi kolunu layık görüyordu.
Ona göre ben dâhil onun tarikatına dâhil olmayan herkes cehennemlikti.
Bütün vaaz bu rüya etrafında dolanıp durdu.
Anadolu’nun küçük bir kasabasında büyümüş, bu tür insanlara fazla anlamlar yükleyen bir genç olarak duyduklarım karşısında şaşkınlık yaşamıştım.
Gözümde büyüttüğüm insanın bu kadar sığ ve yüzeysel olabileceğine inanamamış, “Herhalde yanlış duydum” ya da “Bir yanlışlık var” diyerek kendimden şüphe etmiştim.
Bir sonraki sefer en ön safta yer kapıp anlatılan her şeyi en net haliyle duymak istiyordum.
Öyle de yaptım.
Erkenden, ön safta yerimi kaptım.
‘Mahmut Hoca’ kürsüye çıktı ve aynı rüyayı bir kez daha anlattı ve bütün vaaz bir kere daha aynı rüya etrafında döndü durdu.
Anlayacağımı anlamıştım.
Hastalıklı bir din yorumu ve açık bir din tüccarlığı vardı. Bunu da öyle gizli saklı yapmıyorlardı.
Cemaatine taraftar toplamak için insanları cehennemle tehdit ediyor, kendinden olmayanları Müslüman bile kabul etmiyorlardı.
Yukarıda da dediğim gibi teknolojiye karşıydılar, hiçbir çocuğun, özellikle de kız çocuklarının üniversite okumasını istemiyorlardı.
İnsanlara esas olanın bu dünya değil, ahiret olduğunu, bu nedenle yoksulluğa şükretmeyi, var olanla yetinmeyi, daha iyisini istememeyi vaaz ediyorlardı.
Bu ve diğer birçok tarikatın Türkiye’yi getirmeye çalıştığı yer, kapkaranlık bir kuyudan başka bir şey değildi.
Çünkü gülmenin haram olduğu, bu nedenle neşenin olmadığı, kadınların toplumsal hayatın dışında tutulup kocasına itaat eden ama ortalıkta görünmeyen bir canlı türüne dönüştürüldüğü, kimsenin iyi bir eğitim almasına gerek olmadığı, sanatın, edebiyatın, felsefenin, bilimin olmadığı, herkesin temel vazifesinin sadece ibadet etmek olduğu bilinciyle hareket ettiği bir ülke hayal ediyor ve bu uğurda çalışıyorlardı.
Dediğim gibi bu tarikatlar hem bizim hayatımızı hem de ülkemizi tam bir cehenneme dönüştürmek için çabalayıp duruyorlar.
Peki, bütün bunları niçin anlattım?
Bu tarikatın lideri Mahmut Ustaosmanoğlu geçtiğimiz günlerde vefat edince kimi siyasetçilerden taziye mesajları geldi. Kimileri de cenaze törenine katılıp bağlılıklarını bildirdi.
Üstelik bu siyasetçilerin neredeyse hepsi bize tam da bu tarikatın yapmaya çalıştıklarının tam tersi bir hayat vaat ediyor.
Bu siyasetçiler konuşmalarında sıklıkla laiklik vurgusu yapıyor.
Çocuklarımızın okumasının ne kadar kıymetli olduğunu anlatıyorlar.
Kadının toplumsal hayattaki yerine vurgu yapıp duruyorlar. Bize, ülkemizi medeni dünyanın bir parçası yapacakları vaadinde bulunuyorlar.
Konuşmalarında bilimi, sanatı, felsefeyi yüceltiyorlar.
Evrensel insan haklarından bahsediyorlar.
Ama gelin görün ki vaat ettiklerinin tam tersini yapan, hatta siyasetçilerin vaat ettiği o hayatı, o hayatın ışığını söndürmeyi kendine amaç edinmiş biri öldüğünde ona üzülmekten de geri kalmıyorlar.
Sevgili Deva, Gelecek, Saadet, İYİ Parti, cenazeye katılan CHP’li ve diğer bütün siyasetçilere sesleniyorum:
Bu ikiyüzlü siyaset anlayışıyla nereye kadar devam edeceksiniz?
Bir taraftan “Laiklik bu ülke için çok önemli” derken diğer taraftan laikliği yok etmeyi birinci amaç haline getirmiş birinin ölümüne üzülmekten geri durmuyorsunuz.
Bir taraftan bize, ülkemizi medeni dünyanın bir parçası yapma vaadinde bulunuyor, diğer taraftan bu yaşam biçimine düşman birine iltifat etmekten çekinmiyorsunuz.
Bir taraftan gençlere, kadınlara, özgür bir yaşam vaat ederken, diğer taraftan kadını toplumsal hayatın dışına atmaya, kocasının kölesi yapmaya çalışan bu tarikatlara saygı duymaktan vazgeçmiyorsunuz.
Kimse size bu insanların aleyhine konuşun, bir şekilde bu tarikatların girdabına yakalanmış insanları incitici sözler edin demiyor.
İyi olan her şeye düşman, zihninde ilmin, bilimin zerresi bulunmayan bu tür tarikat liderlerini ‘ülkemizin önemli bir âlimi‘ diyerek yüceltmenin, iltifat etmenin ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyor musunuz?
Sizin yücelttiğiniz bu insanların, bu ülkenin, toplumun, yaşamın, huzurumuzun düşmanı olduğunu topluma nasıl anlatacağız?
Bunların din anlayışının sakat olduğunu, bunlardan uzak durulması gerektiğini, bu tarikatların hem insanların hayatını hem de ülkemizi cehenneme dönüştürmeye çalışan yapılar olduğuna insanları nasıl ikna edeceğiz?
Kötülük yapan biri yüceltildiğinde esasında o kötülük yüceltilmiş olmuyor mu?
Mesela aleni hırsızlık yapan birine iltifat, hırsızlığa iltifat anlamına gelmez mi?
Ya da çocuk tacizcisi birini yüceltmek, çocuk tacizini meşrulaştırmaz mı?
Bu tarikatların ülkeye verdiği zarar, sahte din yorumuyla topluma akıttığı zehir, bu saydıklarımdan daha mı hafif kötülük?
Diğer taraftan asıl soru şu: Hangisi sizin gerçek yüzünüz?
Bize vaat ettikleriniz mi gerçek, yoksa bu tarikat liderlerinin cenazelerinde onlara yaptığınız iltifatlar mı?
Hangi sözünüze inanacağız?
Bütün bu tuhaf davranışları muhtemelen üç beş oy için yapıyorsunuz.
Oy için her şeyi yaparım, herkese göz kırparım, en sorunlu insanları bile gerekirse yüceltirim gibi yüzeysel tavırlardan ne zaman vazgeçeceksiniz?
Bu tür bir siyaset anlayışının toplumda artık bir karşılığının olmadığını gerçekten göremiyor musunuz?
Kaldı ki tüm bunları oy için yapmanız bile akıl işi değil.
Çünkü Metropoll araştırma şirketinin araştırmasına göre “Laik, özgür ve hukuk devletinde yaşamak istiyorum” diyenlerin oranı yüzde 75. “Laiklik bizim için önemli bir değer” diyenlerin oranı yüzde 90’larda.
Niçin laiklik, özgürlük gibi değerleri önemseyen bu çoğunluğun değil de çok daha küçük bir kesimin ilgisini çekmek sizin için çok daha önemli?
Kaldı ki siyasetçi toplumun peşinden koşan değil, toplumu dönüştüren kişi olmalı.
Bu tarikat liderlerinin ölümüne duyduğunuz üzüntünüz kadar cesaretiniz olsaydı ülkemiz bu halde olmazdı.
YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ