Ayhan KAYA*
Safevi Devletinin kuruluşu İslam ve Türk tarihi açısından önemli bir hadisedir . bu hadisenin en önemli neticesi İslam Dünyasında yeni bir merkezin meydana gelmiş olmasıdır . Başlıca vasfı Şiilik olan ve İranın tamamını kapsayan bu oluşum günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir .
Safevi adının kaynaklandığı kişi o tarihte Azerbaycan’ın Erdebil kentinde ortaya çıkan Sufi bir tarikatın kurucusu Safiyüddin İshaktır (1253-1334). zengin ve soylu bir aileye mensup olan Şeyh Safiyüddin dünya çıkarlarını bir kenara iterek mistik bir hayat sürmüştür. Şeyh’in ailesinin kökeni hakkında edindiğimiz bilgiler muhtemelen bu ailenin Erdebil’e 10.yy başlarında geldiğini göstermektedir.
Şeyh Safi mürşidi ve kayınpederi olan Şeyh Tacettin’in etkisinde kalarak onun dini öğretilerini benimsemiş ve Erdebil’de sufi bir tarikat oluşturarak çok sayıda taraftar edinmiştir .. Coğrafyacı Hamdullah el Qazvinin ‘’Nuzhetu’l Qulub’’ adlı eserinden edinilen bilgilere göre Erdebil nüfusunun çoğunluk olarak Şafiiliği benimsediği ve Şeyh Safiyüddin’e bağlı oldukları anlatılmaktadır. Burdan anlaşılacağı üzere tarikatın kuruluş sırasında Sünni İslam’ı bir inanış olarak benimsediklerini ortaya koymaktadır.
Safeviye Tarikatının namı Alüiddin(Hoca) Ali (1391-1427)’nin şeyhliği döneminde İran’dan Anadoluya , Suriyeden, Kudüs’e kadar yayılmıştır. Bu dönemin en büyük hadisesi Timur’un Ankara Savaşı (1402) dönüşünde şeyhi ziyaret etmesidir. Timur, Hoca Ali’nin isteği doğrultusunda Anadolu’dan getirdiği 30.000 esiri kendisinin himayesine bırakmıştır. Bu esirler tarikate katılıp Anadoluya dağılacaklar ve özellikle Şah İsmail döneminde Anadolu’daki Kızılbaş ayaklanmalarında başrol oynayacaklardı.
Safeviye tarikatının siyasi bir şekil almadan önceki son şeyhi İbrahim oldu . Şeyh İbrahim’in 1447 yılında ölümüyle Safeviye Tarikatı Şeyh Cüneyd dönemiyle birlikte manevi hayattan el çekerek siyasal nüfuz sahibi olma girişimlerine başladılar. Cüneyd dönemine kadar hiç bir şeyh herhangi bir siyasi olaya karımamış tarikat sadece dini meselelerle meşgul olmuştu.
Şeyh Cüneyd tarikat’ın başına geçtiğinde ilk iş olarak Seyyidlik iddiasında bulunmuş, kendi soyunu Hz. Ali’ye dayandırmıştır. Safeviye Hanedanını aslen Seyyidlik ile bir alakasının olmadığı göz önüne alındığında şeyh cüneyd’in böyle bir yola başvurması dini bir tarikatten siyasi bir oluşum yaratıp meşruiyetini dini argümanlara dayandırma gayesi güttüğü söylenebilir. O dönemde yaşamış olan Fazlulluh İbn-i Ruzbihan ‘’Alem Aray-ı Emin’’ adlı esrinde Şeyh Cüneyd’in bu iddasını şöyle açıklamaktadır . ‘’Veraset nimeti Cüneyde ulaştığında o atalarının izlemiş olduğu yaşam çizgisini tamamen terk etti. İhtirasın başlaması onun hayal dünyasındaki kuluçkada iktidar isteği yumurtasını doğurmuştu.onun her çabası yeni yerler fethetmekti’’.
Şeyh Cüneyd’in iktidar hırsına kapılmasının bir başka nedeni de Timur’un oğlu Şahruh’un 1447 yılında ölümü ve Karakoyunlu Devletinin o dönemde yıkılmaya yüz tutmuş olması bölgede bir siyasi otorite yoksunluğu yaratmış Şeyh de bu zaafiyeti kendi lehine kullanmak istemiştir.
Şeyh Cüneyd’in hayatı boyunca yaptığı en büyük iş ise Savaşcı Türkmen Boylarının (Varsak,Çepni,Ustacalu,Kaçar,Avşar,Tekelü,Zul Kadir,Tekelü) oluşturduğu Şia bağlılarının sadakatini kendi lehine potansiyel bir güce dönüştürmek oldu. Giderek güçlenen safeviler Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’ın dikkatini çekti. Cüneyd’in amcası Cafer ile işbirliği yapan Şah Cihan, Cüneyd’i İran’dan çıkardı, tarikatın başına Cafer geçti. Cüneyd’in İran’dan çıkarılması da kendi lehine sonuçlar doğurdu. Anandolu’ya girerek Teke, Karaman ve Toros Dağları boyunca gezdi. Bu bölgelerde yaptığı Şii propagandası ile kendine taraftar topladı. Sultan Murad’a taabiyetini bildiren bu şeyh kendisine ikamet etmek üzere bir alan tahsis edilmesi talebinde bulundu. Ancak Şeyh’in niyetini anlayan Sultan Murad, bu talebi reddetti. Cüneyd’de bunun üzerine Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a sığındı ve Diyarbekir’de üç yıl ikamet etti. Burada ikamet ettiği süre içerisinde tekrar Erdebil’deki Safeviye tarikatının başına geçmek için bölgeye seferler düzenledi. Bu seferlerde başarısız olan Cüneyd, yönünü Dağıstan Bölgesine çevirdi. Şirvan Şah’ın ülkesine yaptığı seferler sırasında öldürüldü (1460).
Cüneyd’in Halefi Akkoyunlu Uzun Hasan’ın kızkardeşi ile olan evliliğinden doğan Haydar’dı. Uzun Hasan, Karakoyunlu Devleti’ne son vererek yeğeni Haydar’ı tekrar Erdebil’e yerleştirdi. Tarikatı ele geçiren Haydar, dağılan müridleri tekrar bir araya topladı.
Şeyh Haydar, kısa süren yaşamında Safevileri siyasi bir güç olarak belirginleştirmeye çalıştı. Bu doğrultuda müridler arasındaki farklılığı yok etmek amacıyla bir Libas (Kıyafet-Elbise) kabul etti. Kıyafet içerisinde en belirgin olan başa takılan Serpuş’du. 12 Bölümden oluşan bu serpuş, kırmızı renkteydi ve her bölümünde 12 İmam’dan birinin isimleri yazılıydı. Bu serpuşa ‘’Tac-ı Haydar’’ da denilmektedir. Şeyh bunun yanında müridleri silahlandırma işine de ehemmiyet verdi. Yukarıda ismi zikredilen Türkmen Aşiretleri Kızılbaş Ordusunun silahlanmasında önemli misyon üstlenmiş ve orduyu nüfuzu altına almıştır. Haydar’ın Türkmen destekçilerinin çoğunluğunun inanışları Heterodoks bir karakter taşıyordu ve Şiilikteki en aşırı görüşleri benimsemişlerdi. İbn-i Ruzbihan ‘’Persia’’ adlı eserinde onların ‘’Haydar’ı tanrı olarak benimsedikleri ve namaz görevlerini bir kenara bırakarak şeyhlerini kendilerinin kıblesi ve secde edilmeye layık olarak benimsediklerini söylemiştir.’’
Şeyh Haydar’ın ölümü ile birlikte Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Safeviye tarikatının bölgedeki etkinliğini kırmak ve onları himayesi altına almaya çalışarak Haydar’ın çocukları: İsmail, Ali ve İbrahim’i İstar Kalesi’ne hapsetti. Akkoyunlu hükümdarı Yakup’un ölümü ile çocukları Rüstem ve Baysungur arasında taht mücadelesi başladı. Şehzade Rüstem, Haydar’ın büyük oğlu Ali’yi kendi aleyhine olan durumlarda kullandı. Akkoyunlu tahtını Ali’nin yardımları ile elde eden Rüstem, kendisine hala tehlike gördüğü Ali’yi öldürtmeye karar verdi. Tehlike’nin farkına varan Ali, kardeşi İsmail’e Tac-ı Haydar’ı giydirerek Geylan’a kaçmasını söyledi. Kendisi de Yakup’un ordusu ile girdiği mücadelede öldürüldü (1494).
İsmail henüz 7 yaşındayken Tac-ı Haydar’ı giymiş ve abisinin direktifi ile yanında bulunan Lalası Hüseyin Beg Şamlu ve siyaseten etkili altı kişi ile birlikte Geylan’a Kirkiya Mirza Ali’nin ülkesine kaçmıştır. İsmail Geylan’da kaldığı süre içinde Şemseddin Lahici’den dini eğitimler aldı. Zeydi Şiiliğine mensup Kirkiya Hanedanı İsmail’e bu mezhebin öğretilerini aşılamış olması muhtemeldir. mantıken İsmail’in bu Şii öğretilerinin tesiri ile yetiştiği sonucu çıkmaktadır. Bu sırada Akkoyunlu hükümdarı Rüstem öldürülünce Akkoyunlular da tekrar taht mücadelesi başladı, bunu gören İsmail’de artık saklanma ihtiyacı hissetmedi. Yanına hocası Şemseddin Lahici ve Lalası Hüseyin Beg Şamluyu alarak Erzincan’a geçti ve burada ordusunu topladı. 7.000 kişiden oluşan ordusuyla ilk olarak Şirvanşah’ın ülkesine yürüdü. 1500 yılında Şirvanşah’ı Ferruh Yasarı öldürdü. Babasının intikamını aldı. Bundan sonra Akkoyunlu toprakları üzerine yürüyen İsmail 1501 yılında Azerbaycan ve Diyarbekir’i ele geçirdi. Yönünü Tebriz’e dönen Şah İsmail, 1501 yılının sonlarına doğru Tebriz’e girerek Şahlığını ilan etti.
Böylece Safevi Sufi Tarikatı’nın Cüneyd ile resmen başlayan güçlü bir siyasal organizasyona dönüşüm süreci Şah İsmail ve onun Safevi Hanedanını kurma noktası ile zirveye ulaştı. Bu başarının asıl nedeni olarak Cüneyd’in Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye’deki göçmen Türkmenler arasında yaygın olan Şii inanışı benimsemiş olması gösterilebilir. Safevi Devletinin İran’da kuruluşu 12 İmam Şii Doktri’nin resmi din olarak benimsenmesi ile sonuçlandı. Her ne kadar Osmanlı Sünniliği ile çelişen bir inanış olsada iki büyük devletin karşı karşıya gelmesinde mezhep farklılığı Türk Cihan hakimiyeti anlayışı kadar güçlü bir sebep değildir.
KAYNAKLAR
1) Osmanlı-Safevi İlişkileri – Adel Allouche, Anka Yayınları,2001, İstanbul.
2) Safevi Devleti’nin Kuruluşu Ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Prof.Dr.Faruk Sümer, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Yayınları, 1992, Ankara.
3) Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Enver Behnan Şapolyo, Türkiye Basımevi, 1964, Ankara.
4 )Mufassal Osmanlı Tarihi, Mustafa Cezar, TTK Yayınları, 2014, Ankara.
*Ayhan KAYA Gaziantep Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Lisans öğrencisidir.