Tarım ürünlerinde serbest ticaret günümüzde kulağa aykırı gelmese bile tarımda korumacılık daha geçerli olan bir uygulama. Özellikle milli devletlerin ortaya çıktığı 18. Yüzyılın sonlarından itibaren serbest ticaret geçerliliğini yitirmiş, toprağa bağlı ulusallaşma tanımları, kendi halkına yeterli tarım ürünü yetişmesini öngören milli politikalarla tarım, tarımda toprak mülkiyeti, toprak sahibi çiftçi, serbest veya köle emek kullanımı konuları yavaş yavaş ilkelere bağlanmaya başlanmıştır. Ulaştırma zorlukları da milli ve kendine yeterli ürün üretmeyi amaçlayan politikaları zorunlu kılmış, tarım ürünü kapsamı daha sonraları yer altı, yer üstü ürünlerle, ormanlar, hayvancılık ve balıkçılık uğraşılarını da içerecek şekilde genişletilmiştir.
*****
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU
Yıllarca çeşitli üniversitelerde, uluslararası ticaretin ortaya çıkışını açıklayan teorileri anlattım. Özellikle serbest ticaret koşulları altında ülkelerin sahip oldukları iklim, toprak genişliği, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sağladığı mutlak üstünlük farkına dayanarak yaptıkları ticareti anlatmak nispeten kolaydı.
Ama konu birbirleri ile ticarete giren ülkelerin aynı anda üretebildikleri bazı ürünleri üretmekten, emek verimliği ve yönetim etkinliği gibi farklara dayanarak vazgeçebildiklerini ve bazı ürünlerde ihtisaslaşmaya gidebildiklerine gelince işler karmaşıklaşır, öğrenci için “karşılaştırmalı üstünlükler” ile ilgili varsayımlar sıkıcı, örnekler sıradan, buna karşı hesaplamalar zorlaşırdı. Konuları bugünkü ticareti daha iyi açıklayan açıklanmış karşılamalı üstünlükler ve benzer fakat farklı kalite ve markalardaki ürün ticaretine getirinceye kadar ben de bazen bunlara ne anlatıyorum duygusuna kapılırdım. Oysa basit karşılaştırmalı üstünlükler teorisi,19. Yüzyılda uluslararası ticaretin sebep ve faydalarını, üretim maliyetleri arasındaki fırsat maliyeti farkına(yani üretiminden vazgeçilen ürünün fayda ve maliyeti anlamında maliyet)bağlamaktaydı. Bu teorisi ile David Ricardo aynı zamanda, anlatımdaki örnek iki ürün olan şarap ve dokuma ticareti için İngiltere ve Portekiz arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasını[1]bir teorik çerçeveye oturtmuştu. Bu anlaşmanın birinci sanayi devrimi yılları olan 18. Yüzyılın ortalarından 1830 lara kadar uzanan yıllarda sınai ürün ticareti ile sınai ve zirai ürün ticaretini ve daha önemlisi hammadde ticaretinin özünü oluşturan sömürge ticaretini açıkladığına dikkatinizi çekerim. Tabii bu bile anlaşmayı iktisat teorisine mal eden ve ülkelerin zenginliğini uluslararası ticaretle(sömürge ticareti) açıklayan Ricardo’nun neden hala iktisat öğretimi pedagojisi açısından önemli olduğunun açıklaması. Benim burada sorgulamak istediğim üretim ile üretimi ikame eden ticaret arasında tercih yapılırken, bunun yarattığı fırsat maliyeti olgusu. “Vazgeçmek veya vazgeçmemek” işte asıl soru bu.
Ricardo’nun Serbest Ticaretinden Tarımı Korumaya
Tarım ürünlerinde serbest ticaret günümüzde kulağa aykırı gelmese bile tarımda korumacılık daha geçerli olan bir uygulama. Özellikle milli devletlerin ortaya çıktığı 18. Yüzyılın sonlarından itibaren serbest ticaret geçerliliğini yitirmiş, toprağa bağlı ulusallaşma tanımları, kendi halkına yeterli tarım ürünü yetişmesini öngören milli politikalarla tarım, tarımda toprak mülkiyeti, toprak sahibi çiftçi, serbest veya köle emek kullanımı konuları yavaş yavaş ilkelere bağlanmaya başlanmıştır. Ulaştırma zorlukları da milli ve kendine yeterli ürün üretmeyi amaçlayan politikaları zorunlu kılmış, tarım ürünü kapsamı daha sonraları yer altı, yer üstü ürünlerle, ormanlar, hayvancılık ve balıkçılık uğraşılarını da içerecek şekilde genişletilmiştir. Ama tarımı ve çiftçiyi hemen her tür ürünle korumanın faziletlerini hepimiz en çok Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikasında (OTP) gördük. Kurallarının şekillendiği 1962 yılından bu yana bir hayli değişiklik geçiren OTP’ni belli başlı amaçları şöyle özetlenebilir: 1. Çiftçileri desteklemek, tarımsal verimliliği arttırmak ve makul fiyatlarda kesintisiz, istikrarlı gıda üretimini güvence altına almak. 2. AB çiftçilerinin iyi hayat koşullarında yaşamalarını sağlamak ve onların yaşam standardını yükseltmek. 3. İklim değişikliği sorunları ile mücadele ederken doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimini sağlamak. 4. AB sınırları içinde bulunan kırsal bölgeleri ve kırsal peyzajı korumak. 5. Kırsal ekonomiyi canlı tutmak, tarımsal istihdamı teşvik etmek, tarım sanayilerini ve bunlarla ilgili sektörleri de korumak ve denetlemek. Bütün bu gözetilen amaçlara ve kullanılan OTP önlemleri ve büyük önemine rağmen 1962 den bu yana, AB tarımda çiftçi gelirlerinin tarım dışı kesimlerdeki gelirlerden yüzde 40 daha az olmasını engelleyemedi. Tarım sektörleri hemen her AB ülkesinde işgücü kaybı yaşadı. Bölge politikalarının da desteğine rağmen tarımın cazibesi arttırılamadı. Tarımsal üretimin büyük ölçüde iklim koşullarına ve hava şartlarına bağlı olması, teknolojinin bu sektördeki etkinliğini sınırlı hale getirdiği için tüketici tercihleri ile çiftçilerin bu tercihlerle biçimlenen talebi karşılama olanakları arasındaki uçurum giderek ve kaçınılmaz olarak büyüdü. Zaman içinde destekler temel gıda ürünlerinden, katma değeri yüksek ve menşei sertifikalı ürünlere kayınca, temel tarım ürünlerinde AB ithalatı da arttı. Buna karşılık süt, süt ürünleri, et, tavuk ve balıkçılık gibi agro(tarımsal) sanayi ürünlerinde istikrarlı fiyatlar büyük ölçüde korunurken, zenginleşen AB, 1990 lı yılların ivmesi ile serbestleşen tropikal ürün ticaretine kapıları ardına kadar açtı. Ama balıkçılık ve orman ürünlerinde korumayı sürdürmeye devam etti. Bugün hala Fransa ve dünkü AB üyesi Birleşik Krallık balıkçıları arasında balık avlanma sınırları üzerinde çatışma duyunca hayret edilmemesi, her iki ülke GSYİH sadece yüzde 1-2 payı olan balıkçılığa ne kadar önem verildiğinin göstergesi. Tabii tarımı korumada bir başka boyut daha var. Kabul edelim, kırlar ile ilgili romantik duyguları hâlâ yüreklerinde taşıyan ülkeler, bugün aynı zamanda tarım kesimlerini en iyi yöntemlerle koruyan ülkeler. Bunların da hâlâ gelişmiş-sanayileşmiş Batı (başta AB olmak üzere) ve Japonya olması, pek tesadüf olmamalı. İsviçre, çikolatanın, saat, keman, çelik ve elektrot sanayiinin kralı. Leman Gölü kıyısından yönettiği Akdeniz Gemi Taşımacılığının (MSC) kaptanı. Ama önce meyve ve sebze üreticisi. Uluslararası anlaşmaların imzalandığı, Montreux’de, hâlâ üzüm bağları ve şarapçılık temel geçim kaynağı. Lozan çevresinde Kanola tarlaları göz alabildiğine. Orada tarım güzel ve adeta kutsal. Tarımı iyi koruyan AB buğday ve mısır ithalatçısı bir coğrafya olarak, Ukrayna’nın, Rusya’nın, ABD ve başka ülkelerin temel gıda ürünlerine hep muhtaçtı. Haydi, kıta Avrupası zaten hiçbir zaman temel gıda ürünlerinde karşılaşmalı üstünlüğe sahip değildi diye avunalım. Ama ya Türkiye?
Türkiye’nin Tarımı İhmali Affedilir Gibi Değil
Durum böyleyken Türkiye’nin tarım ile arası neden düzelmedi diye sorduğumda yine cevap olarak o romantik özlem eksikliği ile politika tercihi hataları aklıma geliyor. Sapanca’nın kiraz bahçeleri, Trakya’nın buğday ve ayçiçeği tarlaları nasıl ikinci konuta döndü? Alabildiğine geniş tarlalarda şimdi bina çok,kiraz bahçeleri ve ayçiçekleri az. Zeytin ağaçlarının sökülüp, maden aranması için lisans verilmesi tercihi de bir başka hatanın başlangıcı ve fakirleştiren yola düşme girişimi.“Ayçiçeği yağı Ukrayna’dan, vişne ve buğday Rusya’dan, zeytinyağı İspanya ve Yunanistan’dan gelir, biz mevsimlik keyif çatarız” iyi bir tercih değil. Şimdi temel gıda ihracatçılarına güzel sahillerde yazlık ev, hotel ve eğlence sağlamanın kötü bir karşılaştırmalı tercih olduğunu bir savaşla öğreniyoruz.Türkiye daha 1960 lı yıllarda Almanya’da bakanlık yapan ve daha sonra AET’de komisyon üyesi olan Ralph Dahrendorf, “Türkiye AET’nin manavı olabilir” dediğinde, kıyametler koparmıştı. Türklere ve Türk zekâsına hakaret ettiği iddialarının ivmesi ile ithal ikamesi sanayi dalları üzerine yoğunlaştık. Bu tarımdan kopmanın bahanesiydi sanki. Evet, Türkiye tarımı 1950’ lerden, 60’ lardan beri kaybetmeye başlamıştı. Ama son yıllarda olduğu kadar ihmal edildiğini hiç hatırlamıyorum. Hele tarım sektörü yatırımlarını Azerbaycan, Kırgızistan, gibi ülkelere yapıp, oradan Türkiye’ye bunları ithal ederek çifte teşvik alanları hiç içime sindiremiyorum.
Bizim tarımsal koruma yöntemlerimizde de hep aksaklıklar vardı. Bunlar uzun süre, ürün kalitesi aleyhine işledi. Ama AB Gümrük Birliği Anlaşmasını takiben başladığımız, AB OTP ye uyum çabalarında, daha sonra biraz yol kat ettik. En azından, korunmaya muhtaç ürün, hayvan, bio-çeşitlilik, genetik özellikleri ile oynanmaması gereken bitkiler, orman ve balıkçılık korumacılığı ile av yasakları gündemimize girdi. Sübvansiyonları makul düzeylere indirmeye çalıştık. Şimdi AB ilişkilerimiz çoktan askıda. Bu nedenle, bence zaten ihmale uğramış Türkiye tarımı yeni bir kayıp dönemecinde. Tarımla kopan duygusal bağın büyük bedeli azalan tarımsal üretim ve artan ithalat. Artık Türkiye birçok tarım ürününde net ithalatçı. Bu biraz da karşılaştırmalı üstünlük muhasebesinin yanlış yorumlanarak Türkiye’nin başına kendi tercihi ile doladığı bir sorun.
[1] 1703 tarihli Methuen anlaşması Portekiz ve Britanya arasında ( John Methuen başkanlığında) imzalanmış ve iki ülke arasındaki mevcut olan ticaret örüntüsünü resmileştirerek, ticarette temel kuralları yerleştirmişti. Bu kurallar 18 ve 19. Yüzyıllarda geçerli olmuştur.
—————————————————-
Kaynak:
https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/tarimda-koruma-ve-fakirlestiren-bir-karsilastirmali-ustunluk-ornegi