Bilmeceler eşya ve insanı tanımaya yönelik insanda tecessüs uyandırdığı gibi bunun nasıl mümkün olabileceğine dair insana bir yol ve yordam da gösterir. İnsanı yormadan, zevk alarak düşünmeye ve bulmaya sevk eder. Bu yönüyle onların tefekkür dünyamızla çok yakın bir ilgisi vardır. Türk insanının düşünme ve hayal kurmak gibi karakteristik hususiyetlerini anlamak adına bilmeceler henüz yeterince incelenmemiştir. Bu yazımızda biz bu edebî ürünlerin irfanî tecrübeyle olan bağına kısaca temas etmek istedik. Söz gelimi cevabı “bal” olan aşağıdaki bilmece irfan dilimizin imkânlarından yararlanmış gibidir:
Varvaradan var getir
Karlı dağdan kar getir
Sağılmamış çiçekten
Çalkanmamış yağ getir
Bu türden bilmeceleri şathiyelere yaklaştıran bir anlatım özelliği vardır. Bu da bu metinlerde yer alan “sağılmamış”, “çalkanmamış” gibi ifadelerdir. Fiilin olumsuz çekiminin kullanılması insanı metnin içine çekmekte ve tefekkürü zorlamaktadır. Bunun şathiyelerde de kullanılması hayli ilginçtir. Bilmeceleri irfanî gelenek içinde değerlendirmemize sebep olan durumlardan birisi budur. Buraya, iki tür arasındaki benzerliği göstermek üzere Âşık Paşazâde’nin Yunus Emre’nin ünlü şathiyesine nazire olan bir şiirinde geçen şu mısraları almak istiyoruz:
Dikilmedük bağçenün bitmedük narın yedim
Yükler ile götürdüm doyurmadum özümi
Eğrilmedük ipliği üstad cullaha virdüm
Üstad yumak eylerken ben hoş giydüm bizimi[1]
Aşağıdaki bilmece ise, bilmecelerin masal ve rüya ile dolayısıyla artık unutulmuş irfanî dille ilişkisine dair önemli bir örnektir. Bilmecenin cevabı rüyadır.
Az gitti, uz gitti
Dere tepe düz gitti
Altı ay bir güz gitti
Uyanınca hepsi bitti
Bu bilmecede masalla bütünleşen bir üslup dikkat çektiği gibi cevabın irfanî birikimle çok yakından ilgili oluşu da ayrıca üzerinde durulmaya değer. Bazı bilmecelerin mistik tarafı ve masallarla olan ilişkisi bizi bu türden metinleri masal konusu içerisinde değerlendirmeye sevk etmiştir. Ancak masallar ve tekerlemeler gibi, bu metinlerin kaynağı hususunda yorum yapan araştırmacılar bunların irfanî kökenli türlerden biri olabileceğinden bahsetmezler. Bu durum Türk toplum yapısının ve tefekkür gücünün Türk Edebiyatına ne derece yansıdığı konusundaki araştırmaların yetersizliğiyle de ilgilidir. Türk Edebiyatı kaynaklarının etraflı bir şekilde izah edilebilmesi için Türk düşünce yapısının çok iyi analiz edilmesi ve ayrıca bunların kaynakları üzerinde durulması gerekmektedir.
Bazı bilmeceleri çözmek için insanı ve tabiatı çok iyi çözümlemek yetmeyebilir. Nitekim cevabı “balık, incir, innâ ateyna” olan şu bilmeceyi çözümlemek için en azından belli bir birikim sahibi olmak gerektiği ortadadır.
Hayvanlar içinde dilsiz,
Meyvalar içinde gülsüz,
Kur’an içinde mimsiz[2]
İnsan tefekkürünü zorlayan bilmecelerin başında cevabı rüya, uyku, akıl gibi mücerret kavramlar olanları gelir. Bunların çözebilmek gayet zordur. Zira ipuçları neredeyse yoktur veya somut değildir. Söz gelimi cevabı “rüya” olan “Şıpıl şıpıl sudan geçtim, şıpıltısını duymadım, yeşil çemen üstünde kumaş biçtim, kırpıntısını bulmadım?”[3] bilmecesi bu türden bir özellik arz eder.
Bilmecelerin bazıları sorunun zorluğunu beyan ederler. Böyle bilmecelerde kişinin irfanına da dikkat çekilir. Cevabı “köprü” olan şu bilmece bu acıdan dikkat çekmektedir: “Karşıdan bir nesne gördüm, uzunca bir zinciri var, altı mecnunlar yuvası, üstünde de feneri var, bazan açılır, kapanır, dünya kadar hayranı var, bu bilmeceyi bilenin, gayet büyük irfanı var?”[4]
Tefekkürü zorlayan bilmeceler içerisinde cevabı hemen bulunamayanların varlığını tahmin edebiliriz. Bunlar da “Cevabı ne olabilir?” diye uzun uzun düşünmek de gerekebilir. Söz gelimi şu bilmece içinde ipucu barındırmaması yönüyle dikkat çekmektedir: “Bu sabah bizim bahçeye bir kuş geldi, gak dedi, guk dedi, bu dünyada dört şeye çare yok dedi?”[5]
Böyle bir bilmecenin cevabını derhal bulmanın pek de imkânı yoktur. Fakat bu örnek, bilmeceler erişilen yüksek tefekkürü haber vermesi açısından önem arz etmektedir. Bilmecenin cevabı “Denize kapak, göğe merdiven, ölüme çare, yumurtaya kulp”tur.
Her bilmece bu örneklerde görüldüğü üzere zorluk teşkil etmez. Bazılarının cevabı bilmecenin içerisinde yer alır. Cevabı “İstanbul” olan şu bilmece buna güzel bir örnek teşkil eder: “Lamba düştü is yaptı, tabak düştü tan yaptı, annem geldi bul dedi?”[6]
Yine, cevabı yıldız olan “Akşam baktım çok idi / Sabah kalktım yok idi” bilmecesinin cevabını bulmak için uzun uzadıya düşünmeye gerek yok, sanırım.
Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz hususlardan birisi de bazı bilmecelerin devlet adamları arasında haberleşmek için kullanıldığına bazı kaynaklarda işaret edilmesidir. Aslında bu durum Orta Çağ’da gizli haberleşmelerin bir yöntemi olarak ortaya çıkmış ve geliştirilmiş olmalıdır. Yani karşımızda bir tür şifreli mesaj vardır. Öyleyse bunu çözmek de öyle kolay bir şey olmamalıdır. Bu durumda bu türden bilmece örneklerinin devlet adamları nezdinde itibar gördüğü ve bunlara özel bir önem atfedildiği tahmin edilebilir.
Halk edebiyatımıza ait türler zaman içinde basit edebî formlar olarak öne çıkarılmıştır. Aslında burada basitliğin nasıl görüldüğü ve nasıl anlamlandırıldığı problemi söz konusudur. Biz Türk Hak Edebiyatı mahsullerinin bir kısmının Türk düşüncesinin önemli örnekleri olabileceği düşüncesinden hareketle bilmecelerin de bu konuda incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
[1] İsmail Yakıt, Çıktım Erik Dalına Yunus Emre’de Sembolizm, Ötüken Yay., İstanbul 2015, s. 25.
[2] Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1989, s. 50.
[3] Naki Tezel, Türk Halk Bilmeceleri, MEB Yay., 2. Baskı, Ankara 2000, s. 91.
[4] Naki Tezel, Türk Halk Bilmeceleri, MEB Yay., 2. Baskı, Ankara 2000, s. 89.
[5] Naki Tezel, Türk Halk Bilmeceleri, MEB Yay., 2. Baskı, Ankara 2000, s. 83.
[6] Naki Tezel, Türk Halk Bilmeceleri, MEB Yay., 2. Baskı, Ankara 2000, s. 87.