İbrahim ÇETİNTAŞ
Felsefî veya teolojik olarak deizm; aşkın veya ilahî olanı kabul, nebevî veya peygamberlik sürecini ise reddetmektedir. Bu anlamda köken olarak deizmi, Aristo’nun, âleme müdahale etmeyen Tanrı/İlk Muharrik kavramına dayandıranlar ağırlıktadır.
Türkiye’de deizmin olup olmadığı meselesine bu minvalde bakacak olursak, yer yer abartılı söylemler olsa bile ülkemiz insanının da bu düşünceye kayabileceğini varsayabiliriz. Ancak bizim buradaki deizm düşüncesini, bir bütün olarak din veya İslâm’ın bizatihi doğasına karşı geliştirilen teolojik/felsefî temelli bir deizm olgusundan ziyade, kültürel bir tutum olarak okumak daha makul görünmektedir.
Şöyle ki; İslâm dininin pratikleşme sürecinde, yani İslâm’dan Müslümanlığa geçişte kültürel üslup farklılıklarına göre değişiklik arz eden pek çok tecrübe veya uygulama biçimi ortaya çıkabilmektedir. Bu anlamda İslâm’ın Arap, Pers, Türk veya Hint coğrafi bölgelerine hakim olan kültürel dokulara göre faklılaşabilen bazı anlaşılma veya yorumlanma faklılıkları oluşabilmektedir. İslâm’daki tesettür konusu bunun çok karakteristik bir örneği olarak okunabilir. Buna göre, İslâm’ın ilk kurucu metinleri ve tecrübesine bakıldığı zaman burada belirli bir çerçeve/tanımlama olduğu görülecektir. Ancak bu çerçeve veya tanımlamayı herkes kendi kültürel referans kodlarına göre yorumlamakta ve ortaya pek çok örtünme biçimi çıkabilmektedir. Esasen oluşan bu farklılıklar hem din, hem de ilgili kültürler açısından olağan bir durum olarak anlaşılmalıdır. Zira lisanları, renkleri ve bu tür özelliklerle farklılaşan kavimlerin varlığını Kur’an doğal karşılamaktadır. Bu farklılıkların sınırlarını, dini anlama ve yorumlama biçimlerini de ihtiva edecek şekilde genişletmemiz de herhangi bir sakınca görünmemektedir.
Ancak burada işi çıkmaza sokan husus, bu çeşitliliğin göz ardı edilerek, İslâm’da sadece tek bir uygulama örneği varmış gibi Müslümanları, ısrarla belirli bir anlayış veya uygulama istikametinde organize etme niyet ve çabalarıdır. İşte bu organizasyon veya tekleştirme çabaları karşısında deizmi bir sığınma alanı veya bir tür kaçış noktası olarak ortaya çıkmaktadır. O nedenle bizdeki deizm olgusunu, dini veya felsefi temelli, doktrinal bir süreçten ziyade kültürel bir deizm, hatta teizm içinde bir deizm olarak ifade edebiliriz. Bu nedenle deist olduğu iddia edilen insanları, İslâm veya onun Peygamberine karşı var oluşsal bir tavır almadan ziyade, bunların belirli anlaşılma ve yorumlanma biçimlerinin dayatılmasına karşı bir reaksiyon veya tavır alma olarak değerlendirmek daha makul görünmektedir. Özellikle son zamanlarda yoğunluk kazanan, din adına insanın araçsallaştırıldığı veya kadınların aşağılandığı bazı söylem biçimleri geniş toplum kesimleri üzerinde rahatsız etmenin de ötesinde, özel hayata yönelik bir tehdit algısı oluşturmaktadır. Bu insanların en azından bir kısmının, deizmi koruyucu bir şemsiye olarak görüp, ona sığındıklarını söyleyebiliriz. İslâm kisvesi altında etrafımızda sergilenen bazı nahoş manzaralar karşısında pek çoğumuzun; “Bunlar Müslüman ise ben değilim!…” şeklinde ileri sürdüğü tepkileri bu istikamette değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Hatırlayalım; Orta-Çağ Avrupa’sında da insanlar kilisenin, “Tanrı’ya karşı tanrı” anlayışından kendilerini korumak için deizmi bir şemsiye, bir kurtarıcı alan olarak görmekteydiler. Niyet basitti aslında; din adına üretilen inanç tasallutuna karşı, deizme sığınarak aklı, iradeyi, vicdanı, bilimi ve sanatı kurtarmak!… Binaenaleyh, insanlar kendi var oluşsal hakikatlerini güvence altına almanın peşindeydiler. Hatta bunların bazılarını, tabir yerindeyse, deizm kesmedi ve müteakip süreçte bu çizgiyi temsil eden insanların pek çoğu, pozitivizm ve hatta ateizme kayar.
Demek ki, belirli anlayışları insanlara tek taraflı olarak dayattığınız zaman böyle bir niyet ters tepmektedir. Düşünün bir kere; iletişimin sınırlı, insanları kontrol etmenin daha kolay olduğu o günkü Avrupa sosyolojisinde bu tür tek tipçi anlayışlar başarılı olamıyorsa, insanlığın ulaştığı bugünkü imkanlarla global bir köye dönüşen dünya gerçekliğinde bu tür niyetler hiç başarılı olamayacaktır.
Yapılması gereken, sükunetle ve sağduyulu bir şekilde meseleyi analiz edip, anlayıp, gereğini yapmaktır. Esasen bu, zor da değildir. Zira yukarıda bu sorunun oluşumu üzerinde dururken, bir bakıma çözüm yoluna da işaret etmiş olduk. Buna göre bu tek tipçi, organize Müslümanlık niyetlerinden vazgeçerek ilk adımı atabiliriz. İnsanları neden illa Hişam veya Zeyd’in zihninden çıkanlara mahkum edelim ki! Bırakalım, herkes kendi iradelerince, kendine yakın bulduğu diğer uygulama biçimlerinden istediğini özgürce seçsin ve yaşasın! İslâm’ın muradı da bu değil mi zaten!
Şark usulü, problemin üstünü örterek veya görmezden gelerek, sorun çözmeye çalışırsak, bu süreç telafisi güç daha büyük problemlere yol açabilir. İnsanların bugün, bize göre teizmin içerisinde bir korunma veya sığınma alanı olarak gördüğü deizm olgusu, şayet doğru yöntemlerle çözülmezse, bir süre sonra mahiyet değiştirerek pozitivizm ve hatta ateizme doğru evrilebilir.