“Terörist Abdullah Öcalan’ın son açıklamasında, ulus devlet eleştirisi yapması, Kürd ulus devleti peşinde olmadıklarını söylemesi, sol literatürü kullanması, bu konu hakkında bilgisi olmayan birçok kişiyi şaşırttı. Hiçbir konuda bilgisi olmayan güzîde (!) basınımız da mâl bulmuş Mağribî gibi baktı.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, PKK, komünist (Marksist-Leninist) bir örgüt olarak kurulmuştur. Ancak hâlâ komünist bir örgüttür. Sâdece Batı dünyâsının gözüne girmek için Leninizm’i bırakır görünmüş, ancak bırakmamıştır. Zâten örgütün Stalinist yapısı da konuyu bilenlere mâlumdur. Her ne kadar Türkiye solu, PKK’nın sol-sosyalist ideolojisine vurgu yapılmasına karşı olsa da, “Kürd ulusal özgürlük hareketi” diyerek, günümüzde olduğu gibi bâzen berâber savaşarak, böyle gördüklerini göstermektedirler.
Bilindiği üzere Abdullah Öcalan’ın tâlimâtıyla PKK ve bünyesindeki örgütler ile İrân, Irak ve Sûriye’deki benzer ve bağlıları, KCK (Koma Civâkȇn Kurdistânȇ – Kürdistan Topluluklar Birliği) adıyla bir tür devlet denilebilecek bir yapı oluşturdular. KCK Sözleşmesini de, bizzât Abdullah Öcalan kaleme aldı. Tabiî, hapiste olan bir teröristin cezâsının açıklanmasının hemen ardından da örgütüne anayasaya benzer bir biçimde yeni bir yol çizmesine izin verilmesi de ayrı bir durum. Koma, Kürdçe’de topluluklar demektir. Yâni Avrupa dillerindeki komün ile aynı anlama geldiği söylenebilir. Zâten 2005 yılında ilân ettikleri ve âdetâ bir anayasa formunda olan KCK sözleşmesinde de “komün” vurgusu yer almaktadır.
Ayrıca KCK Sözleşmesinde ulus devleti ve her türlü devlet anlayışını reddettikleri belirtilmektedir. Yine konu hakkında bilgisi olmayanlar, sınırları olmayan bir ulus devleti reddedince, Türkiye’nin bütünlüğüne karşı çıkmayacağını düşünüyorlar. Ama iş, öyle değil.
Öcalan, KCK sözleşmesinde “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasilerini kurma hakkıdır” diyor. Türkiye eğitim sisteminde, maâlesef, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, 1. Dünyâ Savaşının sonunda ABD başkanı Wilson tarafından ortaya atılan bir anlayış sanılıyor. Oysa, Sovyet devrimi öncesinde Lenin’in geliştirdiği bir tezdir.
En başta PKK’nın Leninizm’i bırakır gibi göründüğünü ifâde etmiştim. Bırakır gibi görünmüş ama hiçbir zamân bırakmamıştır. Yine KCK sözleşmesine bakacak olursak, “Kürdistan Demokratik Konfederalizminde asıl karar yetkisi köy, mahalle ve şehir meclis ve delegelerinindir” demektedir. Bu da aslında Lenin’in geliştirdiği ve Sovyet devriminin başında var olan “İşçi Sovyeti”, “Köylü Sovyeti”, “Asker Sovyeti”, vb. Sovyet uygulamalarının aynısıdır. Zâten dikkât edilirse, Türkiye’deki bütün yasal ya da yasa dışı sosyalist örgütlerin programlarında köy, mahalle, şehir meclislerinden söz edilmektedir. Burada Demokratik Konfederalizm denilerek, yeni bir şeymiş gibi sunulan şey de, Sovyet sisteminden başka bir şey değildir.
Bununla birlikte yeni bir şeymiş gibi sunulan ve sınırların değişmesinden, devletten vazgeçildiğini düşündürten sözler ise Marks’ın sosyalizmden komünizme geçiş aşamasını anlatmasından başka bir şey değildir. Bizde komünizm, Sovyetler Birliği’nin uygulamalarının da etkisiyle, devletçiliğin en katı şekli olarak görüldüğü için komünizmin aslında devletsizliğe geçiş olduğu pek bilinmez. Marksizm açısından proletarya devriminden sonra sosyalizme geçilir ve sosyalist devlet, komünizme geçmek için ilerler. Komünizm aşamasında ise bütün sınıflar, ortadan kalkmış, bütün sınırlar ve devlet yapısı yok olmuştur. Dolayısıyla ortada devletten vazgeçme değil, kendi varlığı üzerinden sosyalizmden komünizme geçtiklerinin, yâni sosyalist devrimin en ileri şeklinin ilânı söz konusudur.
Öcalan, bilindiği üzere kendisini yarı tanrı olarak gören biridir. Aslında ateist bir örgüt olan PKK için de Öcalan, zamânla yarı tanrı biçimini almıştır. PKK ve türevlerinin Öcalan’ın her söylediğini kayıtsız şartsız, sorgulamasız desteklemesinin temelinde de bu vardır.”Özgür Yaşamla Diyaloglar” kitâbında da Öcalan, açıkça yarı tanrı olduğunu söylemektedir. Bununla birlikte PKK ve bağlıları (PYD, vb.) açısından işlerine gelmeyen konularda yaptıkları ise dîni kullanan bâzı çevrelerin, kitâbına uydurmak açısından yaptıklarına benzemektedir.
PKK’nın HDP, BDP, DEM, vb. adlarla belediyeler elde etmesi, böyle örgütlenmesi de, bu sistemin uygulamasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla PKK, silâh bıraksın ya da bırakmasın, var olan tehlike, yukarıda belirttiğim gibidir.
Birçok insan, mes’eleyi sâdece sınırları belirli Kürdistan devletinin ilânı gibi görüyor. Mes’ele çok daha büyük. Uluslaşma en büyük tehlikedir. Bu yüzden de anadilde eğitim konusu, örneğin “Kürdistan Özerk Cumhûriyeti” gibi kavramdan bile çok daha tehlikelidir. Her ne kadar Türkiye’de millîyetçi ve Atatürkçü kesimler, Kürdlerin uluslaşma yolunda büyük adımlar attıklarını reddetseler de, gerçek, düşünüldüğü gibi değildir.
Bu süreçte ise ilk tehlikeyi yaşayacak olanların, şimdiye kadar olduğu gibi Türk devletinin yanında olan Kürd aşîretleri olacağını görmek gerekir. Elbette, Türk devleti, her sıkıntıyı atlatacaktır. Ama yine tehlikeyi olduğu gibi görmek gerekir.”