Giriş
Bu yazımda Teşkilât-ı Mahsusa’nın kuruluşundan ikinci Balkan Savaşının sonuna kadar olan dönemde, Teşkilâtın kuruluşu, İttihat ve Terakki Cemiyetin teşkilata bakışı, ilk çekirdek kadroda yer alan isimler, Enver Paşanın ve Mustafa Kemal Paşanın teşkilat içindeki rolü üzerinde durulmuştur.
Teşkilât-ı Mahsusa Nedir?
Teşkilât-ı Mahsusa devletin gitmek isteyip de gidemediği yerlere, gittiğinin bilinmesini istemediği yerlere serdengeçtilerin gölgesinde gidebilmesidir. Devleti Âli’nin resmen müdahalesinin bilinmesi halinde hem anavatana hem de uzaktaki tebaaya zararı olacak operasyonların, devletin derinliklerinde alınan kararlar neticesinde; sözümona bazı başıbozukların, başına buyruk ferdi hareketleriyle bazen zindandan, kalebendlikten, kazıktan kurtulup kaçan azılı eşkıyaların, bazen üç beş fedai zabitin firarıyla başlattıkları kuvvadır, yaktığı ocaktır, dağlarda tüten çoban ateşidir. Bu teşkilat suya düşen çakıl taşı misali iç içe geçen halkalardan müteşekkil; fertten cepheye büyüye büyüye gönüllü taburları ve gönüllü alayları meydana getirmiştir. Ondan önce ise daha 1909’da hücre yapılanmasıyla, aynı teşkilatta yer alan fedailer bile birbirinden haberdar değilken, sadece ölüme meydan okuyan bir elin parmaklarını geçmeyen serdengeçtiler yaşananlara vakıftır.
Ortadoğu’nun zengin petrol kaynakları, 19. yüzyılda İngiltere, Almanya, İtalya ve Amerika’nın ilgisini çekiyordu. Bu durum, Osmanlıları bir istihbarat örgütü oluşturmaya yöneltmişti. Teşkilât-ı Mahsusa Arap bağımsızlığını körükleyen hareketleri gözetim altına almıştı. Osmanlı topraklarında alabildiğine çoğalan konsolosluklar, dostluk kuruluşları, edebi ve kültürel cemiyetler, yabancı hastaneler, yardım ocakları ve öğrenim kurumları bu gözetimin içindeydi.
Teşkilâtın Amacı
Teşkilât-ı Mahsusa’yı Birinci Dünya Savaşı’ndan bir süre önce, özgürlük kahramanı, harbiye nazırı, daha sonra başkumandan vekili olan Enver Paşa kurmuştur. Bu örgütün amacı, bir taraftan bütün Müslümanları bir bayrak altında toplamak ve böylece Panislâmizm idealine ulaşmaktı. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak ve bu bakımdan da Pantürkizm’i gerçekleştirmekti. Bu örgüte büyük umutlar bağlamış olan İttihat ve Terakki, seçtiği gözü kara subaylar sayesinde dünya savaşı başlarken ve bütün savaş devamınca İslâm ülkelerinde olsun, diğer Türk diyarlarında olsun, oralarda çeşitli eylemler yapmada, ayaklanmalar başlatmada başarılı olmuştur. Özellikle savaş sırasında, bir ulusu maddi ve manevi yönden sarsmak, onu içinden çökertmek için böyle gönüllülerden oluşan bir örgüte gereksinme vardır.[1]
Teşkilât-ı Mahsusa Ne Zaman Kuruldu?
Yirminci yüzyılın başlarında, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan Teşkilât-ı Mahsusa; kuruluşu 1909’lu yıllarda şekillenen ve I. Cihan Harbinden önce tamamen kurulan ve faal hâle gelen, 1913 yılında Sultan Mehmet Reşad’ın yayımlanmayan ve resmî olmayan bir fermanıyla Harbiye Nezareti bünyesinde İttihat ve Terakki tarafından kurulan, Osmanlının son 50 yılının en değerli ve önemli müesseselerinden biri olan, meşrutiyetin ilanında birinci derecede rol oynayan bir teşkilattır.[2]
Teşkilat-ı Mahsusa terimi ilk önce gönüllülerden oluşturulan bölük ve taburları nitelemek amacıyla kullanılmıştır. Merkezden hayli uzak bir coğrafyada başlayan harpte, yeterli birlik göndermekte zorlanan dönemin askeri idarecileri, bunu aşmak için yerel halktan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Bu yöntem de daha sonraki yıllarda ifadesini bulacak olan gayrinizamî harbin tanımına uygun bir harekettir. İstanbul’daki Harbiye-i Umumiye Dairesinin gönüllü taburlarına ilişkin sorusuna Trablusgarp Kumandanlığından “gönüllü taburların teşkiline 29 Eylül 1911 tarihinde başlandığı, bunlara istisnasız tümen emrinde bulunan ve misafir gelen bütün subayların, bazı emekli askerlerin görevlendirildiği” cevabı verilmiştir.[3]
Tarihi kaynaklara göre Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri 1900’lü yılların başlarına kadar gerilere gitmektedir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş tarihini tam olarak bilmek güçtür. Bazı kaynaklarda Teşkilâtın adı ilk kez 1909’da duyulur. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularının ve aktif üyelerinin hatıratları dışında, örgüt hakkında bugüne kadar ulaşan detaylı bilgiler mevcut değildir.[4] Teşkilat gizli olunca hakkındaki yazılanların kaynaklara dayandırılamaması sebebiyle efsaneleşmesi de olağandır. Ayrıca teşkilat hakkında net ifadelerin ve rakamların kullanılmamış olması Teşkilâtın gizliliğe verdiği önemde ne kadar başarılı olduğunu ortaya koyar.
Gayrinizamî harbi bilen subay grubu ve fedailer Teşkilat-ı Mahsusa’nın ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuşlardır. Trablusgarp Savaşı sırasında bölgeye giden Enver Bey, Mustafa Kemal (Atatürk) Bey, Fethi (Okyar) Bey, Nuri (Conker) Bey, Fuat (Bulca) Bey ve Süleyman Askeri Bey gibi gönüllü subayların yerel halkı örgütleyerek İtalyanlara karşı bir direniş örgütlemesi Enver Bey’i bu tarz faaliyetlerin etkisi konusunda umutlandırmıştır.[5]
Trablusgarp cephesinde Mustafa Kemal’in muavini olan Fuat Bulca, anılarında “Bizim emrimiz altında muvazzaf kıt’alar yoktu… Yani sizin anlayacağınız, kumandan vardı ama asker yoktu. Fakat Enver’in teşkilatçılığı kısa zamanda müspet neticelerini vermeye başladı. Yerli halkı kabile kabile dolaşarak onları gruplar halinde cepheye sevk ediyorduk” derken, Trablusgarpte Mustafa Kemalin de Teşkilât-ı Mahsusa kumandanı olarak faaliyetlerde bulunduğunu ifade eder.[6]
İTC ve Enver Paşa
4 Eylül 1911 tarihinde Enver Paşa, Rumeli ordularını teftişten İstanbul’a dönerken, Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi Umumiyesinde beş saat süren bir toplantıya katılıyor. Enver Paşa bu toplantıda Trablusgarp Savaşı’nda uygulayacağı yöntemi “Guerilla-Krieg” gerilla savaşı olarak açıklamıştır. Merkezi Umumi, Enver Paşa’ya, sunduğu teklifi sonuna kadar destekleyeceklerini, Paşa’nın her arzusunu yapmaya hazır olduklarını, Paşa’nın bu çalışmayı kabul etmesini istemişlerdir.[7] Devletin yönetiminden sorumlu olan İTC, Enver Paşanın uygulamak istediği “gerilla harbinin” ve bunu uygulayacak günümüzün özel harekat-özel kuvvetlerinin temeli olan Teşkilât-ı Mahsusa’nın bilgilendirmesini bu toplantıda almış, hükümetin hiçbir müdahalede bulunmayacağını, yapılacak faaliyetlerin bir oldu bitti ile “de facto” uygulamalarla ne kadar hızlı olurlarsa başarılı olma ihtimalinin o kadar yüksek olacağı hususunda anlaşmaya varılmıştır.
Mustafa Kemal’in talimatıyla akrabası ve Trablusgarp’ta birlikte görev yaptığı yardımcısı Fuat Bulca, Trablusgarp harbi anılarını yazmış ve Nuri Conker ile tetkik ederek Mustafa Kemal’e sunmuştur. Bulca anılarına şöyle başlar; “Trablusgarb’a gitmeden önce Mustafa Kemal, Ali Fethi Okyar’la birlikte Enver Paşayı Beşiktaş’taki evinde ziyaret ediyorlar. Enver Paşa Trablusgarp’ta yapmayı tasarladığı hareketi Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşaya arz ettiğini ve Harbiye Nazırı ile aralarında geçen konuşmayı misafirlerine anlatıyor. Enver Paşa Mustafa Kemal ve Ali Fethi Beye plânı şu şekilde açıklıyor. ”Bizler kendi arzumuzla ve hususi bir teşkilat olarak müdafaayı ele alacağız. Harbiye Nezareti de bizi mezun addedecek. Hükûmetten hiçbir yardım alınmayacak. Orada teşkilat yapacağız.” Mustafa Kemal Trablus’a birlikte gideceği Fuat Bulca’ya “kendi muavini olacağını” da burada söylüyor.[8]
Enver Paşa’nın evinde birkaç gün sonra yapılan diğer toplantıda, Enver Paşa, Harbiye Nazırı ile yaptığı görüşmeyi ve izlenecek yol haritasını daha geniş katılımlı olan bu ikinci toplantıda açıklıyor. Bu toplantıya katılan yaklaşık on fedai “Trablusgarp’ı müdafaa edelim mi, etmeyelim mi?” diye düşünmüyor; orada olanlar bir vatan parçasının en kötü ve elverişsiz şartlar içinde bile savunulmasının haysiyet ve namus olduğu gerçeğinde birleşmiş insanlardı. Enver Paşa Trablusgarp’in hükûmetçe resmen olmasa da, kendileri tarafından sonuna kadar müdafaa edileceği vazifesi hususunda ittifak ettikleri için bütün arkadaşlarına içtenlikle teşekkür ediyor ve hepsinden aynı duygularla söz alıyor. Fuat Bulca’nın toplantıda Harbiye Nezaretinin harekete karşı nasıl tavır takınacağını sorması üzerine, Mustafa Kemal “muvaffak olamazsak hepimizi tard ederler, hatta Divan’ı Harbe verirler, eğer başarıya doğru gidersek bizi terfi ettirir, nişan verirler” cevabını veriyor.[9]
Teşkilât-ı Mahsusa fiili olarak 1911’de Trablusgarp harbinde, cephede faaliyete geçiyor. İlk ekipte Enver Bey, kardeşi Nuri Bey, amcası Halil Bey, Süleyman Askeri, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Mustafa Kemal, Selim Sami, Cihangiroğlu İbrahim, Yakup Cemil, Zenci Musa, Mamaka Mustafa gibi isimler yer alıyor. Bu ekip Trablusgarp’ta başarılarıyla Senusileri İtalyanlara karşı teşkilatlandırarak, İtalyanları dar bir hatta sıkıştırınca İtalyanlar Uşi antlaşmasını imzalamak zorunda kalmışlardır. Sonra Teşkilât-ı Mahsusa ekibi Balkanlar’da patlak veren saldırılar üzerine Balkan Harbinine katılmak üzere İstanbul’a çağrılıyor.[10]
Eşref Kuşçubaşı’ya göre örgüt, 1911 ile 1913 arası bir tarihte gayriresmî olarak Teşkilât-ı Mahsusa diye adlandırılmaya başlandı. Kuşçubaşı ayrıca şu noktaya dikkat çeker: Teşkilat, ister Batı Trakya geçici hükümeti, Fedai-yi Zabıtan, Umur-u Şarkiye veya Teşkilât-ı Mahsusa ismini taşısın, Enver Paşa’nın yönetiminde aynı tür faaliyette bulunan ve aynı insanlardan oluştuktan sonra, bunun bir önemi yoktur.[11]
Kimlerden Yararlanıldı?
Enver Paşa’nın amcası olan Halil Kut Paşa, Halit Muzaffer takma adıyla, sahte pasaportla Paris üzerinden Trablusgarpa gidiyor, Trablusgarp için cephane temin ediyor. Bunlar gayriresmi silah kaçakçılarından alınıyor. Paris’te bulunan yaklaşık 50 Türk subayı Halil Kut Paşanın girişimleri ile gizlice Tunus üzerinden Trablusgarb‘a sokuluyor. Halil Paşa Trablus’ta şehirlerde afla salınan eski mahkûmlardan çeteler kurup İtalyanlara karşı büyük zaferler elde ediyor. İşte bu çeteler Teşkilât-ı Mahsusa’nın ilk faaliyetlerini yürüten fedailerdir.[12]
Balkan Harbinde İstanbul hapishanelerinden yaklaşık 4000 gönüllü yetiştirilerek, Teşkilât-ı Mahsusa kadrolarında Bulgarlara karşı mücadele edilmiştir. Bu sırada Mustafa Kemal Bolayır kolordusunda, Halil Paşa’nın eğittiği Teşkilât-ı Mahsusa fedailerine kumanda etmektedir.[13]
Taylan Sorgun Fahrettin Altay Paşa’nın anılarında, 1911’de Trablus ve Bingazi‘de hürriyet kahramanlarının (Meşrutiyetin İlanını sağlayan Enver Paşa ve arkadaşlarının) yerli mücahitlerin başında savaştığını yazıyor. Bu mücahitlerin içinde yer aldıkları birlikler toplu olarak Teşkilât-ı Mahsusa’nın ilk nüvesini meydana getiriyor. Trablus’ta sahada ilk tecrübesini yaşayan teşkilat ard arda açılacak cephelerde kıtalar arası operasyon faaliyetleri geliştirerek artık sadece cephede askeri olarak değil, cephe gerisinde, eğitim, basın, iktisadi faaliyetler, denizcilik, izcilik, spor, istihbarat gibi hayatın her alanında memleketin kaderini ilgilendiren her mevzuda icraatler gerçekleştiriyor.
Deniz kuvvetleri çok daha üstün olan İtalyanlar Türkler’in Trablus’a büyük çapta asker ve cephane göndermelerini engelliyorlardı. Öte yandan, Babıâli ve cemiyet, cepheye, aralarında Enver ve Mustafa Kemal’in de bulunduğu seçme subaylar göndermişti. Bu subayların örgütlediği Bedeviler, çöllerdeki İtalyan birliklerini iyice sıkıştırıyorlardı. Bu tür bir savaşta her iki tarafın da hemen yenilgiye uğraması söz konusu olamazdı. Bu nedenle 1912 baharında İtalyanlar bazı Türk adalarını işgal edip, Beyrut, İzmir gibi limanları bombardıman ederek ve hatta Boğazlar’a saldırarak savaşın temposunu biraz olsun hızlandırmaya çalıştılar. Ancak, bu gibi taktikler, ticari çıkarları tehlikeye giren Büyük devletlerin muhalefetiyle karşılaştı.[14]
Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında gayriresmi hareket eden Teşkilât-ı Mahsusa fedaileri yakalanırlarsa asker kaçağı olarak suçlanacaklarına, galip gelirlerse de ordunun kendilerine sahip çıkarak galibiyete ortak olacaklarını biliyorlardı. Enver Bey, Feti Bey, Mustafa Kemal gibi genç ve gözü pek İTC’li subaylar, resmi görev olmadan, çeşitli yollardan gizlice ve sahte kimliklerle, özel hareket mensubu gibi Trablusgarb’a giderler. Yerli halkı çeteler halinde örgütleyerek gerilla savaşı yürütürler ve İtalyan işgal güçlerinin kıyı şeridinde kalmasını sağlarlar. O yıllarda Mustafa Kemalle Derne’de olan bazı isimlerin daha sonra Kurtuluş Savaşında da Mustafa Kemal’in ekibinde yer aldığını biliyoruz. Örneğin Nuri Conker, Fuat Bulca, Ali Çetinkaya[15].
Teşkilâtın Başarıları
Daha Makedonya dağlarında eşkıya takibi günlerinde çekirdek kadrosu oluşmaya başlayan teşkilat için girilen her cephe, yapılan her harekât, kazanılan her mevzi paha biçilmez tecrübeler sağlamıştı. Bu kadro gönüllülük esasıyla bir araya geldiği için çıktıkları görev sona erince dostluklar da bitmiyordu. Aralarında günü birlik menfaat ilişki değil, kader birliği vardı. İleri görüşlülüğüyle orduda yapılması zorunlu olan reformları göreve gelir gelmez başlatan Enver Paşa, Edirne’nin kurtarılması, Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin kurulması, Cenubigarbi Kafkas Hükümetinin kurulması, Çanakkale Zaferinin kazanılması, Bakü’nün Ruslardan kurtarılmasında liderliğini göstermişti. Hafız Hakkı Paşanın Sarıkamış harekâtında Enver Paşanın hazırladığı kuşatma plânını uygulamayarak daha kestirme yollardan Ruslara saldırma plânı ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hafız Hakkı Paşanın Enver Paşanın emrini uygulamamasının faturası da bir asırdır Enver Paşaya çıkarılıyor, hem de Genel Kurmay ATESE Başkanlığının verdiği 22.000 şehit ve kayıp toplamı rakamına rağmen afakî şehit sayıları uydurularak. Nedense Enver Paşa dendiğinde hiç hatıra getirilmeyen, neredeyse bir asır boyunca unutturulmak istenen ve İngilizlerin tarihlerinde topluca teslim oldukları tek savaş olan Kut’ül Amare Zaferi de Enver Paşanın kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa’ya bağlı Osmancık Taburlarının zaferidir.[16] Enver Paşa’nın “force special’i” yani özel kuvveti olan Teşkilât-ı Mahsusa’yı Enver Paşa kendi gözünde Osmanlı devletine yönelik en büyük tehditlere karşı koyabilmek için kurmuştur.[17]
1911’de Eşref Libya’ya gitti, Sami affedilinceye kadar İzmir’de saklı kaldı. Selim Sami’nin basılmamış hatıralarına göre Enver ve Eşref yeni kurulacak gizli Teşkilâtın hazırlıklarına beraberce başladı. Örgüte sonradan Teşkilât-ı Mahsusa adı verildi. Sami bunu milletin huzur ve refahını yeniden temin etmek için atılan ilk adım olarak tarif ediyordu. 1911’de yeni örgütün esasları, programı, Teşkilât-ı ve faaliyetleri tespit edildi.[18]
1911’de yapılanmasını tamamlayan Teşkilât-ı Mahsusa, Trablusgarp’da faaliyetlerine devam ederken İtalyanlarla yapılan Uşi anlaşması sonrası Enver Paşa Libya’da çekirdek kadro bırakarak Balkanlar’da çıkan hadiseler sebebiyle İstanbul’a döndü. Mustafa Kemalle Teşkilât-ı Mahsusa çatısı altında ilk omuz omuza mücadele 1911’de Libya’da verirken, aynı kadro Balkan Harbinde birlikte mücadeleye devam etti.[19]
Enver Paşa Harbiye Nazırı olmasından kısa bir süre sonra Teşkilât-ı Mahsusa’yı resmî statüsüne kavuşturmuş, dönemin yetenekli subaylarını örgüte üye yapmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında bu subaylar Kafkasya, Mısır ve Orta Doğu’daki özel askerî operasyonlarda kullanılmışlardır. Daha sonra vatan düşmanlarına karşı içte ve dışta kadrolarıyla ciddi mücadele eden, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Harbinde bütün temel meselelerde geniş rolü ve hizmeti bulunan örgüt, kadrosunda fikir adamları, dava sahipleri ve üstün siyaset uzmanları bulundurmuş, İslam Birliği ve Osmanlının ayakta durması için büyük mücadeleler vermiş, I. Dünya Savaşı’nda cihat fetvasını bütün Müslümanlara ulaştırarak birliği ve beraberliği sağlamış, başkanlığını Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın yaptığı, Bediüzzaman’ın, Mehmet Akif Ersoy’un ve sonra da Mustafa Kemal’in içerisinde bulunduğu ve çalıştığı, ekseriyetinin subaylardan oluştuğu Osmanlı ordusuna bağlı bir kuruluş olarak Çanakkale muharebesinde bilgi akışıyla savaşın kazanılmasına vesile olmuş, yabancı istihbarat teşkilatlarına, ihtilallere, isyanlara ve dış düşmanlara karşı topyekûn mücadele etmiş bir Osmanlı gizli istihbarat Teşkilâtıdır.[20]
Teşkilâtın temellerinin daha 1909’da atıldığıyla ilgili Cemal Kutay’ın Kuşçubaşı Hacı Sami’nin anılarından aktardığı bilgiler önemlidir. Mustafa Kemal Bey 20 Haziran 1907’de kolağası olarak Şam’a gönderildi. Oradan Eşref Bey’in kardeşi Hacı Samiye yazdığı mektubunda, ona gönderdiği belge için “bizim Teşkilât-ı Mahsusa içindir” deyimini kullanıyor.[21]
Ordu içinde 1908 sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf fırkası ayrımına dayalı halaskar ve fedai gruplaşması başlayınca Mustafa Kemal de Enver Paşa’yı destekleyen fedai grubuna katılıyor. Yakın arkadaş çevresinde de daha 1908’lerde kendilerini Teşkilât-ı Mahsusa olarak isimlendiriyor. Bu ismin gün yüzüne çıkması ve devlet hizmetlerinde kullanılmaya başlanması ise 1914’ü buluyor fakat bu tarihe kadar yapılan bütün milis faaliyetleri aynı temele dayanıyor. Gayri nizami harp faaliyetleri ve komitacılık Teşkilât-ı Mahsusa’nın aynı kadrolarla yürüttüğü faaliyetlerin temelini oluşturuyor. Enver Paşa’nın Makedonya Dağları’nda eşkıya takibinden şehadetine kadar geçen hayatında geliştirerek uyguladığı yöntemler daha sonra millî mücadeleyi başlatacak olan Kuvayı Milliye’nin de temellerini oluşturuyor. Mustafa Kemal Bey, cemiyetin güvendiği genç ve vurucu güce dahil güvenilir bir subaydı. 1911’de Enver Bey’in himayesinde Trablusgarp‘a giden Mustafa Kemal Bey Derne kumandanlığı yapmış, İtalyanlara karşı gayrinizamî harp usüllerini kullanarak mücadele etmişti. Trablusgarp’ta mücadele eden Mustafa Kemal Bey Teşkilât-ı Mahsusa’nın mantık olarak ilk nüvesini oluşturan Fedai Vatan grubunun bir unsuru olmuştur.[22] Fedai Vatan ilk olarak Makedonya’da çete takipleri sırasında genç zabitlerin oluşturduğu bir grupken daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en yüksek erkanına bile söz geçirecek derecede önemli birer mevki elde etmişlerdir.[23]
Mustafa Kemal’in günlerce yaptığı bir plân neticesinde tarihi Kasrı Harun harabelerine düzenlenen baskınla İtalya’nın cephaneliklerinden çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirilmişti ancak bu çatışmada Mustafa Kemal gözünden yaralanmış ve tedavisi aylarca Kuşçubaşı Eşref’in özel çadırında sürdürülmüştü. Eşref Bey, Mustafa Kemal için Mısır’dan özel doktorlar getirtmiş, ancak çare bulamayınca, yine Eşref Bey’in sağladığı bağlantılarla, Avusturya’da doktor Fox’a ameliyat olması için, gemiyle Avusturya gönderilmişti. Burada tedavisi tamamlandıktan sonra, İtalyanlar ile Uşi anlaşmasının yapılacağı haberleri gelmesi üzerine, tekrar Trablusgarp‘a dönmeyip İstanbul’a geçti.[24]
1913 Haziran’ın sonlarında Cağaloğlu’nda İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi umumi toplantısında Talat Bey yaptığı konuşmada, büyük bir Türk birliği için, Türkistan Türklerinin Türkiye Türkleri ile büyük bir ittifak yapması için, (dışişlerinde, askeriyede, işte, içtimai hayatta bütün Türklerin birleştiği) bir teşkilata ihtiyaç olduğunu söylüyor. Ziya Gökalp de bu toplantıda yer alırken, Talat Beyin yaptığı İttihat-ı Türk meselesiyle ilgili konuşmadan ziyadesiyle memnun olan kişidir.[25]
Ege Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Ersan’a göre 1911’de adını duyuran, 1914’te Harbiye Nezareti’ne bağlanan Teşkilât-ı Mahsusa Osmanlı devletini parçalamak ve yok etmek isteyen emperyalist devletlerin ve Türk İslam düşmanlarının faaliyetlerini boşa çıkarmak için vatansever, idealist insanların kurduğu bir teşkilattır. Bu teşkilat Trablusgarp’ta İtalyanlara, Batı Trakya’da Bulgar ve Yunanlılara, Mısır ve Irak’da İngilizlere karşı halkı direniş için örgütlemeye çalışırken, Müslüman ülkelerde de ihtilal komiteleri kurma gayreti içinde olmuştur. Arabistan’dan Kafkasya’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya bütün İslâm coğrafyasında ve komşu bölgelerde faaliyet gösteren Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesiyle 1918’de feshedilmiştir. Ancak bu örgütün üyeleri davalarından vazgeçmemişler, Anadolu’yu işgal eden istilacı güçlere karşı Müdafaa-i Hukuk derneklerini kurmuşlar ve Kuvvâyı Milliye’nin oluşmasına öncülük etmişlerdir.[26]
Trablusgarp Harbinin en dikkate değer tarafı, kudretsizlik halinde bile ülkeyi eli kolu bağlı, düşmana terk etmemek için devletin değil, Türk milletinin öz varlığına dayanarak mücadeleye atılmasıdır. Milletin şuur ve ruhunu da ordunun genç ve inançlı azimli milliyetçi kadrosu temsil etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun hayatının son çeyrek asrında kurabildiği en önemli, üzerinde bugün de dikkatlice durulması şart olan müessesesi Teşkilât-ı Mahsusadır.
“Teşkilât-ı Mahsusa’nın amacı, ülkenin bekasını sağlamak ve bu uğurda ne gerekiyorsa yapmak, İmparatorluk içindeki ihanet şebekelerini ortadan kaldırmak, gelişen ayrılıkçı hareketleri bastırmak, kontrol altında tutmak, dışarıdaki belirli hedeflere karşı sabotajlarda bulunmak, Osmanlı topraklarında bulunan bütün gizli servislere karşı mücadele etmek”tir. Teşkilâtın ideolojisi Pantürkizm’dir.”[27] Bazılarının eli yoktu, “Çolak” dediler, ayağı olmayanı “topal”, yiğit olana da “deli” adını verdiler, verilen emri ânında uygulayan iyi bir asker de sayılmadı, onları sonradan “kasap” lakabıyla tarihe aksettirdiler. Ülkesi için uğraşanları da “cellât” olarak telakki ettiler. [28]
Trablusgarp, Teşkilât-ı Mahsusa’nın temellerinin atıldığı yer olarak önemlidir, zira Trablusgarp harbine gayriresmi ve gönüllü olarak katılan Türk zabitleri sonraki tarihlerde Teşkilât-ı Mahsusa’da önemli faaliyetlerde bulunacaklardır. Feroz Ahmet’e göre İttihat ve Terakki Cemiyeti Teşkilât-ı Mahsusa’yı 1911’de Trablusgarp’ta kurmuş ve bölgede İtalyanlara karşı direnişi Teşkilat-ı Mahsusa örgütlemiştir.[29]
BALKAN SAVAŞI
Trablusgarp harbindeki gönüllü taburlar teşebbüsü Balkan Harbi’nde de devam ettirilir. Teşkilât-ı Mahsusa adı altında sevk edilecek gönüllü taburların vapurla sevki için başbakanlıktan emir verilir. Bu birliklerle ilgili yazışmalarda Teşkilât-ı Mahsusa müfrezeleri ifadesi kullanılır. Bu müfrezelerin kumandanları muvazzaf subaylardır.[30] Buradan da anlaşılacağı gibi hem Trablusgarp hem de Balkan harbine resmi ya da gayriresmi cephede olan subayların Teşkilât-ı Mahsusa müfrezelerine kumanda ettiğini ve bu faaliyetlerin Teşkilât-ı Mahsusa’nın aleni olarak ilan edildiği 1914’ten üç yıl önce başladığını anlıyoruz. Teşkilât-ı Mahsusa’ya katılacak gönüllülerin temini amacıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 31 Ocak 1913’te bir Müdafayı Milliye Cemiyeti kurulduğu ilan ediliyor. [31]Teşkilaı Mahsusa’nın ihtiyacı olan gönüllüleri bu cemiyet sağlarken, aynı yapı birkaç yıl sonra başlayacak Millî Mücadelenin de temeli olan Müdafayı Hukuk Cemiyetlerinin temelini oluşturuyor.
Trablusgarp kumsallarında İslâm direnişçileriyle Türkiye’den giden gönüllü subaylar el ele vererek, İtalyanlara karşı zorluklar içinde kahramanca savaşırken, dört küçük Balkan devletinin Osmanlı’ya savaş ilân etmeleri o kadar ani olmuştu ki, bu sırada Osmanlı hükümeti terhis emrini vermiş, orduyu dağıtmış bulunuyordu. Yeniden bir seferberlik emrinin güçlüğünü, ortalığın olağanüstü karmaşasını anlatmak da olası değildi. İşte bu sırada Yunanistan ve Mısır üzerinden Trablusgarp’a giden gönüllü subaylar tekrar Rumeli’ye dönmeye başlamışlardı. Enver, Mustafa Kemal, Fethi Bey ve Trablusgarp’taki diğer subaylar bu defa da İkinci Balkan Savaşı’na giren ordu birliklerinde görev almışlardı. Onların geri gelmesi, İkinci Balkan Savaşı’ndan biraz evvel olmuş, Enver Babıâli Baskını’na, Mustafa Kemal de daha sonra Bolayır’daki süvari birliklerine katılmış, her ikisi de Edirne üzerine yapılan yürüyüşe katılmışlardı.[32]
Kuşçubaşı Eşref’in söylediklerine göre 2. Balkan Harbi Teşkilâtı Mahsusa’nın Harbiye Nezaretinin emirlerini askıya alarak, sonuç odaklı hareket ettiği bir mücadeledir. Mustafa Kemal Bey, 2. Balkan Harbinde Teşkilât-ı Mahsusa kadrolarıyla birlikte Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolda Enver Paşanın emrinde, Kuşçubaşı Eşref, Hacı Selim Sami, Sapancalı Hakkı, Süleyman Askeri, Fuat Balkan, Hüsamettin Ertürk, Ethem Bey ve kardeşleri, Bahattin Şakir, Dr. Nazım, İskeçeli Arif, Atıf Kamçıl, İsmail Canpolat vb. fedailerle omuz omuza mücadele etmiştir.[33]
“İster çete, ister milis, ister müfreze, ister gerilla veya ister gizli teşkilat mensubu olarak adlandırılsın, bu eylem gruplarının yönetimler tarafından ifşa edilmesi, adı ‘gizli’ olan güvenlik anlayışıyla bağdaşır mı?” Asla… Teşkilat vardı ama adı konulmamıştı, mahsusa eklemesi daha sonra yapılacaktır. Savaşla birlikte Teşkilat-ı Mahsusa adıyla anılmaya başlayan örgüte onay tarihinden sonra sahip çıktık. Oysa geçmiş zaman içinde onlar, çeteci olarak görülüyordu. Oysa teşkilat daha da önce kurulmuştu. “yemin billah, vallahi” yine olmuştu ve silah ile Kuranı Kerim’e yine el basılmıştı. Avrupa onlara çeteci, zorba, mukavemetçi ve direnişçi benzetmesi yapmıştı, onlar işgale ve ittifaka karşı çıkan eylemcilerdi.[34]
İttihat ve Terakki dönemi, cumhuriyet döneminin devr-i sabıkı ilan edilmesi münasebetiyle Türk tarihinin en netameli konularından biri olmuştur. Dolayısıyla, İttihat ve Terakki üzerine yapılan çalışmalarda resmî ideolojinin çizdiği çerçeve, Cemiyet’in mefhumlara, olaylara ve olgulara nasıl bir anlam yüklediği sorusuna çoğu zaman eksik ve yanlış cevaplar verilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu husus, Türk hafızasında ve kimliğinde yaşanan savrulmaların da müsebbibi konumundadır. İttihatçılar, iktidara geldikleri andan itibaren önlerinde Devlet-i Aliyye’nin kangrenleşmiş yapısal sorunlarını bulmuşlardır. Bununla beraber, 1911 Trablusgarp savaşıyla başlayan Balkan ve Cihan Harpleriyle devam eden süreçte Devlet-i Aliyyenin varlık mücadelesini yürütmüşlerdir.[35]
Bilvesile, Trablusgarp Müdafaası, Devlet-i Aliyye’nin içine düştüğü siyasi yalnızlık içerisinde kendi gücünü sınaması, hatırlaması, kendi vizyonunu ortaya koyarak kaderini geniş hafızasıyla belirlemesi girişimidir. Bu yönüyle, Birinci Cihan Harbiyle başlayan ve İstiklal Harbiyle nihayete eren Millî Mücadelenin itici gücü ve motivasyonu Trablusgarp’taki direniştir. Zira Millî Mücadele ile sonuçlanan Cihan Harbi, Balkan Harbiyle birlikte on yıl sürmüştür. Oysa diğer ülkeler Cihan Harbini dört yıl yaşamışlardır. Türkiye ise Cihan Harbi’ne bir anlamda Balkan Harbi ile başlamış ve Lozan Anlaşması ile sona erdirmiştir.[36]
Balkanlardan Türkleri atmak için, Rusya’nın teşviki ile Osmanlı’dan ayrılan 4 küçük devlet (Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ) savaşa hazırlandı, aralarında ittifak yaptırıldı ve Balkan Savaşı patladı. Mustafa Kemal Bey, 25 Kasım 1912’de Bolayır’daki Akdeniz Boğazı Kuvayı Mürettebesi’ne harekât şube müdürü olarak atanır. Kurmay Başkanı Kur. Bnb. Fethi (OKYAR) idi. Bolayır taarruzunun başarısız olması üzerine İstanbul’a çağrılan Fethi Okyar’ın yerine kurmay başkanı olarak atanır. 13 Temmuz 1913’te Trakya’daki Türk birliklerinin ileri harekâtına Bolayır Kolordusu ile katılır.[37] İkinci Balkan Savaşı’nda Enver Paşa ve Teşkilât-ı Mahsusa kadrolarının yürüttüğü gayri nizami harp ile Türk ordusu Çatalca‘dan başladığı taarruzda Meriç nehrinin batısına kadar geçerek Dimekotaya ulaşmış ve harekât tüm Batı Trakya’nın işgalden kurtarılması ile sonuçlanmıştır. 31 Ağustos 1913’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın başarısı burada ilk Türk Cumhuriyeti olan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ile zafere ulaşmıştır. Kurulan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin devlet yönetim kadroları da yine Teşkilât-ı Mahsusa liderlerince üstlenilmiştir. Örneğin Süleyman Askeri Bey devlet başkanı, Eşref Sencer Kuşçubaşı Genelkurmay Başkanı olmuştur. Bu yönetimi aralarında bir tampon bölge olarak gören Yunan ve Bulgar hükümetleri de Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni resmen tanımışlardı.
Mustafa Kemalin 1909’da Kolağası olarak Şam’a atanmasıyla başlayan Teşkilât-ı Mahsusa içindeki faaliyetleri, görüleceği gibi ikinci Balkan Savaşını kazanmamızla sona ermiyor.1914’ten sonra Teşkilât-ı Mahsusa’nın varlığı gizlenmiyor ancak seferberlik sebebiyle resmi bir evrak da düzenlenmiyor. Padişah 5.Mehmet Reşad’ın onayı ile Harbiye Nezaretine bağlanıyor. Bu arada 1. Dünya savaşının patlak vermesiyle Osmanlı pek çok cephede mücadele etmek zorunda kalıyor. Birinci Dünya savaşı öncesi gösterdiği başarılarla rüştünü ispatlayan teşkilat, resmiyette iaşesinin teminin kolaylaşması, sevk ve idaresinin aksamaması için İtfaiye Alayı adı altında yapılandırılıyor. Hatta Birinci Dünya Savaşına gönüllü olarak katılan Konya Mevlevi Alayı gibi pek çok gönüllü birlik de İtfaiye Alayı adıyla cepheye sevk ediliyor. 42.ve47.Karadeniz Alayları da Teşkilât-ı Mahsusa’nın Balkan Savaşı faaliyetlerinde görev alan Feridunzade Osman Ağanın çabalarıyla Karadeniz’in Rum, Ermeni ve Rus zulmünden kurtuluşu için kurulmuş ve Millî Mücadelede emsalsiz başarılar elde etmiştir. İlk bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Batı Trakya Türk Cumhuriyetini Ağustos 1913’te kuran Teşkilât-ı Mahsusa kadroları, 5 Kasım 1918’de Kars İslam Şurasını toplamıştır. Ocak 1919’da Cenubigarbi Kafkas Hükümeti adıyla Kars, Ardahan, Nahcivan çevresini kapsayan bir Türk cumhuriyeti kurulmuştur. Nahcivan halen Azerbaycan’a bağlı özerk Türk Cumhuriyeti olarak varlığını korumaktadır.1938’de bağımsızlığını ilan eden Hatay Türk Cumhuriyetinin kurucusu ve tek Cumhurbaşkanı olan Tayfur Sökmen’de Teşkilât-ı Mahsusa kadrolarında yetişmiş bir fedai vatandır.
Bazı gerçekler vardır ki, ortada belge olmadığı için ispatlanamaz ama bu gerçeği bilenler yemin etmekten de geri durmaz. Bu arada Teşkilât-ı Mahsusa’nın en uzun süre yaşamış son fedaisi Galip Hocayı da bugün yaşı kemale erenlerin hatırlaması zor değildir. Hatırlanmak ya da bir paye almak için değil yalnızca vatan sevdası ile gözünü kırpmadan ateşe yürüyen bu ipeğe sarılmış çelik yürekli yiğitler kervanının her birine Allah’tan rahmet diliyorum, bize düşen onları tanımak ve unutmamak, unutturmamaktır. Hepsinin ruhları şad mekanları cennet olsun.
KAYNAKÇA
Samih Nafiz Tansu, Teşkilât-ı Mahsusa İki Devrin Perde Arkası,Nokta Kitap,2012
İlhan Bahar, Teşkilât-ı Mahsusa MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay,2017,
Ahmet Tetik, Teşkilât-ı Mahsusa Umur-ı Şarkiyye Dairesi Tarihi, İş Bankası Yay,2019
Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa, İlgi Yay, 2014
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/teskilat-i-mahsusa/
Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk,ABM Yay,2016
Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, Der Yay, 1989
Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk,ABM Yay,2016
Mehmet Niyazi, Yazılmamış Destanlar, Ötüken Neşriyat, 2014
İlhan Bahar, Teşkilât-ı Mahsusa, MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay, 2013
Taylan Sorgun, Halil Paşa Bitmeyen Savaş, Kamer Yay, 1997
Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yay, 1995
Kerem Çalışkan, Yüz Yılın Örgütü, Caretta Yay, 2012
https://canakkalemuharebeleri1915.com/makale-ler/konuk-yazarlar/iclal-tunca-orses/408-kut-ul-amare-zaferi
Philip H.Stoddart, Hayberde Türk Cengi,Arba Yay, 1997
Millî Mecmua, Temmuz Ağustos 2022, Sayı 27
İlhan Bahar, Teşkilât-ı Mahsusa, MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay, 2013
Cemal Kutay, Lawrencea Karşı Kuşçubaşı ve Özel Örgütün Kuruluşu,Posta Kutusu Yay, 1978
Emre Çalık, İttihatçılık, Karakum Yay, 2021
Nurettin Şimşek, Süleyman Askeri Bey, Altınordu Yay, 2018
Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki, Beyaz Balina Yay,2001
Nurettin Şimşek, Süleyman Askeri Bey, Altınordu Yay, 2018
Ergün Hiçyılmaz, Teşkilât-ı Mahsusa, Kaynak Yay, 201
Dr. Gökbel Yücel, İttihat ve Terakkinin Coğrafya Tasavvuru, Millî Mecmua, Sayı 9, Auğustos 2019
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/balkan-savasinda-ataturk/
[1] Samih Nafiz Tansu, Teşkilatı Mahsusa İki Devrin Perde Arkası,Nokta Kitap,2012,syf 115
[2] İlhan Bahar, Teşkilatı Mahsusa MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay,2017,syf 146
[3] Ahmet Tetik, Teşkilatı Mahsusa Umur-ı Şarkiyye Dairesi Tarihi, İş Bankası Yay,2019,syf 2
[4] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa, İlgi Yay, 2014, syf 47
[5] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/teskilat-i-mahsusa/
[6] Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk,ABM Yay,2016, syf 86
[7] Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, Der Yay, 1989, syf 75
[8] Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk,ABM Yay,2016, syf 22
[9] Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk, ABM Yay, 2016, syf 31
[10] Mehmet Niyazi, Yazılmamış Destanlar, Ötüken Neşriyat, 2014, syf 45
[11] İlhan Bahar, Teşkilatı Mahsusa, MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay, 2013, syf 152
[12] Taylan Sorgun, Halil Paşa Bitmeyen Savaş, Kamer Yay, 1997, syf 91,94
[13] Taylan Sorgun, Halil Paşa Bitmeyen Savaş, Kamer Yay, 1997, syf 123,129
[14] Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yay, 1995, syf 127
[15]Kerem Çalışkan, Yüz Yılın Örgütü, Caretta Yay, 2012, syf 103,104
[16] https://canakkalemuharebeleri1915.com/makale-ler/konuk-yazarlar/iclal-tunca-orses/408-kut-ul-amare-zaferi
[17] Philip H.Stoddart, Hayberde Türk Cengi,Arba Yay, 1997,syf 16
[18] Philip H.Stoddart, Hayberde Türk Cengi,Arba Yay, 1997,syf 227
[19] Millî Mecmua, Temmuz Ağustos 2022, Sayı 27,syf 39,40
[20] İlhan Bahar, Teşkilatı Mahsusa, MİT ve İstihbarat Örgütleri, Kamer Yay, 2013, syf 152
[21]Cemal Kutay, Lawrencea Karşı Kuşçubaşı ve Özel Örgütün Kuruluşu, Posta Kutusu Yay, 1978, syf 24
[22] Emre Çalık, İttihatçılık, Karakum Yay, 2021, syf 42
[23] Nurettin Şimşek, Süleyman Askeri Bey, Altınordu Yay, 2018, sayfa 38
[24] Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk, ABM Yay, 2016, syf 93
[25] Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki, Beyaz Balina Yay,2001,syf 36
[26] Nurettin Şimşek, Süleyman Askeri Bey, Altınordu Yay, 2018, sayfa 5
[27] Ergün Hiçyılmaz, Teşkilatı Mahsusa, Kaynak Yay, 2016, syf 39
[28] Age,syf 23
[29] Nurettin Şimşek, Süleyman Askeri Bey, Altınordu Yay, 2018, sayfa 59
[30]Ahmet Tetik, Teşkilatı Mahsusa Umur-ı Şarkiyye Dairesi Tarihi, İş Bankası Yay,2019,syf 3
[31] Age, syf 445
[32] Samih Nafiz Tansu, Teşkilatı Mahsusa İki Devrin Perde Arkası, Nokta Kitap, 2012, syf 90
[33] age,syf 109
[34] Ergün Hiçyılmaz, Teşkilatı Mahsusa, Kaynak Yay, 2016, syf 18,22
[35] Dr. Gökbel Yücel, İttihat ve Terakkinin Coğrafya Tasavvuru, Millî Mecmua,Sayı 9,Auğustos 2019, syf 135,
[36] age, syf 146
[37] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/balkan-savasinda-ataturk/