Tombak Çekmek ve Şütürbân Ağalar

Turgut GÜLER

Dövme, kakma, kalem işi gibi tekniklerle, bakırdan yapılmış eşyânın, cıva ve yirmi dört âyâr altınla kaplanması san’atına “tombak” deniyor. Son derece hassâs ve de zahmetli bir san’at olan “tombak”, kuyumculuk mesleğinin “ayıp örtme şûbesi”ni teşkîl ediyor.

Netîce îtibâriyle, bakırdan altın yapma cehdine kapı aralayan bu iş, elbette asır-dîde san’atlar arasındadır. Lâkin “tombak”dan mülhem bâzı insânî tavırlar, yatsıya kadar bile dayanamayıp aslına dönüyor.

Kaplama, cilâ, makyaj ve benzeri muâmele ile eşyâyı parlatma; daha çekici, daha değerli hâle getirme çabaları, kendi dâiresi içinde mâkûl, hattâ muhteremdir. Bu şekil çalışmalar, bâzı durumlarda mecbûrîyete bile dönüşebilir. Eşyânın istihâlesinden hareketle, insan kaynaklı davranışlara “tombak çekmek”, suyu tersine akıtmak demek.

“Tîn” sûresindeki “esfel-i sâfilîn” târifine açılan bütün ana ve yan yolların geldikleri yerde “tombak” var. En mukaddes mevzû ve başlıkları yele veren idâre-i maslahatçı zihniyetin yalama olmuş vidalarında, “tombak” suyu dolaşıyor.

İşte, o noktada Ziyâ Paşa merhûmun meşhûr beytini yüksek sesle tekrârlamak gerekiyor:

“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma?

Zer-dûz palan ursan, eşek yine eşekdir.”

Yeniçeri Ocağı’nın bölüklerine “orta” deniyordu ki, “oda” tâbirinin menşeidir. Yirmi dokuzuncu “orta”nın, halka mâl olmuş adı “Deveciler” idi. Farsçada “deve” mânâsına gelen “şütür” kelimesinden yola çıkılarak, bu bölüğün mensuplarına “Şütürbân Ağalar” diye hitaâb ediliyordu.

Yaygın kanaatin aksine, Osmanlı ordusunda at, hayvanlar âleminin tek temsîlcisi değildi. Coğrâfî endîşeler göz önüne alındığında, askerî harekâtda, Osmanlı arâzisinin mühim kısmı “deve”ye ihtiyaç duyuyordu. Bu yüzden, Yeniçeri bölüklerinden birinin “deve”li isim taşıması pek tabiîdir.

Eski Ay’ların kırpılıp kırpılıp yıldız yapılmasındaki düz mantıkla, Osmanlı’nın “deve” sürecek toprağı kalmadığında, zâten Yeniçeri Ocağı da çoktan hatm-i enfâs eylemişti. Bugüne gelince, Batı Anadolu’nun muhtelif yörelerindeki “güreş” merâkı dışında, “deve” beslenmez oldu. Buna, devesizliğe mahkûm edildik de diyebiliriz.

“Deve”nin aramızdan ve de günlük hayâtımızdan sessizce çekilip gitmesi, târîhî romantizm tünelinde hıçkırıklara sebep oluyor. Çünkü “deve”yle berâber muazzam bir medeniyet gayb âlemine uğurlanmıştır.

Her ne kadar Arab rengi ve kokusu taşısa da, “deve”nin Türklüğü, küçümsenmeyecek miktârdadır. Açacağınız en hacimsiz sözlük veya ansiklopediden çıkacak “deve” asıllı kelime topluluğu, atasözü, deyim yığını, bu cefâ-keş hayvanın ne derecede bizden olduğunu gösterecektir. Her çeşit hemşehrîlik berâtını hak eden “deve”ye selâm olsun… Ondan değil, zamândan şikâyetçiyiz.

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen