Doğan KUBAN
Birkaç ay önce Cumhuriyet gazetesi 30 yıldır ek olarak çıkardığı bilim ve teknoloji dergisini kapattı. On yıldır dergiye yazanlardan biri olarak bu olaydan sonra Türkiye de sanat, felsefe, düşünce, bilim konularında ki yayınların içerikleri okurları ve toplumun bu bağlamdaki eğilimi üzerinde daha fazla düşündüm.
***
Gerçi moda, spor, turizm, sosyete konuları bütün dünyada yayınların ağırlıklı yüzdesini oluşturuyor. Fakat gelişmiş ülkelerin ciddi yayınlarında bilimsel, sanatsal ve genelde entelektüel konulara verilen önem ve bu konularda yayınların çokluğu ve niteliği, üniversitelerin yayınları tartışılamayacak kadar çok.
Türkiye’de, bilim, sanat ve felsefenin gelişmemişliğine paralel bir yayın kıtlığı var. Bundan elli yıl önce Beyoğlu’nda satılan yabancı dilde dergi ve gazetelerin sayısı daha fazla idi, şimdi azaldı. Bilimsel ve entelektüel konuların müşterisi de herhalde kitapçıların yerine açılan kahve ve lokantaların müşterisi oldu. Bu gözlem Beyoğlu’nu dolduran kalabalıktaki entelektüel oranını açıklıyor. Gerçi çağdaş görsel çevre toplumu, eskiye göre çok daha fazla etkiliyor, ve onu eğitiyor. Fakat bu entelektüel bir aydınlanma değil.
Peki internet okurluğu?
Internet yeni bir bilgi kaynağı. Ama yoğunlaşan bir okuma göstergesi değil. Her ortamda okuyan bir eski kafalı olarak, kitaplarımın her birini özel yetişmiş bir çiçek gibi görerek yetiştim. internetten uzun kitap okumanın entelektüelden çok bir öğrenci ve araştırıcı işi olduğunu düşünmeğe devam ediyorum. Bizim kuşağın okuyanları kitaba bir sanat eseri gibi davranılmasını öğrendiler. Bunda sayının da rolü var. Bugün telefonlarını ustalıkla ve çok yoğun kullanan, parmakları bir piyaniste benzeyen genç kuşaklar bizden çok farklı bit iletişim ortamında yaşıyor. Fakat bu iletişimin içeriği güncel kahve söylemi ve haberleşme niteliğinde.
Bir mimar olarak, öğrencilerin bizim elle çizdiğimiz projeleri bilgisayarda çizdiklerini görüyorum. Fakat o çizimlere ne kadar duyarlık katılıyor, onu bilmiyorum. Gerçi dünyadaki uygulamalarda sanatsal duyarlıkla teknolojiyi birleştiren tasarımlar var. Fakat Türkiye’de pek rastlamadım. Çünkü bu örtüşme de gelişmiş, belki daha kompleks bir eğitim, gelişmiş bir algı düzeyi gerekiyor. Bilim, sanayi, sanat, felsefe gelişmeyen bir toplumda mimarlar da bilgisayarı, yerli şoförlerin yabancı arabaları kullandıkları kadar kullanabiliyorlar.
Geçmişte olmayan bir duyarlılık bugüne de ulaşamazdı. Bunu sade mimarlık alanında değil sanatta, felsefe de, edebiyatta her alanda görüyoruz. Dünyadan haberi olmayan, dil bilmeyen, okumayan toplumların öğrencileri de aynı niteliklere sahipler.
Kimliksiz ortaklar
İletişim teknolojisi ve evrensel ekonomi dünyayı kapitalist yapı içinde bütünleştirdikçe, bütün toplumlar, kullandıkları ortak teknikler ve araçlar nedeniyle maddi yaşam ortamının kimliksiz ortakları oldular.
Mutfağında buz dolabı, çamaşır makinası olanlar, cep telefonu olanlar, otomobili olanlar, uçakla oradan oraya gidenler, yabancı ülkeleri ziyaret edenler, kullandıkları eşya ve araçları hiç üretmeseler, üreten ülkelerin insanlarının yazdıklarını okumasalar, onlarla anlaşmasalar bile Alman marka alet ya da otomobil sahibi olunca kendilerini Almanlarla bir tür teknolojik akraba olarak görüyorlar. Bu çok uzak bir akrabalık ilişkisi.
Fakat bilinçli bir kimlik ortaklığı değil. Beethoven, Goethe, Herman Hesse ya da Kandinsky ile ortak tarafları yok. Ya da Ankara’nın Berlin’le benzediği anlamına gelmiyor. Uygar bir Alman ya da Avrupalı gibi davranmak ve yaşamak anlamı da taşımıyor. Gerçi ortak bir bakkaldan alışveriş etmek bir tür eşitlik anlamına gelir. İnsanlar birbirlerine merhaba derler, Buna Türkiye’nin Almanya ile ‘Merhaba Eşitliği’ diyebiliriz.
Gençliğimde Türkiye de Volkswagen, Citroen sahipleri sokaklarda birbirlerine korna çalarak selam verirlerdi. Biz de bugünkü Türkiye’de gelişmiş ülkelere korna çalarak bir tür fiyaka satıyoruz anlaşılan. Bu müşteri fiyakası sonunda kendisinin de sanayileştiği ve uygarlaştığı türünden bir algıya dönüşürse bilimsel çalışma ve yayınlama, dergi çıkarmağa da gerek kalmayacak.
Bu bir kültür ortaklığı değil
Çevrenize bir göz atınca Migros, Carrefour, Hilton, Starbucks’dan geçilmiyor. Pantolon, gömlek, tenis raketi markalara dönüştü. Bugün Apple, Google, Internet, Whatsapp, Facebook, Twitter gibi ortaklıklarımız var. Bu müşteri ortaklığı gerçek bir kültür ortaklığı değildir. Fakat giderek boyutu artıyor, toplum yaşamının kavrıyor. Ne var ki Apple kullanan Amerikalı, Mercedes kullanan Alman olmuyor. Bu yeni alışkanlık ve kullanımlar gelişmemişliğin kölelik rozetleridir.
Eskiden farklı bir kölelik. Kimse hapis değil, kimse kırbaç yemiyor. Her şey paraya çevrilmiş. Alacaklılar kimseyi dövmüyor. Bu işleri borçlular kendi aralarında yapıyorlar. Modern köleler dünyanın çıplaklarıdır. kendi ülkelerinde hapse girer, cinayete kurban gider, aç kalabilir, kaçar, göç eder, denizde boğulabilirler.
Sevgili Okuyucular,
Biz geçmiş sözlüğümüzü 21. yüzyıl sömürü lehçesine çevirdik. Bu durumun nedenlerini Marksist ya da liberal namuslu tarihçilerden, bazı nadir ekonomistler ya da düşünürlerden öğrenebilirsiniz.
Adı ‘gelişmekte olan’ terfi ettirilmiş cahil toplumlar bu cendereden kurtulmak zorundalar. Eskiden öğrendiğimiz kadar bunun öncüleri, ülkelerinin iyi okumuşları, aydınları ya da, şansımız olursa entellektüelleri olacak. Bunu aşmak toplum için de, bilinçli ve namuslu aydın için de bir insanlık görevidir.
Kentlere göçenler henüz çağdaş kentli olamadılar, diyelim. Toplumun aydın geçinenleri çağdaş dünyayı doğru anlayıp onlara anlattılar mı? Açtıkları üniversitelerde bilimsel araştırma yapıyorlar mı? Sanata değer verip, yardım ediyorlar mı?
Kente gelen halk kargaşaya ayak uyduruyor, sıkıntılarına katlanıyor, toprağına geri dönmüyor. Aydın geçinenler ulaşımdan, televizyondan, gazetelerden, mimariden şikayet ediyorlar. Kentle ilişkilerinde alıştıkları ya da başka ülkeler de gördükleri davranış, temizlik , estetik standartları arıyorlar. Kırsaldan göçenlerse istediklerini bulduklarına inanıyorlar. Aranan standart kent yaşamının rahatından öte, uygarlık ise, Türkiye o düzeyde değil. Uygar bir yaşamının standartlarına ulaşamazdık.
Aydını sorgulamak
Kanımca halkı sorgulamadan önce ona ulaşmak için kılını kıpırdatmayan aydını sorgulamak gerekiyor. Dünyanın milyarları kuşkusuz çok farklı ortam, koşul ve bilgi düzeyinde yaşıyorlar. Türkiye’nin kırsal halkı elli yılda uygar toplum düzeyine yükselmedi. Sorgulanacak olanlar onlar mı, yoksa onların gözlerini açmaya olanak tanımayan ve 1950 den bu yana iktidarda olanlar, onların yardakçıları mı? Hiç eleştirmeden yaşayanlar haklı mı?
Cahiller açlık ve yokluktan şikayet ederler, fakat uygarlık koşullarından şikayet etmezler. Cahil ve fakir bir ülkede kalorifer, buz dolabı, çamaşır makinesi, otomobil gibi konfor araçlarını, gerçek uygarlığı gözden uzaklaştıran perdeler olarak, hatta çağdaş kölelik işaretleri olarak düşünün.
Bu ilişkileri doğru yorumlayamayan aydın, köyden gelenden daha cahil sayılmayı hak etmiyor mu?
——————————————————–
29.10.2016
http://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/toplumun-en-tehlikeli-cahilligi