‘TOPRAĞA BAS DELİ GÖNÜL TOPRAĞA’
Lütfü Şehsuvaroğlu
29 Mart 2016
ŞEHRI KORUMAK NAMUSTUR: SUYUNU, TOPRAĞINI, KÜLTÜRÜNÜ, INSANINI, FLORASINI…
Karakoç’un bir mısraı bu…
“Toprağa bas deli gönül toprağa/Yardan daha yüksek uçamazsın ki…”
Toprak anasır-ı erbaa’dan.. Su da öyle… Su ve toprak yaradılışın ve insanlık tarihinin iki temel bereket kaynağıdır.
Su ve Toprak yaradılışın özüdür. Zira topraktan geldik. Bir damla sudan ve topraktan..
Âşık Veysel “Benim sadık yârim kara topraktır” şiirinde her türlü nimetin topraktan olduğunu en veciz biçimde anlatmıştır.
Toprak vatandır.
Toprak eğer uğruna ölen varsa vatandır der ya şair.
Toprak kıymetlidir. En eski çağlarda da, bugün de…
Toprak tarımın ana sermayesidir.
Bugün yeryüzünde milyarlarca insan kırsal kesimde yaşamaktadır. Kırsal kesimde toprak elbette daha önemlidir.
Fakat şehirde de toprak önemlidir.
Bugün çarpık sanayileşme ve yanlış şehirleşme sonucu toprağı şehrin ortasından silip götüren zihniyet, su ve topraktan gelecek o yıkıcı tepkiyi beklesin artık.
TOPRAK BİZİ TERK EDERSE
Roma Raporu’nun bildirdiğine göre; ‘dünyada her yıl tuzlanma nedeniyle terk edilen topraklar sulamaya kavuşturulan toprak miktarı ile eşittir.’ Bu bilgi 2001 yılı raporunda yer alıyor. (Roma Raporu 2001 IFAD, s.145)
Tuzlanmış toprakları yeniden kazanmak için yeni teknolojiler geliştirildi elbet. Ama bunlar çok pahalı yatırımları gerektiriyor. Tuzlanmış toprağın yıkanması yeniden üretime katılması için bir sürü drenaj, yıkama, taşıma işlemleri gerekiyor. O yüzden de tuzlanma meydana gelmeden doğru sulama tekniklerinin uygulanması daha ekonomik olacaktır.
Erozyonla toprağın yitip gitmesi sorunu, bugün de en başta gelen sorundur. Suyla, rüzgârla… Yamacına tutunamayan toprak, uygun bitki örtüsüne sahip değilse hırçın akıp gelen suların asırlardır durduğu yerde durmasına izin vermez koparır eşten dosttan sürükleyip götürür. Götürür ve bir ırmağa bırakır. O da başka büyük sulara. Yüzyıllar boyu meydana gelen toprak artık yoktur. Akıp gitmiştir. Hırçın Anadolu suları her yıl Kıbrıs adası büyüklüğündeki toprağı ırmaklara oradan da denizlere taşımaktadır.
Bir metre kare delta toprağı oluşması için bin metre kare toprak taşınması gerekiyor. Hani haritalarda ırmakların denize döküldüğü yerlerde bir şişkinlik var ya; işte onun bir metresi için bin metre toprak taşınıyor.
Bitki örtüsüyle kaplı toprakların yüzde 4’ü ağır, yüzde 18’i hafif bozulma altındadır. Aşırı otlatma ve yanlış mera yönetimi yüzünden de toprak kaybı söz konusudur. Erozyonla mücadelede bilgi ve bilinç gelişmiş olmasına rağmen nedense yeterince uygulama alanına sokulduğu söylenemez. Erozyonla mücadele teknikleri de gelişmiştir ama bunlara hayatiyet kazandırmada insan biraz tembel ve vurdumduymaz tabiatını sürdürüyor inatla.
Bozulmuş toprakları ıslah, kenar setleri, uygun bitki örtüsü yerleştirme, uygun su yönetimi, doldurma, tesviye, taraklama, teraslama vb. teknikler erozyonla toprak kaybını önleyebilir.
Gıda üretimi için tehdit unsurlarından en başta geleni topraktır.
Toprak olmadan gıda olmaz.
Şüphesiz ileri teknoloji ile topraksız kültürle gıda üretimi günümüzde gelişmiştir. Toprak giderse gıda üretimi araçları da azalıp, tükenip gider.
Toprak hava şartlarının kayalardan kopardığı mineral parçacıklar, organik maddeler, bitkilerin ölmesi ve çürümesiyle oluşan ve içinde besleyici elementlerin çözündüğü humus, karbondioksit, oksijen ve bitki ayrışmasına yardım eden bakteriler dahil canlı organizmalardan oluşur.
Toprak azami şartlar altında her 250-1200 yılda 2,5 santimetrelik bir hızla oluşmaktadır. Toprağın tarımsal faaliyetlere uygun, üretken hale gelebilmesi için 3000 ila 12 bin yıl gelmesi gerekiyor.
Yenilenemeyen bir kaynak olan toprak bir kez yıkılıp tarumar olduğunda sonsuza kadar gitmiş kaybolmuş olmaktadır.
Toprak korkunç bir hızla bozulmakta kaybolmaktadır bugün.
Her yıl 25 milyar ton toprak yıkanıp gitmektedir. Akarsulara karışan toprak oradan okyanuslara akıp gitmektedir.
7 milyon hektar işlenmiş toprak bozulmaktadır her geçen yıl…
900 milyon hektardan fazla arazisi ise üretkenliğini düşürmektedir, yani hafif bozulmaya maruz kalmaktadır.
Bu topraklar ıslah edilmezse hafif bozulma ağır bozulmaya dönüşecektir.
1992 yılındaki FAO raporuna göre önümüzdeki 20 yıl içinde 140 milyon hektar verimli toprak alanı tarımsal değerini kaybedecektir.
Bugün bu süre dolmuştur. Tehdit zannedilenin üstündedir.
Dünyadaki toprak erozyonunun yüzde 35’i aşırı otlatma, meraların ıslah edilmemesi sorunuyla olmaktadır. Türkiye’de ise yaygın erozyon su erozyonudur.
Hayvan sürülerinin sürekli basmasıyla toprak sıkışmakta ve nem tutma kapasitesi azalmaktadır.
Toprağın yanlış sürülmesi de toprak kaybına sebep olmaktadır.
Toprağın kötü kullanılması toprak hasarının yüzde 27sini ortaya çıkarmaktadır.
Toprak sıkıştığında üretkenliğini geri kazanmak çok zor olmaktadır.
Rüzgâr erozyonu da bir başka faktör. O da bazı iklimlerde şiddetli olmaktadır.
Toprak verimliliği toprağın üretkenlik kabiliyetidir. Bitki büyümesini engelleyebilecek zehirli maddelerin bulunmadığı bir ortam olmalı toprak. Bitki büyümesi ve çoğalması için gerekli maddeleri bulabilmeli toprakta.
İnsan kırdan kente göçtüğünde betonlaşmamalıdır.
Kırda toprağa yakın olan insan kentte de toprağa yakın olmalıdır.
Belki de şehirde yaşamayı unutan çağdaş kent insanına şehir nedir, şehir kimliği nedir hatırlatmak icap eder. Nazım Hikmet “şehir anamızın yüzüne benzer” dediğinde herhalde çağdaş kenti kastetmemiştir. Şehir gerçekten anamıza benzer. İkisini hatırlarız içimizi ısıtan yüzleriyle uzak duyarlardayken..
Cumbalı evleri, masum sokakları, merhabalarıyla, komşuluk ilişkileriyle, cami mihverli medeniyeti ile şehir elbette anamıza benzer. Fakat bu kentler bu beton yapılar, bu yıkıcı yollar, bu yeşil-toprak ve su düşmanı betonlaşmalar, tokiler, AVM’ler kentsel dönüşüm talanlarıyla bozulan şehir kime benziyor?
Şehir ve çevre artık birbirinin mütemmimidir. Onları ayırmak su ve toprağı ayırmak gibidir.
KİM Kİ SUYUN TOPRAĞIN AŞKINA MANİ OLUR; O ZALİMLERDENDİR
İki apartman arasını bile betonla, asfaltla dolduran rantiye, suyun toprakla buluşmasını önlemekte, suyun yeraltındaki akiferlere süzülerek yeniden bereket halinde doğayı bütünlemesini önlemekte; suyun sel olarak şehirleri tahrip etmesinin yolunu açmaktadır. Su, toprakla buluşması önlenince şiddetini artırmakta, yer yer zaman zaman afetlere yol açmaktadır. Ama bu afet insanın bizzat tertiplediği bir şeydir ve böylece ölen insanların katili yaratıcı ya da doğa değil, yine insanın kendisidir.
Kırlarda milyonlarca insan topraksızdır. Topraksız ya da yeterli toprağa sahip değil.
Kimi de her ikisinin dışında toprak güvensizliği altında tutunmaya çalışmaktadır. Tutunmaya ve kadim mesleğini çiftçiliği sürdürmeye…
Tarımdaki nüfus fakir nüfusun çoğunluğunu temsil etmeye devam etmektedir. Yeterli toprağa sahip olamayan, ya da toprak güvenliği olmayan çiftçilerin dışında bir de tarımda çalışan nüfusun, kiracılık ve ortakçılık ile tarımsal faaliyet sürdürenlerin problemleri dikkat çekmektedir.
Düşük ücretlerle çiftliklerde çalışan kiralık nasırlı eller geleceğe dair ümitlerini tamamen yitirmiş sadece çaresizliğin izini sürmektedirler.
Topraktan kısa vadede daha çok kazanma hırsı ya da çaresizliği –bilinçsizliği de diyebiliriz- nadasa bırakma, ikileme, üçleme gibi teknikleri yeni öğrenen insanlığın kadim zamanlarından beri toprak ile tarım ilişkisinde başlıca sorunlardan birini teşkil etmeye devam ediyor.
Sürdürülebilir(sustainable) bir ziraat yerine kısa vadede ne koparabilirse ona yönelmek bugün de önemli problemlerin başında gelmektedir.
Gıda güvenliği günümüzün öne çıkmış kavramlarından.
Gıda güvenliği genellikle gıda sanayi sorunu gibi algılanıyor. Gıdaların fabrikasyon üretimi, ambalaj teknikleri, gıda katkı oranları, gıda güvenliğinin temel fasılları gibi biliniyor.
Gıda güvenliği de aslında toprak güvenliğidir. Toprak olmasa gıda da olmaz.
Yoksulluk, açlık, yetersiz beslenme, göç, savaşlar, sömürü, bütün bunların kaynağına baktığımızda toprak meselesinin her zaman dikkat çekici biçimde belirleyici olduğunu görürüz.
Yoksulluk, sömürü, savaş, açlık, yetersiz beslenme, göç olgusunun çevresel etkisi daha yıkıcı sonuçlara götürebilmektedir.
Mesela yetersiz toprak yüzünden ormanların talan edilmesi ve tarla açmalar tarımı daha olumsuz etkilemektedir. Tropikal bölgelerde, yağmur ormanlarında yaşayan insanların kerestecilerin yıkıp tahrip ettiği azalttığı ormanları bir de tarıma açmaları ve ormanın geri dönmemesi ilk yıllarda ekinlerin boy vermesini sağlayabilir, tarımsal faaliyet zavallı köylüye bir şeyler kazandırabilir. Ama uzun vadede ormanların tahribi bölgedeki toprakların da giderek verimsizleşmesine neden olur.
Kimyasallar verimi artırmak için devreye sokulur, esas bakım unsurları feda edilir, toprak küser, verimsizleşir. Bir daha da geri gelmez. Toprak elimizden, ayaklarımızın altından kayar gider de bir daha geleceğini ümit etmek bile insanın aklına gelmez. Hele hele toprağın kendisine ihanet ettiğini sanan insan daha da hırçınlaşır ve tahripkârlığı artar. Dostunu satar. Vatanını satar.
http://m.gazetevahdet.com/topraga-bas-deli-gonul-topraga-4972yy.htm