Töreli Türk Edebiyatı Bizim Neyimiz Olur?

Bizim Türk Medeniyetini Doğu ve Batı medeniyeti dışında tuttuğumuzu anlayamayan mahfiller var.
Neden tutmayalım ki?
En başta ontolojik mayasında atlı ve sınıfsız bir toplum yapısına sahip olan bir medeniyetin milli ve manevi birikimini kültür kelimesine hapsedebilir miyiz?
İslâmcı mahfillerin Türkçülüğe karşı Ümmetçi tavrına karşılık Ziya Gökalp’i amiyane tabirle iplemediklerini anlayabiliriz. Ancak onun kurulan yeni cumhuriyette devletin inanç ve medeniyet birikimini temsil edecek kelimenin “kültür” kelimesinden ziyade tam ismini koymasa da ontolojik kabul olarak Töre tecrübesine bağlaması önemsiz midir?
Doğu’dan yahut Batı’dan kavram alırken, alınan o kavramın dünyadaki ve bizdeki yolculuğunu irdeleyen kaç münevver var? Bugün mağazadan bir gömlek alırken dahî üzerine uyup uymayacağını merak eden insan nedense aynı merakı fikrÎ zeminde düşünmüyor, irdelemiyor.
Bugün çok açık yüreklilikle söyleyebiliriz ki nasıl dünyada Doğu ve Batı Medeniyeti dışında kendine özgü orijinal Türk Medeniyeti varsa, onun maddî ve manevi birikimini temsil eden Töreli Türk Edebiyatı, Kültür ve düşünce târihi de vardır.
Töre töre deyip duruyorsunuz amma bize bir metin de sunamıyorsunuz diyenlere elbette söyleyecek çok sözümüz var. Türk Medeniyet birikiminin kültür değil de Töre kelimesi ile ifade edilmesi elbette onun atlı, sınıfsız ve toprak mülkiyetinin olmadığı, sınıfsal zulmün olmadığı bir varlık anlayışından kaynaklandığını anlamak neden zor olsun?
Atlı ve sınıfsız bir toplumu ekip dikmekle ifade edilen kültür kelimesinin sınıflı ve köleci ontik toprağına uyarlayamazsınız. Ziya Gökalp’in Doğu ve Batı kültürünü temsil eden bu kavramın çıktığı yolculukta bizdeki durağının ekip dikmekle değil “çift sürmek” üzerinden yürünebileceği bir vakıa. Toprak mülkiyetini ve sınıfsal toplumsal yapıyı kabul etmeyen yine at’a vurgu çabası hiç şüphe yok ki kendi yerimizi belirlerken çıkılan bir iz.
Bugün dahî kadim ontolojik kabullerimizden yola çıkarsak çok açıklıkla diyebiliriz ki; evet varlık âleminde bizi ifade eden, temsil eden tek kavram var; orijinal Töremiz. Bu sebepten edebiyatımız da Töreli Türk Edebiyatı, Töreli Musîki vs dememizde hiçbir beis yoktur.
Belki farkında değildik ancak medeniyetimizin tabiatı gereği maddî ve manevi birikimimizi temsil eden kavram TÖRE’dir.
Açıkçası Kutadgu Bilig kitabı ile hemhal olmadan evvelki entelektüel dünyamın ne kadar kısır olduğunu kendi adıma söyleyebilirim.
İslâmcı mahfiller darılmasın lâkin neden olmasın ki?
İdeolojinin dahî kırıntısının kalmadığı seksen ve doksan kuşağının çocuğu sonra da genci olarak bize sunduğunuz fikir toprağı ortada. Kutadgu Bilig’deki kavram analizlerini anlamadan önce kendimizi ifade edecek bir kavramsal modelimizin olmadığının dahî farkında değildim.
Bize sunduğunuz bu kendine ait olmayan ama alabildiğine dindar çölde yaşarken karşıma çıkan yeni kavramların beni mutlu ettiğini mi sanıyorsunuz? Bu kadar kolay mıydı âdet olduğu üzre kendimi ve İslam adına dinciliğimi kutsamak varken düşünmeyi, kendimi sorgulamayı seçmek?
Hem de yeniden doğmuş ve yeni Müslüman olmuş gibi baştan aşağı her şeyi sorgulamak hiç de kolay değildi.
Her fırsatta ırkçılıkla suçladığınız bu fakireyi tenkid yerine bir kere de kendi keyfinizi kaçırıp neden siyasete hapsedilmiş din ve düşüncemizle ülkede ve dünyada neler olduğunu bir türlü anlayamadığınızı fark etmeyişinize şaşıyorum.
Türk düşünürleri dışında Afrika, Arap ve Ortadoğulu düşünürlerin dağ gibi tercümelerini okudunuz okuttunuz da ne oldu? Bu tercümelerin Türk kültür ve düşünce târihine katkısı ne olmuştur?
Ben ortada kocaman bir hiç görüyorum. Kutadgu Bilig eserini anlamaya başladığımda dedim ki; biz kendimizi tanımıyoruz ve bilmiyoruz!
Son yirmi senesi Emevi Abbasî düşmanlığı, Selçuklu ve Osmanlıyı uyduruk bir güneydoğu şivesi ile mütemadiyen kılıçla doğrayan bir kavim durumuna düşürmediniz mi? O koca Selçuklu ve Osmanlı ki kılıçtan önce kalemi, savaştan önce merhameti seçmiş bir milletti. Bursa’yı kanla değil, aşkla fethetmişti. İznik’te yeşeren akıl, Süleyman Paşa Medresesi, ilk müderrisi Davud el Kayserî hiçbir vakit tercüme ve anlama alanınıza girmedi.
Oysa Davud el- Kayserî’den evvel hocası Sadreddin Konevî’yi tanımak gerekirdi. Bursa’da kristalleşen o akıl Koca Naib’den Kadızâde Rûmî’den, Molla Fenârî’den Ali Kuşçu’ya geçmemiş mi idi?
Oradan gökleri seven sultana Uluğ Bey’e oradan Kuşçu torunu Mîrim Çelebi’ye ve Fâtih’in davetiyle Sahn-ı Seman medresesine akmamış mıydı? Tam iki yüz bin bilgin kervanıyla İslâmbol’a akan Fetih Rönesans’ı neden çekici gelmez bizim İslâmcımıza…
Tarihi reddederek, on bin yıllık Töre medeniyetinin üzerinde tepinerek daha mı az mes’uliyet hissedecektiniz? Zaten her şey çok kolay size… Arap sevginiz Hazreti Peygamberimize olan nispet sebebiyle olsa sevinecektim ancak siz gün gelir Emevî’yi beğenmez, gün gelir Abbasilere bir sebepten düşman olursunuz.
Bir Emevî Camiinin mimarisi dahî siyaset dışında ilginizi çekmez!
Farkında mısınız bilmem bize mukaddes İslam diye dayattığınız konuları doğduğumdan beri bu ülkede din âlimleri değil, kitap imal eden hidayet yazarlarınız, her konuda bilgisi olan gazetecileriniz, uzmanlarınız, yarı aydınlık ve çoğunlukla da baygınlıkla gezen kaygısız yazarlarınız anlatıyor. Şu yüzyılda tanıdığım bir âlim yok ne yazık ki.. Olsa da saklanmışlar neredeler bilmiyoruz.
Arap hayranlığı dışında bir gün de çocuklarınızı fizik, kimya, matematik, okçuluk, tezhip, çini, minyatür derslerine teşvik ettiğinizi görmedim. Batı kültürüyle yetişen gençlere tepki gösteren birçok ilahiyatçının Arapça bilmemesi, ekranlarda âyetleri yüzünden bile okuyamaması sizce tuhaf değil mi?
Belki abarttığımı düşünenler, haksızlık yaptığı söyleyenler olacaktır. Ancak bendeniz bu ülkenin İslâmcısından gerçekten bıktım. Okyanus içinde damla misali kalmış gerçek mütefekkirlerle ve vatanseverlerle avunmak da istemiyorum.
Kırk yıldır kitapçı raflarını süsleyen şimdi sahafların okunmayan, atsan atılmaz, satsan satılmaz kısmında birikmiş onca tercümeler, Mevdudiler, Şeriatiler, Nasrlar bu ülkenin medeniyet, sosyal hayat ve fikir toprağına ne kattı? Küçümsediğimden demiyorum. Beğeniyorum ve saygı da duyuyorum.
Ancak benim gibi şanslılar dışında neden Müslüman Türk çocuğu Yusuf Has Hacip’i, Kut ve Töre’yi, Yahya Kemâl’i, dâhi müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’ı, Ahmed Zihnî Efendi’yi tanımıyor. Tanısa da eserlerini anlayamıyor, neden? Hiç soruyor musnuz kendinize?
İşte kendinize bu sualleri sorduğunuz vakit anlayacaksınız Törelilerin medeniyetini. Töreli Edebiyat ve musiki nedir, insanlık tarihi kadar o kadim yol ve yolculuğa çıkacaksınız.
Biz hakikatiz!
Neden gömdüğünüz o kumdan kafanızı çıkarıp kendinize ait bilginin peşine düşmeyi denemiyorsunuz?
Kadirşinaslıkla efendim.
Yazar
Saliha MALHUN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen