Mehmet MAKSUDOĞLU
Totaliter rejimin okullarında okuyup, üniversite bitirenlere “aydın” demek ne kadar doğrudur? Hitler Almanya’sındaki, Stalin Rusya’sındaki, Mussolini İtalya’sındaki, Franko İspanya’sındaki, Kuzey Kore Diktatörü Kim Jong’un ülkesindeki okullarda okuyup üniversite bitirenler nasıl “aydın tipi” ortaya koymuştur? Bu tiplerin ufku ne kadardır? Dünyaya gözünü açtığı ülkedeki ‘böyle, totaliter’ rejimlerin okullarında ‘imâl edilen’ bu aydın tipi, ne kadar özgürce düşünebilir? Rejimin ‘doğru’larının, ‘ilke’lerinin dışında bir gerçek bulunabileceğini hayâl edebilir mi?
Hitler Almanyası’nda yetişen aydın, ‘Hitlerci’, Stalin Rusyası’nda yetişen aydın, ‘Stalinci’ değil miydi?
Bizim ülkemizde de yirminci yüzyılda totaliter rejimin hüküm sürdüğü yıllarda yetişenler ve onların, kendileriyle aynı çizgide yetiştirdikleri, o yüzyılda yazılan kitaplar doğrultusunda kafa yapısı oluşturulanlar, hâlâ, ‘aydın’ tipini temsil etmiyor mu?
Türk târihi, Felsefe Profesörü Saygıdeğer Teoman Duralı’nın ifâde ettiği gibi, ‘bir ırkın târihi’ değil, ‘bir dâvânın’ târihidir; ne ilgi çekici, ne kadar çarpıcıdır ki, bu gerçeği, bir târihçi değil, bir felsefe öğretim üyesi farkedip dile getirmektedir.
Türkler, İslâm’dan önce de varlık göstermişler, dürüstlük, kahramanlık, zayıfa yardım, zâlime haddini bildirme gibi erdemli özellikleriyle göz doldurmuşlardır. Türklerin İslâm’a girişi, târihin en büyük, en mühim olaylarından biridir. İslâm da, onların kimliklerin korumasında başlıca etken olmuştur. Bunun en canlı delîli, bunun kaskatı gerçek olduğunun isbâtı, Bulgar Türkleri’nin durumudur.
Arapça kaynaklarda Sakaalibe sözüyle belirtilen Bulgar Türkleri, 922yılında Yaltavar oğluAlmışHân çağında İslâm’a girdiler; İbn Fadlan Seyâhatnâmesi bunu anlatır. Bulgar Türkleri’nin günümüzde Tataristan denilen ülkede yaşayanları, 1552de Kazan Hanlığı’nın Korkunç İvan tarafından yıkılmasından sonra da Türklüklerini korumuşlardır ve Türkçenin kuzey lehçesini konuşmaktadırlar; oda için bülme, kapı için eşik, örümcek ağı için örmücek oyası, mide iç aşkazan, pazartesi için başgündemektedirler; anadili, kişinin kökenini, soyunu gösterir.
Bulgar Türkleri’nin Tuna boylarında yerleşenleri ise, Pars Hân zamânında, 864 yılında Hristiyanlığa girdiler, Pars Hân, Boris Hânoldu. Bu Türkler, Slavlarla karıştılar, dilleri slavlaştı bugünkü Bulgarlar meydana geldi. Bulgarcada, İslâmöncesi Türkçeden kalma birkaç yüz kelime söz konusudur. Bulgar musikisini dinlemekten hoşlanırız; arada ortak bir ‘şey’ olmalı. Ama, onlarla, acı hâtıralarımız da vardır. Balkan savaşlarının ilkinde Edirne’yi işgal ettiklerinde yaptıkları, kullandıkları, üzerinde haç bulunan kapı, Edirne’de görülebilir.
Evet, Türk târihi, bir ırkın değil, bir dâvânın târihidir ve İslâmı yüzyıllarca şerefle temsîl ettikten sonra, emperyalizmle dünyâyı sömürüp şişen, güçlenen, sanayi devrimleriyle daha da azgınlaşan Avrupa karşısında yenildik ve onların zorlamasıyla, dâvâmızdan vaz geçirildik; 1839, 1856, 1876, 1909 …, târihimizdeki kırılma noktalarıdır.
Bunun devâmı ve sonucu olan günümüz durumununfarkında olan, bu durumun doğru, normal bir vetirenin (sürecin) sonucu olmadığını gören, bu durumu kabullenmediğini belirtmek üzere fes giyen merhumMehmed Şevki Eygi, bir kısım ‘aydın’ tarafından ‘gerici’ olarak nitelendi.
Gelin de hatırlamayın: Stadda, diyelim ki 5 turluk bir koşu yapılıyor. İyi yetişmiş iki koşucu; bir sporcu gibi değil de, herkes gibi, kendini günlük akışın içine koyuvermiş, kendini geliştirmemiş birçok koşucudan önce iki turu tamalamış, üçüncü turu koşuyor ve görünüşte, daha ilk turu koşan sürü hâlindeki koşucuların gerisinde görülüyor.
Bunların hangisi İLERİDE?
Acıklı ve komik bir durum:
Gerçekte geride kalmış olanlar, kendilerinden çok daha gelişmiş, iyi yetişmiş olanları, geride kalmakla suçluyorlar ve pek de yadırganmıyonlar (Gerçek aydınlar, işin farkında!).
18 Temmuz 2019