Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahne’nin Dışındakiler Romanında Anlatılan İstanbul’da ki Aydın Tiplemesi ve Anadolu Halkı

Milletleri millet yapan ve içerisinde bulundukları devletin özünü kaybetmeden devamlılığını sağlayan en önemli unsurlar milli değerlerdir. Milli değerler, sadece bir toplumun karakteristik yapılarını belirlemekle kalmaz, o toplumun dinamizmini sağlayan inanç ve heyecanı da verirler. Bu değerler kendilerini o toplumun fertlerine kabul ettirdikleri, bir diğer ifadeyle bir “milli şuur” oluşturabildikleri takdirde ortaya bir “millet” çıkmış olur.

Toplum içerisindeki her fertte milli şuurun oluşmasını, bu milli şuur ile de devletlerini ve varoluş davalarını ilgilendiren konularda kollektif hareket etmelerini sağlayan milli değerler, başlıca, bayrak, din, dil, milli edebiyat sanat, töre, ahlak, tarih şuuru ve geleneklerdir. Hakan Poyraz (2012), bu değerleri şu şekilde tanımlamıştır: ‘’O değerler milletini kimliklediği, içinde mimariden sosyal hayata kadar toplumu biçimlendirdiği, dini, ahlaki, estetik ve bilgisel değerlerdir.’’ Toplumun bu değerler ile olan ilişkisini Muhittin Bilge (2011) de şu şekilde açıklamaktadır:  ‘’Toplumsal olgular ile toplumsal gruplar ve o grupları oluşturan bireylerin düşünce, inanç, kültür ve davranışları arasında sıkı bir bağ vardır.’’ Bu nedenle, toplumu ve içerinde bulunduğu bireyleri anlamak ancak milli değerleri anlamak ile mümkün olabilmektedir. Yani, millet kavramı, bir değerler sistemi içerisinde bütünlüklü anlamına kavuşmaktadır (Poyraz, 2012).

Eğer millet devletler oluşturabilmişse, bir devletin varouş sürecinden beri kurumsal yapılanmaların oluşmasında da bu değerler belirleyici olmakta, böylece devletin kimlik yapısını da belirlemekte ve devletin sürekliliğinin, bağımsızlığının sağlanması için toplumun vatanseverliğinin, devletine bağlılığının ve istiklal inancının devam etmesinde de rol oynamaktadırlar.

Bir devletin ve içerisinde bulunan toplumun bu değerlerinin zedelendirilmesi veya bu değerlerden mahrum bırakılması durumunda devlet ve milletin yaşayabileceği sorunlar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahne’nin Dışındakiler isimli eserinde Türk milli mücadelesi ve işgal yıllarındaki İstanbul üzerinden çok güzel tiplemelerle anlatılmaktadır.

Tanpınar’ın bu romanı, milli mücadeleye doğrudan değil ama dolaylı bir bakıştır (Çetin, 2007, s.23). Romanda, Anadolu’da milli değerlerine bağlı olan ve milli mücadeleyi veren genel olarak yoksul ve eğitim düzeyi düşük vatansever topluma karşın, işgal halinde olan başkent İstanbul’da yaşayan kozmopolit  aydın, siyasetçi diğer bir deyiş ile ‘okumuş’ bireylerin hayatları ağırlıklı olarak anlatılmaktadır. Yani roman, dönemin İstanbul’u ve aydınları üzerinde durmaktadır.

Sahne’nin Dışındakiler, milli değerlerinden kopuk, Batı’yı ve Batı’nın değerlerini örnek almış olan, o zamanlar Batıcı olarak tanımlanan İstanbul’daki okumuş üst sınıftan kişilerin yaşantıları ile Anadolu’da vatansever ve geleneklerine bağlı Türk toplumunun yaşantısından örnekler vererek milli değerlerin istiklal ve özgürlük için toplumsal davranışları nasıl da şekillendirdiğini anlatmaktadır. Böylece roman,  özdeğerlerin insan ve toplum yapısındaki ve zihniyetindeki etkilerinin irdelenmesi bakımından yol gösterici bir eserdir niteliğine bürünmektedir.

Bu nedenle, yazımda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanında değindiği Batı değerlerini örnek alan ve hayatlarını o değerleri temele alarak düzenleyen İstanbul aydınları ile geleneklerine bağlı kalmış Anadolu toplumunun karşılaştırılması üzerinden ilerleyerek toplumlarda milli değerlerin önemine ve yitirilmesi durumunda o toplumların ve devletlerin karşılaşabileceği sorunlara değineceğim.

Bir Devlete Ait Milli Değerler ve Önemi

Devletler ve içerisinde barındırdıkları toplumlar varoluşlarından bu yana belirli bir kültüre ve bu kültürden türeyen milli değerlere sahiplerdir. Devletin ve toplumun karakterinin oluşumunda kültürün yanısıra bu değerlerin de önemli rolü bulunmaktadır. Ayrıca, toplumdaki her ferdin içinde bulunduğu topluma ve devlete bağlılığının sağlanmasında ve devletine karşı sorumluluk bilincine sahip olmasında milli değerler gereklidir.

Ziya Gökalp’in de düşüncelerinde iredelediği üzere, ferdin kültüre, dine ve millete olan bağlılığı devlete olan bağlılığından daha güçlü, daha derin ve daha sürekli görülmektedir (Tokluoğlu, 2013, s.114). Yani dönemde hakim olan devlet yapısından ziyade geçmişten beri olagelmiş olgulara-değerlere  olan bağlılık ve değerler toplumun temelinde daha önemlidir. Dolayısıyla, toplumlar uzun süre yaşayabilmek için bireylerine kendi değerlerini aktarmak, aktarılanlar da bu değerleri geliştirmek durumundadırlar (Özkan, 2011, s.3).

Bir cemiyetin değerleri, bir arada yaşayan insanların muhtelif problemlerine karşı denedikleri çözüm yollarını da oluştururlar (Güngör, 1976, s.35). Çünkü, diğer bir deyiş ile,  toplumun milli değerleri zaman içerisinde karşılaştıkları olaylara karşı kollektif hareket edişleri ile meydana gelir. Bu bağlamda, milli değerler, ait oldukları toplumun bir olay veya olgu karşısında birlikte hareket edebilmesinde de önemli bir yere sahiptir. İşte bu durumun en önemli örneklerinden birisi milli değerlere ve kültüre bağlılığı açık şekilde yansıtan Anadolu milli mücadelesidir. Anadolu’da verilen milli mücadele, aynı zamanda, milli değerlerine bağlı olan ve o değerler eğitimi ile yetişmiş olan toplum bu milli değerleri oluşturmasının yanı sıra bu değerlerin korunmasına dair sorumluluk bilincine karşılık gelir.

Tanpınar’ın da romanında bahsettiği gibi, Anadolu’daki Türk milli mücadelesi İstanbul’da değil, temel olarak Anadolu’da gerçekleşmiştir. Bunun esas nedeni, yukarıda da değinildiği gibi, Anadolu toplumunun öz değerlerine, kozmopolit yapıdaki İstanbul’da yaşayan toplumdan daha sıkı bağlı kalmayı başarabilmiş olmasıdır. Anadolu’da yaşayanlar milli değerlerine ve kültürlerine bağlı, kendi kültür ve medeniyetlerine inanan ve güvenen, yabancıyı ve tabii Batı’yı “gavur” tanımlamasıyla beğenmeyen ve hatta aşağı gören bir anlayışa sahipken, İstanbul’daki Batıcı aydın, tam tersine, kendi milli değerlerini geri kalmışlığın nedeni olmakla suçlayan, onları ortadan kaldırarak Batılı değerlerin gelmesini isteyen bir zihniyete ve tavra sahiptir. O, Batı karşısında ezik ve aşağı bir durumdadır, ancak Batılı zihniyetine ve tavrına sahip olabilirse yükselecektir. Hal böyle olunca, işgal ile zaten Batıcı aydının istediği Batılılaşma fiilen olmaktadır. Batıcı aydına göre bu duruma karşı çıkmaya, yani bir bağımsızlık ve özgülük mücadelesine girmeye ne gerek vardır ?

İşte Anadolu köylüsündeki ve okumuş yazmışındaki ortak bu bilinç ve sorumluluğun temeli, milli değerlerin fertlere vermiş olduğu milli şuurdur. Milli değerlerin yitirilmesi ya da bu değerlerin belirli nedenlerden dolayı zarar görmesi gerek devleti gerekse de ait olduğu toplumun gerilemesine hatta çökmesine dahi neden olabilmektedir. Batıcı aydınlar farklı düşünseler de bu duruma en tipik örnek Osmanlı Devletinin çöküş ve işgal yıllarında yaşananlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanında da bahsettiği üzere milli değerlerini yitirmiş, Batı tavır ve ahlakını örnek almış olan aydın grup; işgalleri kabullenmiş, milli mücadeleyi ise uzaktan izlemekle yetinmiştir. Tanpınar’ın romanında bu durum romanın baş kahramanı olan Cemal ve çevresi üzerinden şu şekilde anlatılmaktadır:

“Bir imparatorluk hatta bir siyasi heyet nedir ? Bunu o yıllarda, etrafımdaki hadiseler üzerinde vuzuhla düşündükçe hissettim. Fakat her zaman bu vuzuhu kendimde bulamıyordum. Etrafımda iyi kötü hayat türlü çehreleriyle devam ediyordu. Ben, bütün arkadaşlarım, herkes günün şartları için de olsa bile yine herzamanki gibi yaşıyorduk.(s.244)”

Romandaki alıntıda bahsi geçen bu durum İstanbul toplumu içerisinde yaşanmaktadır. Bu bağlamda görülmektedir ki, milli değerlerinden yoksun yetimiş toplumlar devletlerine bağlılık ve toplumlarının varoluşu gibi konularda ne birlikte ne de ferdi olarak hareket edememekte kendilerini günlük yaşantılarından alıkoyamamaktadırlar. Çünkü, milli değerlerin kaybedilmesi, fertlerin milli şuurlarının oluşamamasına ve aidiyet duygularını yitirmelerine neden olmaktadır. Bu durumlar da ferdi olarak kimliksizleşmeye, toplumu yozlaşmaya, devleti de çöküşe sürükleyebilmektedir.

Sahne’nin Dışındakiler’de Anlatılan ve Tarihte de Bahsi Geçen İstanbul’daki Aydın Kesim

Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahne’nin Dışındakiler isimli romanında esas olarak, işgal sırasında İstanbul’da yaşamış olan aydın sınıfın yaşantısına değinmiş, işgal ve milli mücadele yıllarını bu çevredeki olaylar üzerinden aktarmaya çalışmıştır. Onun tanıttığı aydın çevre, Osmanlı’nın çöküş yılları temel alındığında tarih sahnesinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü, gerek politik çevre içerisinde olanları itibariyle gerekse de gazete, dergi, okul gibi eğitici ve haber aktarıcı kurumlarda çalışmaları, kısacası toplumun entelektüel kimliğini oluşturmaları itibariyle aydınlar aslında toplumunun yeniden şekillenebilmesinde aydın çevre çok etkili rol alma potansiyeline sahiptir ve almaktadır. 

Fakat, Tanpınar’ın romanında görüleceği üzere bu kesim halktan uzak kalmış, Batılı olma arzusunun ve heyecanının onlara verdiği pek te ne olduğu belli olmayan değerler ile yaşamlarını şekillendirmiş, halka ait olanları ise bayağı kabul etmiş, bu nedenle ne Batılı ne de kendi olabilmiş, sonuçta da kkendi milletlerinin varoluş, özgülük ve bağımsızlık mücadelesi olan milli mücadele konusunda sessiz kalmışlardır. Erol Güngör (1976), Anadolu’daki halk ile İstanbul aydınının bu şekilde zıt düşmesini şu şekilde analiz etmektedir:

“Bizde münevver kültürünün halk kültüründen ayrı bir istikamette gelişmesinin başlıca sebeblerinden biri, Batı medeniyetinin iki zümre arasında birbirine eşit olmayan bir tesir yaratmasıdır. Bu tıpkı bir düşman hücumunun ön saftakiler arasında daha büyük şaşkınlık ve perişanlık yaratmasına karşılık cephe gerisindekilere en az tesir etmesi gibidir (s. 36)”.

Bu nedenle, Batı medeniyetinin kültürü ile temasa geçmiş olan aydın kesimin Anadolu’da öz değerleri ile yaşayan ve Batı ile İstanbul’daki aydın topluma nazaran daha az temasta olan Anadolu halkına göre farklı bir zihniyete sahip olması konusuna bir diğer aydınlatıcı yaklaşımı Kemal Karpat’ın (1962) görüşlerinde bulabiliriz:

“Bir yanda ilerici düşünceleri olup, gelenekleri hiçe sayan aydınlar var. Bunlar gerek yaşamada, gerek düşünmede bütün bütüne yenileşme istemektedirler. Karşılarında ise yenileşmenin yalnız maddi yanlarını alıp, kendi İslam gelenekleri dışında bulundurdukları dinsel ve kültürel yanlarını istemeyen bir çoğunluk varıdır (s. 23)”.

Tanpınar Sahne’nin Dışındakiler’de bu aydın kesimin kendi ferdi hayatları ve eğlencelerine, milli davalarından daha düşkün olduklarını, cemiyetin kadınlarının ve erkeklerinin yaşantıları üzerinden farklı bir şekilde de betimlemiştir. İstanbul’a gerçekleşen Beyaz Rus göçünden sonra, Batıcı aydınlarımızın erkeklerinin Rus kadınlarına olan ilgisi, Rus kadınların çarşaf giymeyi reddetmesi, bir çok alanda aktif olabilme ve geleneksel zorunluluklardan kurtulma adına kadınlar cemiyeti kurmaları, gazetelerde yazılar yazmaları, hatta Sabiha karakterinin batılı bir tiyatro oyununda oynamak için çabalamasına gösterilen hayranlık örnek anlatımlardır. Bu örneklere bakıldığında, Batıcı aydınların yaşantısında milli değerlere ait neredeyse hiç bir şey bulunmamaktadır.

Bir diğer önemli nokta ise, yukarıda da pratik anlamda değindiğimiz şekilde, romanda ve tarihte bahsi geçen bu aydınların milli mücadeleye katılmamalarının yanısıra işgalleri ve manda yönetimini neredeyse kabullenmiş olmalarıdır. Yani, Türkiye için meselenin en korkunç tarafı aydınların uzun yıllar içinde bu kültürel esareti iyice benimseyerek, tıpkı yüzyıllarca sömürge idaresi altında yaşamış gibi düşünmeye ve davranmaya alışmış olmasıdır (Güngör, 1976. s. 37).

Tarihimizin en önemli dönüm anlarının birisinde, İsanbul’da yaşamış olan bu aydın kesim hakkında bahsettiklerim doğrultusunda şu sonuca varmak mümkündür. Gerek şehrin kozmopolit yapısı nedeniyle Batı kültürüne ve ahlakına ait bir çok olguyu içinde barındırması, gerekse de Batı ile olan temaslar sonucu oluşan kültürel etkilenim, kültürel dönüşüm, o sıralarda Anadolu’da varlığını güçlü bir şekilde devam ettiren milli – öz değerlerden uzaklaştırmış bir Batıcı aydın tiplemesinin oluşmasına yol açmıştır.

Erol Güngör’ün deyimi ile “ilerici” olarak adlandırılan aydınlar Avrupa’yı körü körüne taklit etmiştir. Bu nedenle de bizdeki modernleşme hareketleri sadece taklit hareketi olmaktan öteye geçememiştir (Çelik, 2012, s. 279). Bir diğer ifadeyle cemiyet hayatının kıymet (değer) hükümlerinin sarsılması o cemiyeti ve devleti ağır bir buhrana sürüklemiştir (Doğan, 2003, s.70). 

Anadolu’daki Milli Mücadele’de Halkın Sahip Oldukları Değerler ve Bu Değerlerin Milli Mücadele Üzerindeki Etkileri

Sahne’nin Dışındakiler’de bahsi geçen milli mücadele için açık bir şekilde söylenebilir ki, bu mücadele, ardındaki milli değerler ve milli şuur ile topyekün bir halk mücadelesidir.

Bir önceki başlıkta anlatılan ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın değindiği İstanbul’da etkili olan aydınların durumuna, Devlette oluşmuş bir yönetim ve ekonomik buhrana, işgal altındaki ülke şartlarına rağmen, Anadolu’da yaşayan halk, sahip olduğu medeniyet, kültür ve inanç değerleri ve bütün bunların devam ettirilebilmesi için gerekli gördüğü milli bağımsızlık adına çok büyük bir çaba göstermiştir.

Burada öne çıkarılması gereken husus; İstanbul’daki tüm yenilik, teknoloji ve bilimden kolayca haberdar olabilen, eğitimli aydın kesim milli mücadeleye uzaktan katkı bile sağlama niyetine girmemiş ve dahası Batıyı işgalci olarak kabullenmiş iken, tüm zorlu şartlar altında medeniyetlerinin varlığını sürdürebilmesi için can feda mücadele gösteren Anadolu halkının nasıl olup ta hangi farklılıklarla bu gücü gösterebilmiş olmasıdır.  

Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, tarih ve kültür meseleleri bütünlük ve devamlılığa sahip olmalıdır. Tanzimattan sonra bu bütünlük ve devamlılık yitirilmiş ve cemiyetleri zihniyet itibari ile ikiye ayırmıştır. Bu ikilik halk ve aydınlar arasında olmuştur (Önberk, 1982, ss. 32- 33). Bu bağlamda, bu ikilikte bir grubun milli değerlerine bağlı kalıp, diğerinin değerleri yitirdiğini görmek mümkündür. Değerlerini yitiren kesim aydın kesim olurken, değerlerine bağlı kalmayı başaran kesim Anadolu halkı olmuştur ve bu bağlılık onları milli mücadele ile millet ve devletlerinin kurtuluşuna kadar götürmeyi başarmıştır.

Anadolu halkının bulunduğu coğrafya, Sahne’nin Dışındakiler’de anlatılan İstanbul’daki karmaşık yapıdan çok farklıdır. İstanbul, bir çok farklı etnik kökene ve inanca sahip toplulukları içinde barındırması bakımından kozmopolittir fakat milli mücadelenin gerçekleştiği Anadolu ağırlıklı olarak Türk ve Müslümandır. Bu iki farklı durum, içerisinde yaşayan toplumları değerler ve kültür açısından önemli bir şekilde etkilemiştir. Nurettin Topçu’ya (2015) göre, ‘’Millet ruhunu yapan değerlerdir. Değerlerin düşmesi millet ruhunu yere serer (s. 30)”. Diğer bir deyiş ile fertlerin toplum haline gelebilmesi ve birlikte hareket edebilmeleri geliştirdikleri ortak değerlere bağlılıkları ile gerçekleşebilir. Öte yandan, Anadolu halkının sahip olduğu kültürel milliyetçilik anlayışını da bu değerler üzerinden tanımlamak mümkündür. Anadolu halkının bağlı olduğu değerler alanı, inanç değerleri, kültür değerleri ve ahlak değerleridir. Anadolu’daki kültürel milliyetçilik anlayışı da Batılılaşma politikalarının karşısında durmayı sağlamıştır.

Yerli ve İslami değerlerden gücünü alan kültürel milliyetçi yaklaşım, Anadolucu Milliyetçiliktir olarak ta tanımlanmıştır (Alver, 2006, s. 22). Tabi olarak Anadolu coğrafyasında Batılı değerler ve ahlakına benzer yaşam tarzı etkili olarak gerçekleşmemiştir.

Sonuç

Sahne’nin Dışındakiler isimli romanında Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul’daki aydınların yaşantısı ve İstanbul’un işgal döneminde şehirde yaşanan olaylar üzerinden İşgal yıllarını ve dolaylı da olsa Anadolu’da gerçekleşen milli mücadeleyi o yıllardaki toplumsal yapımız, aydınların durumları açısından anlatmış, oradaki mücadele halindeki halk ile İstanbul’da günlük hayatlarına olağan şekilde devam eden aydınları karşılaştırarak “milli değerlerin” tarih boyunca millet ve devletlerdeki önemlerine değinmiştir. Milli değerlerden yoksun aydının milli mücadele, dolayısıyla milleti ve tarihi karşısındaki durumunu Tanpınar romanındaki başkarakter Cemal’in ı şu sözleri çok güzel betimlemektedir:

 ‘’Çok uzaklarda belki aç ve çıplak dövüşen kardeşlerim var. Kimi ölüyor kimi yaralanıyor. Fakat onlara gitmem için sadece dağları denizleri aşmak kafi mi ? Kendimden sıyrılmam lazım. İçimden bir şeyleri asmam lazım. Onlar gibi açlığın ve çıplaklığın içinde ümit kaftanlarını giymem lazım. Bir de kendime herkesi tercih etmem lazım. Biliyorum ki gidemeyeceğim, çünkü ben hayata çok yaldızlı bir mazi aynasından bakıyorum (s.278)”.

Ayrıca, Zeynep Çeliğ’in (1998), ‘’sosyal ve ekonomik yönleriyle ithal edilen Batılı çehre, azınlığın kucakladığı değerler, o denli yerleşmişti ki İstanbul’u ikili bir kente çevirmişti” tanımı ile de İstanbul ve toplumunun durumunu açıkça anlatacak bir özet değerlendirme mümkündür.  

İşte bu bağlamda, Anadolu halkını İstanbul’da Batı değerlerini benimseyerek yaşayan, ahlak değerlerini ve eğitimini dine değil akıl ve Batı kaynaklı pedagojiye dayandırılması gerektiğini savunan (Yazıbaşı, 2014, s. 134)  aydından ayıran temel nokta milli değerler olmuştur.

Milli değerlerine bağlı kalabilmiş olan Anadolu halkı, aydınlarının önemli kısmını oluşturan İstanbul’daki Batıcı aydınlara rağmen, kendini anlayan ve yaşayan bir küçük grup aydın önderliğinde var oluş mücadelesini gerçekleştirmiş ve İşgal altındaki bir milleti ve vatanı bu milli mücadele ile kurtarmış, topraklarını yeniden vatanlaştırmış, yeni bir devlet kurulmasının da yolunu açmıştır.

Tanpınar’ın da romanında anlattığı İstanbul aydınları gibi milli değerler bakımından zayıf kalmış cemiyetler milli hususlarda pasif kalmakta ve kurtuluşu başka milletlerin ahlak ve değerlerinde aramaktadır. Ancak, milli değerlerine bağlı kalabilmeyi başarmış cemiyetler milli hususlarda kolektif şekilde hareket ederek tarihin, kültürün, inançların ve değerlerin, böylece milletinin, vatanının ve devletinin varoluşunun sürekliliğini sağlamayı başarmaktadır.

KAYNAKLAR

Alver, K. (2006, Nisan) ‘’Anadoluculuk ve Nurettin Topçu’’ Hece Dergisi 21-27, 109

Bilge, M. (2011, Mart) ‘’Nurettin Topçu ve Medeniyete Milli Bir Alan Açma Çabası Olarak Anadoluca Medeniyet Perspektifi’’. Gazi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 167-182, 13/2.

Çelik, F. (2012, Yaz). ‘’ Türk Batıcılığının Milliyetçi-Muhafazakârlık Üzerinden Tenkidi: Erol Güngör Örneği’’. Bilig Dergisi, 269-294, 62.

Çelik, Z. (1998). 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul. İstanbul: Numune Matbaacılık 

Çetin, N. (2011, Kasım). ‘’Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler Adlı Romanında Mlli Mücadele’nin Yansıtılması’’. Türkçe Bakış Dergisi, 44

Doğan, M. (2003). Dil Kültür Yabancılaşma. İstanbul: Birlik Yayınları

Güngör, E. (1976). Türk Kültürü ve Milliyetçilik. İstanbul: Ötüken Yayınları

Karpat, K (1962). Türk Edebiyatında Sosyal Konular. İstanbul: Varlık Yayınları

Önberk, N. (1982) ‘’Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler Romanlarında Milli Kültür Meselelerine Bakış’’. Taha Toros Arşivi, 189-203. Dosya No:40.

Özkan, R. (2011, Bahar). ‘’Toplumsal Yapı Değerler ve Eğitim İlişkisi’’. Kastamonu Üniversitesi Kastamonu  Eğitim Dergisi 333-344,19(1).

Poyraz, H. (2012, Mart). ‘’Milliyetçiliğin Değerleri / Değerler Milliyetçiliği’’. Türk Yurdu Dergisi, 25-26 ,  295

Tokluoğlu, C. (2013, Mart). ‘’ Ziya Gökalp ve Türkçülük’’. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 113-139, 68.

Topçu, N. (1970). Türkiye’nin Maarif Davası. İstanbul: Hareket Yayınları

Yazıbaşı, M (2014). ‘’II. Meşrutiyet Dönemi Batıcılık Akımının Ahlak Anlayışının Değerlendirilmesi’’. Journal of The Human & Social Science Researches, 117, 3.

 

Yazar
Melike METİNTAŞ

Şehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Lisans eğitimi, Sabancı Üniversitesi Avrupa Birliği İlişkileri Yüksek Lisans eğitimi Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi İlgi alanları:... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen