Değişen Dünyada Avrupa Birliği, Sorunlar ve Yapılması Gereken Reformlar

Melike METİNTAŞ
 
Küreselleşen Dünya’da tüm ülkeleri ilgilendiren iki temel gelişme varlığını sürdürmektedir. Bunlar mikro – milliyetçilik ile gelen parçalanma hareketleri ve tam aksine bölgesel birleşme hareketleridir.[1] Kuşkusuz ki tarihteki bölgesel birleşme hareketleri arasında en başarılı ve etkili olan örgüt Avrupa Birliğidir. Temelleri 1951 yılında atılan, öncelikli hedefi ekonomik işbirliği olan örgüt çeşitli antlaşmalar, reformlar ve isim değişiklikleri ile bünyesine siyasi ve hukuki fonksiyonları da dahil ederek Avrupa kıtasında etkinliğini genişletmiştir. Günümüzde çoğu Avrupa ülkesi bu örgüte üyedir. Avrupa Birliği’nin kuruluşu ve gelişimi başarılı olmuş, üye ülkeleri kendi hukuki ve siyasi fonksiyonlarına itaate kabul ettirmiştir. Ancak yakın tarihe kadar başarılı ve etkili kabul edilen bu örgüt günümüzde ciddi sosyo-politik sorunlar yaşamaktadır, bu durumda ister istemez dünya kamuoyuna yansımaktadır.

Reform hareketleri, genellikle işlevlerinde başarısız olan kurumlar ve rejimler üzerinde yapılır. Bu bağlamda, Avrupa birliği kuruluş gayesi ve işlevlerinde sorun yaşayan bir kurum olarak bazı temel reformlara artık ihtiyaç duymaktadır. Son yıllarda uluslararası örgütlerin başarı ölçeği baz alınarak incelendiğinde, Avrupa Birliği’nin bazı sorunlarla karşılaştığı ve kurumun yeniden yapılandırılması gerektiği üzerinde ciddi şekilde durulmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Birliğinin üç temel sorunu ve bu sorunların çözüme kavuşturulması için yapılması gereken olası reformlar üç başlık halinde toplanabilir.

İlk olarak, başta da belirtildiği gibi, ekonomik ve ticari amaçlarla kurulan Avrupa Birliği, ekonomik kalkınmanın sağlanmasıyla zamanla siyasi hedeflerini de gün yüzüne çıkarmaya başlamıştır. Belirleyici politik faktörleri örgüt içine dahil etmek, 1987’de yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi ile kabul edilmiştir. Bu antlaşmanın ilkelerine dayanarak, Avrupa Birliği üye ülkeler ile birlikte, çıkarlarıyla örtüşen ortak mevzuat oluşturarak politik faaliyetlere de başlamıştır. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin iç işlerine bile müdahale etmenin yolunu açan bu mevzuat Avrupa Parlamentosu tarafından yayımlanan hukuksal metinlerle uygulamaya konulmaya başlanmıştır.

Zamanla, en önemli sorun, ülkeler üzerinde dayatılan kurallar olmuştur. Avrupa Birliği tarafından üye devletlere dayatılan bu zorlayıcı kurallar (normlar), ülkelerin ekonomik, hukuki ve siyasi yapılarına zaman zaman ciddi boyutlara ulaşan zararlar vermiştir. Örneğin, Avrupa Birliği yasalarının uygulandığı üye ülkelerde bu yasaların yerel mevzuattan üstün hale gelmesi, bir çok üye ülkede iç işlerine müdehale olarak görülmeye başlanmıştır. Bunun en önemli örneği Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar veren Birleşik Krallık’tır. İngiltere’nin ayrılmasının ana nedenlerden birisi, sorunlarını Avrupa Birliği yasaları dışında çözmek ve Avrupa Birliği’nin dayattığı normlardan kurtulma arzusudur.

Konu ettiğimiz yukarıdaki problemin çözülebilmesi için gereken reformist önerilerin şunlar olduğu belirtilmektedir: Avrupa Birliği kanunlarında bir miktar esneklik yaratmak, Avrupa Birliği, üye ülkeleri ile bazı yapıcı antlaşmalar ekleyerek bazı ülkelerin çıkarlarını daha açık bir şekilde ele almak, bazı durumlarda üye ülkelerin yerel yasaları Avrupa Birliği normlarına ve kanunlarına göre önceliklendirilmektir. Bu reformlar yapıldığı takdirde, üye ülkeler Avrupa Birliği’nin normlarının yaratmış olduğu hukuki ve siyasi baskının üstlerinden kalktığının bilincinde olarak örgüte dahil olucaklar ve gelişmelerine sorunsuz devam edebileceklerdir.

Reform gereken ikinci sorun Avrupa Birliğinde serbest dolaşım hakkının uygulanması ile ortaya çıkmıştır. Serbest dolaşımı düzenleyen antlaşmanın (TFEU ​​antlaşması) 26. Maddesine göre, üye ülkeler aralarında malların, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşım hakkına sahiplerdir.[2] Burada, Avrupa Birliği’ndeki bireylerin serbest dolaşım hakkı dört kategoriye ayrılmıştır. Bu kategoriler işçiler, serbest meslek sahipleri, kamu hizmeti sunanlar ve diğerleridir. Serbest dolaşımda, en büyük sorun, menşei ülkeler açısından işçilerdir. Üye ülkelerin ekonomileri ve refah seviyeleri eşit olmadığından, her ülke işçiler için aynı talebi görmemektedir. İşçiler, düşük gelirli ülkelerden ziyade gelişmiş ve yüksek gelirli ülkelere gitmeyi talep etmektedir. Öte yandan, düşük gelirli ülkeler yüksek gelirli ülkelerden daha fazla işçi gücüne ihtiyaç duymaktadır. Göç alan gelişmiş ülkelerde, ucuz işgücü, yerel ekonomik sorunlar yaratmaktadır. İyi ekonomilere sahip ülkeler aşırı iş göçü aldığında, bu ülkenin yerel işçi kesimi işsizlik ve ekonomik sorunlar ile karşılaşmaktadır. Yerel halkın memnuniyetsizliği, demokratik seçimlerde ve siyasi eylemlerde iktidara zarar verebilmektedir.

Serbest dolaşım konusunda yapılması gereken reform çalışmaları, serbest dolaşımla ilgili bazı kısıtlamalar getirmek üzerine odaklanmalıdır. Ekonomik açıdan az gelişmiş ülkelerden alınan göçmenlerin gelişmiş ülkelere transferinin sınırlanması gerekmektedir. Bu kısıtlama, gelişmiş ülkelerin yerel, yasal normları tarafından sağlanmalıdır. Ayrıca, ekonomik açıdan az gelişmiş ülkelere daha fazla yatırım yapılmalı, sendikalaşmaya gidilmeli ve üye devletlerin refahının arttırılması için iş gücü göçü bu temelde engellenmelidir. Bu reformlar sayesinde, Avrupa Birliği’nden ayrılmak isteyen ülkelerin ayrılmasını önlemek ve örgütü güçlendirmek mümkün olacaktır.

Reform gereken üçüncü sorun Avrupa Birliği’nin etki alanıdır. Avrupa Birliği, kuruluşundan bu yana, bölgesel bir örgüt olarak faaliyet göstermiş, bölgesel ülkelerden üyelikleri kabul etmiş ve bölgesel çıkarları gütmüştür. Bununla birlikte, Avrupa’daki tüm ülkeler İngiltere ve Almanya gibi köklü ve büyük güçler olarakkabul edilmemektedir. Bu bağlamda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan küçük devletler ile son zamanlarda Avrupa Birliği’ne üye olan Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler, örgütlenmeyi güçlendirmek yerine zayıflatmıştır. Günümüzün uluslararası konjonktürü göz önüne alındığında, daha gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, Avrupa’daki zayıf ülkelerden başka kıtalarda oldukları bilinmektedir. Bu ülkelere önemli bir örnek olarak Türkiye gösterilebilir. Günümüzde Türkiye, Avrupa kıtasında yer olan ufak ve az gelişmiş bir çok ülkeye göre üstün konumdadır. Birliğin bölge dışındaki ülkelerle yapacağı stratejik ittifaklar, Avrupa Birliği’nin hem ekonomik gelişimi hem de prestiji açısından güçlü hale gelmesini sağlayacaktır. Örneğin, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi ya da kabul edilmese bile, Türkiye’ye ayrıcalıklı bir statü verilmesi, gelişmekte olan bu ülkenin ekonomi ve coğrafi konum açısından Birliğe büyük güç verecektir. Ayrıca, bu reformla Avrupa Birliği Orta Doğu’dan gelen göçmenleri kontrol edebilecek. Türkiye’nin konumunu göz önüne alarak, Avrupa Birliği’nin nüfuz merkezi gelişecek ve bölgesel bir güç halinden küresel bir güç haline gelecektir. Böylece, Avrupa Birliği’nin itibarı artacak ve kararları küresel ölçekte kabul görücektir.  

Sonuç olarak, konu ettiğimiz reformlar Avrupa Birliği’nin gelişmesine, güçlenmesine ve yararlılığının artmasına teknik açılardan yardımcı olacaktır. Ancak, bu reformları Avrupa Birliği’nin mevcut yasal yapısıyla yapmak kolay değildir. En önemli sorun Avrupa Birliği’nin kurucu antlaşmalarının ve birincil kaynaklarının içerikleridir. Örneğin, Avrupa Birliği yasalarının öncelikli bir yasaya dönüştürülmesi yükümlülüğü önemli bir kuraldır. Ve bu değişim sadece üye ülkelerin fikir birliğiyle örgüt içinde yapılabilir. Diğer reformların gerçekleştirilmesi bu kanunların değiştirilmesi ile gerçekleşebilmektedir. Yapılacak reformlar radikal reformlardır. Bu bağlamda, süreç, müzakereler ve ortak fikir birliği kolay olmayacaktır.

Avrupa Birliği her ne kadar ekonomik bir topluluk olarak kurulmuş ve siyasi olarak şekillenmiş olsa da kuruluş felsefesinde bir ortak millet ve ortak Hristiyan birliği oluşturma temel amacı vardır. Kuruluşundan beri yaşanan uluslararası konjonktüre ve Avrupa halklarının kültürel değişimlerine bakıldığında bu ortak millet ve Hristiyan birliği dinamizmleri, aslında hayal olarak kalmaya mahkum görünmektedir. Çünkü, her Avrupa birliği üyesi ülke milliyetçilik olgusuna, milli ve tarihi farklılıklara önem vermektedir. Bu bağlamda en belirgin örnek yine İngiltere üzerinden verilebilir. Her ne kadar İngiltere, örgütten çıkma gerekçesini siyasi ve ekonomik nedenlere bağlasa da, İngiltere Avrupa Birliğinin kuruluş felsefesinde yatan tek millet ve tek din amacına doğru birliğin zorlandığını sezmiş, kendi öz kökenlerinden gelen emperyal kültürün ve tarih bilincinin bu felsefe ile zedelenebileceğinin bilincinde olarak , konu ettiğimiz bu felsefi hedefi -şu an hayal olarak kabul edilse bile-  riskli kabul edip, birlikten çıkma kararı almıştır. Görüldüğü üzere, Avrupa Birliği teknik sorunlarının yanı sıra oluşumunda güttüğü bu felsefe ile uluslararası konjonktür ve milli kültürel dinamizmlere ayak uyduramadığı için gerilemektedir. Bu nedenle, yukarıda belirtilen teknik reformların yanı sıra, belki de daha önemli olarak  kültürel ve felsefi reformlara da ihtiyaç göstermektedir.
 
DİPNOTLAR
[1] Mor, H. (2016, Şubat) Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci ve Sorunları Gazi Üniversitesi Hukuk Dergisi. s.14
[2] Davies, K.(2011). Understanding European Union Law. Routlege: New York p. 139
Yazar
Melike METİNTAŞ

Şehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Lisans eğitimi, Sabancı Üniversitesi Avrupa Birliği İlişkileri Yüksek Lisans eğitimi Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi İlgi alanları:... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen