Ülkücülüğün-Farklı-Yorumları-ve-BBP

 
Semih GÖNÜL[1]

  Elimdeki kitabı okuduktan sonra gördüm ki kelimelere yüklenen anlamlar onların farklı bir yönüne vurgu yapmaya başlıyor. Ülkücülük bu kelimelerden biri. Ömer Umur’un Türk Siyasi Tarihinde Büyük Birlik Partisi adlı kitabını okurken kapıldım bu fikre. Benim zihnimdeki ülkücülük nasıl bir ülkücülük ve bunun farklı versiyonları var mı bir bakalım.

    Her kalem sahibinin iradesi ve zihnindeki özgürlüğün nişanesi mürekkep olup düşer kâğıda. Ne mürekkebi ne de kâğıdı ayırabilirsiniz yazardan. İsmiyle müsemma derler eskiler. O yüzden mürekkep ve kâğıt kardeş olur yazarın gönlünde. İçinde ne varsa dışına da o yansır. Tarafsız olmak için gönlünüze söz geçirmeyi öğrenmeniz gerekir kaldı ki gönlü bir aşka tutulanın ondan vazgeçmesini beklemek kayıkla okyanusu geçeceğine inanmak gibi bir şey. Ömer Umur da gemisinin kaptan köşkünden denizi seyreden bir yolcu gibi yolu da belli yönü de. Satırlar ilerledikçe yazarın yorumlarından anlıyoruz ki Büyük Birlik adını verdikleri geminin içindeyken yüreği tespih çeker, fikriyle zikri bir olup dillerden dökülür. Bu sebeple âşığa maşuku sorulmaz, niçin sevdin niye sevdin diye. Sevmiştir bir kere.  Nasıl sevmiş, gönlüne nasıl düşmüş ona bakmalı diyerek aldık elimize kalemimizi arşınladık sayfaları, daldığımız derinliklerden topladığımız ganimetleri çıkarıp bıraktık sahile. Dert kime nasipse derman da onun olur elbet. Dilden dökülen sözler karşıdakinin yüreğine çarpıp geri döndüğünde gönüllerde bir tat bırakıyorsa ok hedefe varmış demektir.

   Usta okçuların aldıkları isabet yayın girişini çekerken belli olur. Geriden başlar ileriyi görmek için. Büyük Birlik de geleneksel bir yapıdan doğmuştur o halde kapısı çalınacak evlerin birden fazla olmasına şaşırmamalı. Yazarda misafir olmaya çoktan razıdır. Kapıları birer ikişer gezerken bir sofrada bulduklarını başka bir sofrada tekrar görür olmuş. Pişirilen aş aynı kullanılan kaşık aynı. Farklı olan şey yiğidin yoğurt yiyişi. Alperenler ülkücülerin bir alt başlığıdır ya da değildir dersek her ikisi de uzun soluklu tartışmaların başlangıcı olur. ‘‘Yeni Oluşum’’ un durduğu noktayla MHP’nin durduğu nokta arasındaki mesafe farkını hesaplamak için çok yüksek bir matematik bilgisine gerek yok. ‘‘BBP aynı görüşe sahip ve içerisinden çıktığı MHP mensupları gibi ülkücü olmasına rağmen MHP içerisinden doğan başka bir siyasal akımdır.’’[i] Anlaşılacağı üzere her ikisi de kendisini ülkücü olarak gören, kimine göre diğeri kopmak zorunda kaldıkları yuvaları, kimileri içinse fikir ayrılıklarıyla çizgiden sapan kardeşleri olarak algılanan iki akım. Kardeş tabirini kullanmamdaki sebebe gelince aynı ana ve babadan doğanlar doğa kanunları gereği kardeştirler. Bu iki partinin de çıkış noktası ve gelişimlerini uzun uzun anlatmaya kalkarsak geleceğimiz nokta bellidir.

   MHP nasıl MHP olduğunu öğrenmek isteyenlerin çok partili siyasete geçtiğimiz DP’den başlayarak MP’nin CKMP’ne giden yolu takip etmesi gerekecektir. Aralarda kısa süreli olarak durak değişiklikleri yaşansa da okuyucunun esas konudan sapmaması için ayrıntılara girilmemesi, varış noktasına gelene kadar geçilen her durağa bir selam verilip merak uyandıracak yerde tekrar hareket edilmesi siyasetle ilgilenen okuyucuları kamçılayacak bir tavır. Neden ve nasıl sorularıyla zihnin harekete geçirilmesinin ardından ‘‘Kaptan BBP’ de inecek var’’ cümlesi bir siteme dönüştürmemek önemliydi. Sağlam adımlarla ufak ufak değinilen konular bir bütünlük içinde verilirken asıl konudan sapmak okuyucuyu kaybetmek anlamına geleceği için direksiyonu çabuk toparlayan Ömer Umur güzergahı şaşırmadan yoluna devam ediyor. Görüyorsunuz ki aynı otomobilde de olsanız ineceğiniz durak geldiğinde yerinizi bir başkası doldurabiliyor. Siyaset arenası boşluğu kabul etmez, biri giderse mutlaka gelen biri de bulunur. Yol uzun ve dikenli fikir mücadelesi kıran kırana. Direksiyona geçen diğerlerini istediği limana götürmek istiyor, karşı çıkan olursa biletleri yanar. Artık yeni bir biletle yeni bir otomobille yola devam etmeleri gerekir ve bu da milliyetçi camiada ilk büyük kırılmayı beraberinde getirir: Adana Kongresi. Adana Kongresi’ni bir kılık değiştirme olarak düşünebiliriz.  Daha fazla kişi tarafından tanınmak istiyorsanız ortama uyum sağlarsınız, şekil vermek istediğiniz toplumun bir parçası olduğunuzu hissettirmeniz gerekir. Bunun da sonucu dönüşümdür. Kadir Kaan Güler  dönüşümü biraz daha geriden başlatarak şöyle ifade ediyor: ‘‘ Ziya Gökalp duygusal bağlamda ortaya çıkan Türk milliyetçiliğini sistemleştirmiş, İttihat ve Terakki bu sistemi pratiğe dökmüş, Mustafa Kemal pratikte uygulama olarak gördüğü Türk milliyetçiliği fikrini büsbütün olarak devletin temeli haline getirmiş, Hüseyin Nihal Atsız Türk milliyetçiliğinin gerektiğinde devlete rağmen de yapılabileceği olgusunu aksiyoner olarak ortaya koymuş, Alparslan Türkeş ise yıllardır aydınlar eliyle dillendirilmiş olan Türk milliyetçiliği fikrini halka indirgeyebilmiştir.’’[ii] Anlaşılacağı üzerine dönüşümün temelini halkın özümseyebileceği bir şekle büründürmek olarak görmek yanlış olmayacaktır. Parti içinde oluşan iki kanat Türkçü ve İslamcı kadroların birbiriyle olan fikri ayrılıkları zamanla ayrılıklara sebep olmuş. Tabana yayılan milliyetçilik yelpazesinde Ahmet Arvasî, Necip Fazıl, Nurettin Topçu gibi muhafazakâr görüşlü aydınların katılımıyla bir genişleme olmuş ve partinin tanınırlığıyla oy oranı paralel olarak artmıştır. Takip edilen bu çizgiye siyasî bir hamle olarak ilerleyen tarihlerde RP, MÇP ve IDP üçlü ittifakını da eklersek meclisteki koltuk sayısı ve elde edilen güç artmış lâkin bu birleşme uzun ömürlü olmamıştır. Muhsin Yazıcıoğlu’nun buradaki tavrı ileride yaşanılacak fikri ayrılıkların ilk sinyalini vermesi açısından önem arz etmektedir. ‘‘ İttifak çalışmaları sırasında Muhsin Yazıcıoğlu bu ittifakın sadece seçim odaklı olmasının ittifakı amacına ulaştıramayacağını ve kısa sürede dağılacağını belirtmişti.’’[iii] Bu ifade açıkça belli ediyor ki İslâmı öne çıkaran kanadın lideri olarak sivrilen Yazıcıoğlu’nun görüşleriyle Alparslan Türkeş’in görüşlerindeki ayrılık giderek artmaya başlamıştır. Burada akıllara gelen ilk sual Yazıcıoğlu’nun RP gibi bir ideolojik çizgiye mi kaydığıdır. Tam olarak böyle bir şeyi söylemenin doğru olmadığını belirtmek gerekir. Yaşanan gelişmeleri milliyetçi bir partide İslamî söylemlerin ön plana çıkartılmasını istemek olarak yorumlayabiliriz. 

   Fikir ayrılıklarının farkında olunduğunda bunları birbirinden tamamen kopmuş insanlar olarak algılayıp birinin diğerini ötekileştirdiğini söylemek yangına körükle gitmek gibi bölünmenin şiddetini artırır. Önemli olan bütün fikrî ayrılıklara rağmen günü geldiğinde dayanışmalı hareket etmektir. Milliyetçi bir partide ortak yüksek kültürdeki din birliğine atıf yaparak İslamî söylemlerin bulunmasını istemek tamamen İslamcı bir çizgiye kayıldığını gösterir mi tartışmalı bir konudur. İlerleyen süreçte bu açmazı liderlerin ağzından dinlediğimizde bunun bir istekten öte tercih halini aldığını görüyoruz ki asıl kopmanın burada başladığı aşikârdır. Türkeş, daha Türkçü bir çizgide yer alırken İslâm’ı dışlamadıklarını, partisinin böyle bir davayı benimsemediğini söylediğinde Yazıcıoğlu’nun cevabı zihinlerdeki ayrılığın çoktan gerçekleştiğini anlatır. ‘‘İslam birliği diye bir davamız yoktur diyen birisi benim liderim olamaz. Dokuz Işık’a gelince bizi zaten hiç bağlamamıştı. Bizim milliyetçilik anlayışımız Allah Resulünün ‘Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz’ ölçüsünün dışına çıkmaz.’’ [iv] Din eksenli bir milliyetçilik anlayışına baktığımızda bunun Osmanlıdaki millet sistemiyle aynı olduğunu görürüz. Oysa milliyetçilikte din sadece bir bağdır. Milletin tamamını kapsayan bir milliyetçilik anlayışında aynı dine inanmayan ama aynı soydan gelen ve diğer bağlarla kendisini Türklük şuurunda bulanlar da Türk’tür. Anlaşılacağı üzere milletini seven herkes milliyetçidir tarzındaki bir görüş doğru olmaz. Bu görüşü savunanlar olsa olsa milletsever olurlar. Milliyetçilikte kendi milletini diğer milletlerden ayrı görmek ve onun şartlarını iyileştirmek yatar. Bu da bir tercih meselesidir. Bir örnekle açıklayarak daha kalıcı olmasını sağlayalım. Savaş zamanında orduya katılmak yerine kendi ailesini korumak için evinde kalmayı tercih eden biri bireycidir, biri Türk diğeri Türk olmayan iki Müslüman milletin savaştığı bir ortamda Türk devletinden yana tercihini belirten bir Türk isen bu senin milliyetçi olduğunu gösterir. Milletinin çıkarlarını bireyin ya da ümmetin çıkarlarına tercih etmek milliyetçiliktir de diyebiliriz. Bu bağlamdan baktığımızda Muhsin Yazıcıoğlu’nun milliyetçiliğe bakışı yukarıdaki sözde de ifade edildiği gibi din eksenlidir. Ayrıca MHP’nin kendisine has bir kurum kültürü var ve bu kültür içinde lider-doktrin-teşkilât üçlüsünün önemi inkâr edilemez. Yazıcıoğlu’nun Dokuz Işık’ı benimsemediğini söylemesi bu üçlüyü kabul etmediği anlamına gelir ki kitaptaki ülkücülük ilkesiyle de ters düşen bir yaklaşımdır. Ülkücülük kavramını temel anlamda kullandığımızda ülkücü olmak için bir partiye ihtiyaç duyulmaz bu da seni herhangi bir otoriteye bağlantılı yapmaz. Çünkü temel anlamıyla TDK Sözlüğünde, bir ülküyle belirlenmiş olan, bu ülküye çıkar gütmeden bağlı kalan yaşama biçimi ve dünya görüşü, olarak ifade ediliyor. Lâkin Dokuz Işık’ta belirtilen ülkücülük doğrudan doğruya Türk milliyetçiliğidir. ‘‘Bizim ülkümüzün hedefi Türk milletini en kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarına avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte, medeniyette yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.’’[v] BBP partisinin kurucu kadrosuna ve üyelerine baktığımızda kendilerini ülkücü olarak gördüklerini ve ülkücülüğün MHP’nin tekelinde olamayacağını belirtirler. Bu hususta hatırlatmakta fayda var. Türkeş, ülkücü MHP’de olur derken partisinin dağılmaması için bir otoriteye bağlılığı ifade ediyordu. Bu bağlılık parti ve lideredir. Alperenler ise bir duruş olarak ülkücü tavrı benimsiyorlar. Aralarındaki temel fark ülkücülük kavramına bakış açısıdır. Bu iki akımın dışında kalarak partiler ve kişiler üstü bir anlayışla Türk milliyetçiliğini esas alanların olduğunu da söylemeliyiz. Nitekim Atsız’da hem yaşantısı hem de fikirleriyle bir partiye ya da kişiye bağlı olmayan bir milliyetçilik anlayışına sahip bir ülkücü olduğunu kanıtlamıştır. Atsız’ın ülkücülüğü, ‘‘Millî üstünlük inancı, büyümek isteği, yani millî ülküdür. Millî ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir’’ [vi]sözleriyle somutlaştırılabilir.

   Yazıcıoğlu için MHP’den kopuşu hızlandıran gelişmelerin esası başlangıçtaki fikriyatın kaybolduğuna inanması ve tekrar öze dönmek gerektiğini düşünmektedir. İkinci neden ise karizmatik ve otoriter bir lider tavrının fikir ayrılıklarına sıcak bakmayışı olabilir. Yani farklı ülkücülük tanımlarını kullanmaktadırlar. Gençlik yapılanmalarını incelediğimizde Namık Kemal Zeybek’in ‘‘Alperenlik Kolay Değil’’ adlı yazısında, ‘‘Alperenler dünün ülkücüleri… Ülkücüler bugünün Alperenleridir’’[vii] ifadesinin birbiriyle aynı mayada olan fakat farklı yorumlamalarla farklı oluşumlar içerisinde bulunanların olduğunu göstermesi açısından önemli bir ifadedir.

   Yazarın eserini ortaya koyarken dönemin tanıklarından faydalandığı gibi farklı kaynakları taraması, çeşitliliği arttıran bir unsur olarak kanıtlanabilirliğe katkı sağlamıştır. Makale yazarlarının kullandığı bir dili tercih etmiş olması metinlerin türünü yansıtır. Siyaset alanına ilgi gösteren okuyucuların BBP’sini konu alan bu çalışmaya baktıklarında farklı bir açıdan yaklaşıldığını göreceklerdir. Şimdiye kadar verilen eserlerde MHP’nin gözüyle duruma bakılmış ona göre yazılmıştır. Bu çerçeve esas alındığında kendi kümesi içinde diğerlerinden farklı bilgilerin ve yorumlamaların olduğunu görmek okuyucuda farklı izlenimler oluşturabilir.

   Yazımda genel itibariyle ülkücülük kavramının farklı yorumlamalarına değinmek ve bu kavramın daha iyi anlaşılmasını sağlamak hedefiyle yola çıktığımı belirtmek isterim. MHP ve BBP gibi oluşumların dışından bakarak ülkücülüğün parti ve otoritelerin dışında Türk milliyetçiliği olarak görüyorum. Farklı oluşumlar etrafında toplanan insanlar gerektiğinde birlikte hareket edebiliyorsa bu ülkemiz için faydalı olacaktır. Türk milletine hizmet ülküsüyle yola çıkanlar Ziya Gökalp’in sözünü unutmamalıdır. Hak yok vazife var, fert yok cemiyet var.

  

  

[1] Yıldız Teknik Üniversitesi, Türkçe Öğretmenliği Bölümü Lisans Öğrencisi.

[i] Ömer UMUR, Türk Siyasi Tarihinde Büyük Birlik Partisi, Ankara 2017, s.45.

[ii] Kadir Kaan GÜLER, Alparslan Türkeş Türk Milliyetçiliği Fikri ve CKMP, Ankara 2017, s.11.

[iii] Umur,2017 s.71

[iv] Umur, 2017 s.77

[v] Alparslan TÜRKEŞ, Millî Doktrin Dokuz Işık, İstanbul 2013, s.119.

[vi] Hüseyin Nihal Atsız, Türk Ülküsü, İstanbul 2015, s.16.

[vii] Umur,2017 s.294

Yazar
Semih GÖNÜL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen