Kaybolan Hazine

Nüfus, belirli bir zamanda sınırları tanımlı bir bölgede yaşayan insan sayısıdır. Yaş, cinsiyet gibi muhtelif alanlara göre kategorilenmektedir. Bu kategoriler de kendi içlerinde dallara ayrılmaktadır. Misâl, devlet politikalarında önemli bir yere sahip olan nüfusun yaşa göre düzenlenmesi muhtelif yaş aralıklarına göre dallara ayrılır. Bunlardan 6-24 yaş arası olan gruba ‘‘genç nüfus’’ denilmektedir.

Genç nüfus halihazırda gelişmiş ülkelerin artırmaya çalıştığı bir yaş aralığıdır. Ülkemizse diğer devletlere nazaran oranı fazla bir genç nüfusa sahip olması sebebiyle şanslıdır çünkü milletlerin istikbali ‘‘gençliktedir’’. Tabii genç nüfusun oranı kadar nitelikli bir gençlikte çok önemlidir. Çünkü gençlik; içinde niteliğine göre hazine, niteliğine göre bataklık ihtiva eden bir sahadır.

Gençliğin nitelikli veya Atsız hocanın nitelendirdiği gibi:

‘‘Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.’’[1] olduğu zaman nasıl bir etkisinin olduğunu, neleri sağlayabileceğini tarihimizde görüyoruz:

‘‘Nesl-i müstakbel temiz olsun; miskinliği günah, faaliyeti ibadet bilsin’’[2] diyen, Türk Ocakları’nı ve akabinde milli devletin kurulmasını sağlayan 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, Cihan devletine ulaşan bir beyliği kuran Osman Bey ve yoldaşları, Tanpınar’ın bahsettiği:

‘‘On üç yaşında henüz çıraklığa giren bir çocukta bile az zamanda nefsine güven başlar, el emeğine dayanan bir hayatın mesuliyet fikrinin insanoğlunu nasıl yükselttiği görülürmüş.’’[3] Nevzat Köseoğlu büyüğümüzün yaşadığı, bir arkadaşıyla seyahati sırasında arkadaşının nar satıcısı bir çocukla şakalaşması sonrası çocuğun:

‘‘biz ülkücüyüz ağabey, yalan söylemeyiz’’ demesi yazdıklarımdan farklı değildir. Verdiğim örneklerin, nitelikli gençliğin oluşmasını kişinin kendisiyle bütünleşmesi, değerleriyle harmanlanması, yaşamının milleti için, millete göre oluşması ve milleti tarafından oluşturulmasıdır.

Peki ya şimdi? Gençliğimiz gerçekten bir hazineyi mi ihtiva ediyor? Kendi değerlerinden uzak, gözü dışarıda olan, nüfus olarak da hayli yüksek bir orana sahip bir gençlik maalesef ki üstümüze bir çığ gibi geliyor. Asker millet olarak anılan bir millete mensup olan, asker ocağına ‘‘peygamber ocağı’’ diyen kültürle mayalanması gereken birçok erkek bedelli askerliği gözü kırpmadan kabul etmiştir. On beş yaşlarındayken düşünmeden cepheye giden bir neslin torunları mukaddeslerine karşı yapılan birçok hakarete göz yummaktadır.

Bundan daha üzücü bir şey ise farklı medeniyetlerin ve kültürlerin etkisine daha az maruz kaldığı için hâlâ kendi kültürünü yaşatması ve o kültürden beslenmiş olması beklenen, buna güvenilen taşradan okumaya gelen birçok gençse güvenilen dağlara kar yağmasını sağlamıştır. Özellikle üniversitede ve üniversiteye hazırlanan öğrencilerde bunu görmek daha kolaydır. Üniversiteye hazırlanan öğrencilerin büyük bir kısmı üniversitedeyken memleketlerindekine göre neredeyse zıt bir yaşam tarzına sahip olmaktadır.

Bizzat yaşadığım bir olaydan da bunu çıkarmak mümkündür: Cuma namazı sonrası terör örgütüne karşı yapılan operasyonlarda şehid düşen asker ve polislerimiz için gıyabi cenaze namazı kılınacaktı. Maalesef ki, Afgan bir arkadaşım namazı kıldığı hâlde bu millete mensup olan çoğunluğu taşradan gelen, İslamcısından milliyetçisine birçok arkadaşımız namazı kılmadı.

Kılık kıyafet gibi konulara girmedim, çünkü onlar sonradan da düzeltilebilir ama artık meselemiz daha büyük, kültür kaybı!

Ne yazık ki üzerimize bulaşan hastalık artık ‘‘mayamıza’’ tesir etmeye başlamıştır. Bunun önlemi alınmazsa binlerce yıllık geçmişle, tecrübeyle oluşan maya bizi batıracak, bir bataklığa dönüşecektir.

Acaba aydınlarımız bu hastalığı sahaya inmeden tedavi edebilen birer hekim veya hazinenin çıkarılmasını sağlayan birer harita olabilecek mi? Yoksa yeni hazine bulmak ile içi boş toprağı kazımak arasında gidip gelecek mi? Peki biz, hazinemiz gibi kayıp mı olacağız?

KAYNAKLAR

[1] Hüseyin Nihâl Atsız- Türk Ülküsü

[2] 190 Askeri Tıbbiyelinin mektubu

[3] A. Hamdi Tanpınar- Beş Şehir

Yazar
Eyüp Ersegun KAHRAMAN

Eyüp Ersegün Kahraman, 1996 yılı Osmaniye doğumludur. Lise, ortaokul ve ilkokul öğrenimini Osmaniye'de tamamladı. Öğrenimine Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde devam etmektedir. İlgi alanları  bilim, basketbol, tarih, edebiyat v... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen