Dersaadet’ten Güney Afrika’ya Gönderilen Sıra Dışı Bir Âlim: Ebu Bekir Efendi

Yıl; 1862. Yer; Güney Afrika. Ümit Burnu’ndaki müslüman teba dînî meselelerde ihtilâfa düşmüş; cehâlet ve kargaşa kol gezmekte. Mevcut duruma âcilen çözüm bulmak lâzım. İşte tam o günlerde, sâhip olduğu yetenekleri ve zekâsıyla mükemmel bir eğitimci olan Ebu Bekir Efendi, Dersaadet’ten Güney Afrika’ya gönderilir.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında önemli bir misyon üstlenen serhat şehrimiz Erzurum, bağrında yetiştirdiği âlimleri ile de meşhur olup, bu âlimlerin her biri yaşadıkları devirleri aydınlatan birer fanus hükmündedir. Bu aziz serhat şehrinin bağrından çıkarak üç kıtayı aşan ve sınırlarımızın dışına taşarak karanlık ve cehl ile mücadele gibi önemli bir vazîfeyi hamiyetle yerine getiren Osmanlı ulemasından Erzurumlu Ebu Bekir Efendi; eğer zamanımızda yaşasaydı profesör mevkiinde olacak bir büyük âlimimiz idi. Bu yazı, yaşadığı dönemin önemli gelişmeleri ışığında, Ebu Bekir Efendi’nin üstlendiği vazife-i seyr-ü sefer ve bu seferin sebep ve neticeleri üzerinedir.

Birçok tebliğ, köşe yazısı ve kaynakta İslâm dinini tebliğ etmek için Güney Afrika’ya gittiği zikredilen Ebu Bekir Efendi’yi incelerken o döneme ait ekonomik ve siyasi gelişmelere, 1800’li yıllardaki sömürge devletlerine ve onların esirlere karşı olan tutumlarına da bakmamız icap eder.

Ümit Burnu’ndaki Müslümanları içine düştükleri cehl ve sıkıntıdan kurtarmak, onlara unutmuş oldukları İslâmı tâlim ve tedris misyonu ile Sultan Abdülaziz tarafından vazîfelendirilen Ebu Bekir Efendi, 1861 yılında yanına Ömer Lütfü Bey’i de alarak Dersaadet’ten hareket eden Fransa vapuru ile yolculuğuna başlar. Bu vazîfelendirme, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın Osmanlı Sultan’ından yardım talebi üzerine gerçekleşir.

Zamanın ulemasından El-Hac Ebu Bekir Efendi, beraberindeki Ömer Lütfü Bey ile bir süre Londra’da konuk olduktan sonra Liverpool üzerinden tam 44 gün sürecek olan meşhur yolculuğuna başlar. İstikamet Ümit Burnu’dur.

Ömer Lütfü Bey, hem Dersaadet’ten başlayan yolculuklarını hem de Ümit Burnu’na vardıkları zaman karşılaştıkları insan manzaralarını gün be gün tuttuğu notları ile kaleme alırken, Ebubekir Efendi’nin cehâlet içinde kıvranan Müslüman ahaliye tâlim ve tedris için görevlendirildiğinden bahseder. Cehâlet bataklığına düşen üç milyon Müslümanın hangi sebeple tâlim ve tedris zaruretine düştüklerini anlamamız için 1860’lı yıllara sefer etmemiz ve hatta daha evveline giderek koloniler dönemini bilmemiz gerekir.

Güney Afrikalı Müslümanlar, Osmanlı Halifesi’nden neden bir “âlim” talep etmişlerdir?

Koloniler döneminde Güney Afrika, uzun bir süre Avrupalı devletlerin sömürgesi olmuş, en son Hollanda’nın elinden çıkarak İngiltere’nin kucağına düşmüştür. İngilizler buraya ilk geldiklerinde Hindistan’a giden güzergâh üzerinde bir kavşak olarak gördükleri “Cape of Hope”- “Ümit Burnu” nu bir kale olarak tasarlayıp askerî amaçla kullanmayı düşünürler. Ancak 1918’de İngiltere sömürge politikasına ağırlık verir.

Napolyon devrinde Fransa ile uzun süren bir savaşlar döneminden sonra İngiltere’de büyük oranda bir işsizlik ve ekonomik sıkıntı baş gösterir. Britanya’dan, sömürge ve dominyonlara insan ihraç etmek tek çıkar yol olarak görünür. Doksan bin müracaat içinden çiftçi, kâtip, öğretmen, doktor gibi farklı meslek dallarına mensup dört bin kişi seçilerek Güney Afrika’ya gönderilir.

Ülkenin yeni sahipleri olan İngilizler, Güney Afrika’ya yerleşirken burada Maley Yarımadası ve Madagaskar’dan getirilmiş köleler de vardı. Bütün bu farklı unsurlar ortak bir hayatı paylaşıyorlardı. Ümit Burnu’ndaki Müslümanlar uzun süre beraberlerinde getirdikleri sûfi ritüellerini uygulamışlardı. Hollanda egemenliği altında esir edilip işkencelere maruz kalmışlar, neticede okuldan uzak, hakîki İslâmî bilgilere yabancı, eğitimsiz ve cahil bir kitle türemişti. Hatta zaman zaman Hindu ve Müslüman ritüelleri de birbirine karışır olmuştu.

Bu zamanda Müslümanlar arasında kendini lider ilân edip halkı din adına sömüren kişiler peydâh oldu. Ömer Lütfü Bey’in aktardığına göre, Ebu Bekir Efendi gittiği bu yeni kıtada sadece talim ve tedris değil, yaygın yanlışlar ile savaşma vazifesini de üstlendi. Zira İngilizlerin köleliği yasaklamasından sonra özgür olan bu Müslümanların bir kısmı Hac için Mekke’ye gitti, Arapça öğrendi ve İslam’ı yeniden yaymak isteyen neferler olarak geri döndüler. Amma velâkin, Ömer Lütfü Bey’in naklettiğine göre bu kişilerden vazîfelerini suistimal eyleyip kendi çıkarları için kullananlar ve kendilerini imam ilân ederek mürid toplama gayretine girenler de oldu; kendi camiine kendi cemaati dışında kimseyi almamak, Ebu Bekir Efendi’yi dinlememeleri gerektiğini söylemek, zekât, fitre ve kurban bağışlarını kendilerine vermezler ise kabul olunmayacağı ve dinden çıkacaklarına varıncaya kadar bir yığın aleyhte propaganda yaptılar. Ömer Lütfü Bey Ebu Bekir Efendi’nin sahte dînî liderlere dâir söylediklerini bize şu şekilde nakleder:

“Ey benim müridlerim, sizin fıtranız ve kurban bayramında kurbanınız ve her ne sadakanız var ise cümlesini bu kitabın kavli üzere tâbî olduğunuz imama vermelisiniz. Eğer tâbî olduğunuz imamdan başkasına verirseniz and-ı hüdada kabul olmaz.”

“Ve bir kimsenin hanesinden cenaze çıkarsa vay o biçarenin hâline. Zîrâ cenaze çıkan hanenin sahibi her ne kadar fakir olsa da yine mürid olduğu imamın her ne kadar müridleri var ise cümlesini dâvet ederek yedi gün mütevaliyen it’am etdirirler idi. Artık o biçare derdüne mi yansun yoksa mürid olduğu imamın müridlerini mi at’am eylesün. Zavallı adam ali hale her gün ancak beş on guruş ekmek parası kazanup idare olunurken on bin guruş borç altına girer imiş. Ve senelerce o borcu ödeyemez imiş. Bundan sarf-ı nazar mütevaffanın fevtinin kırkıncı gün dâveti diyerek kırk gün sonra bir mükemmel dâvet daha etdirerek imam efendinin cümle müridlerini at’am ve kezalik yüzüncü gün dâveti nâmıyla yüz gün sonra bir dâvet daha ve yine cümlesi tecemmü ile atâm olunurlar. Ve andan sonra sene dâveti diyerek bir sene sonra bir ziyâfet daha keşîde etdirirler. Ve bundan sonra yedi seneye kadar be-her sene vefat etttiği günde bir ziyafet keşide etmesini ferizadan addederler. Lâkin bu dâvetlerin birincisini icrada kusur ederse ind-i Rabban’i de o müminin Müslümanlığı kabul olunmadığını ve ilelebet nâr-ı cehennemde kalacağını imam efendi müttevaffanın vasisine ifade edüp tahvir eyler idi.”

“Elhasıl bu imamlar her gün birer hanede ziyafette bulunup senede ancak üç dört kere hanesinde taam eder idi.”

“Ve yemekler bittikten sonra ortaya bir buhurdan getirip avazları çıktığı kadar Yâsin Suresi’ni, yanlış telaffuzları olduğu halde sesleri bir birine karışarak hiç bir şey anlamadan okurlar ve dört saat sonunda ekserisinin sadası kısılarak boğulma derecesine vasıl olur idi.”

Maley ve Hintli Müslümanların içine düştüğü kargaşanın boyutları; Malayi, Hindu ve Arabî tekellüm eden insanlar arasındaki, cenaze yıkanırken ayaklarından mı yoksa başından mı başlanır ihtilafından tutun da, tükürüğünü yutanın orucunun ifsâd olduğunu zannetmesi üzerine yanında tükürük hokkası taşımasına ve hatta sakal bırakanın bırakmayanı kafirlikle suçlamasına kadar uzanmaktadır. İşte Ebu Bekir Efendi, bu cehaletin giderilmesi için sadece temel farz ve vaciplerin tâlim edildiği bir mektep açılmasına da öncülük etmiştir.

İslam adına yapılan yanlışlar, kendilerini lider ilân eden imamlar ile artarak daha vahim bir hal almışken artık bu vaziyete dayanamayan Ümit Burnu’ndaki Müslüman liderler 1862 yılında bir dînî lidere ihtiyaçları olduğunu bildiren mektuplarını resmi kanaldan İngilizler’e ilettiler. Vaziyet şu idi ki yıllarca eğitim alamadıkları için Jawa dillerini de unutmuşlar, kendi kitaplarını okuyamaz hale gelmişlerdi. O vakit Müslüman ülkelerin merkezi durumunda olan Pâyitaht’tan yardım alınabileceğini bildiren mektubu İngiltere Kraliçesi’ne gönderdiler. Mesele Parlemento’ya aksetti ve Osmanlı Büyükelçisi Masurus Paşa üzerinden Osmanlı Sultanı’na arz olundu.

Heyet-i Vukela (Üst Adâlet Konseyi) aralarında yaptıkları toplantı neticesinde Güney Afrika’daki Müslümanlara sadece kaynak değil, eğitim-öğretim de verecek maaşlı bir âlimin gönderilmesi fikrini benimseyip Sultan’a bildirdi. Sultan Abdülaziz’in de onayı ile Ebu Bekir Efendi’ye ulaşıldı. 17 Mayıs 1862’de dış işleri yüksek komisyonu, derin İslâmî bilgisi, anlayış seviyesi, üstün zekâsı ve vakur tavrı ile mülâkat esnasında Sultan Abdülaziz’i etkilemiş olan Ebu Bekir Efendi’yi, 3 Eylül 1862’de yola çıkmak üzere vazîfelendirdi. Erkek kardeşinin oğlu Ömer Lütfi Efendi ile Cape Town’a giden Ebu Bekir Efendi’nin şahsiyeti ve seyahati ile ilgili malumata, Ömer Lütfi Efendi’nin “Ümitburnu Seyahatnamesi” adlı eserini okuyarak ulaşabilirsiniz.

Ebu Bekir Efendi’nin Güney Afrika’daki çalışma ve başarıları

Ümit Burnu’na ulaşan Ebu Bekir Efendi’nin oradaki Müslümanlarca ilk karşılandığında çekilen fotoğrafı, bugün kendisinden bize kalan tek hatıradır. Döneme ait yazışmalarda Ebu Bekir Efendi, din âlimi ve profesör olarak geçer. Ebu Bekir Efendi’nin misyonu bellidir, Ümit Burnu’ndaki Müslümanların birbiriyle çatışmasını önlemek ve onlara hurafelerden arınmış sahih islâmi bilgileri öğretmek! On beş bin kilometre yolu katederek kavga ortamına son vermek için bu acaip ülkeye gelen Ebubekir Efendi, bizzat oturup yazmış olduğu “Beyan ud-din” yani “Dinin Beyânı” adlı kitap ile oradaki Müslüman kitleye ulaşmayı hedeflemiştir. Zira buradaki Müslümanların eğitimden yıllarca uzak kalmaları sonucunda geliştirdikleri âdetler, tartışmaların merkezini teşkil ediyordu.

Ebu Bekir Efendi Arapça tercümanlar vasıtasıyla anlaşmışsa da kısa zamanda İngilizce ve Afrika dillerini öğrenmiş ve oradaki Müslümanların istifade etmesi için, bu dillerde kitaplar yazmıştır. Ancak Ebu Bekir Efendi’nin misyonu hiç kolay olmamıştır; karşılaştığı bu yabancı ortamdaki insanların umursamazlığı karşısında üzüntüye kapılmış ve bunu yazdığı kitaplarda Türkçe olarak da dile getirmiştir. Güçlüklerden yılmayan Ebu Bekir Efendi, kıtaya ayak bastığının on beşinci gününde “Osmanlı Okulu” adında bir okul açmış ve bu okula yirmi günde “üçyüz” öğrenci kayıt etmiştir. Bu eğitim faaliyeti çift yönlü olmuş, İslamî tedrisatla oradaki insanları eğitirken, bir yandan da kendini onları anlama yolunda eğitmiştir. Mozambik ve Maruşu’ya seyahat eden Ebu Bekir Efendi Beyan-üd dîn isimli eserinde, Mozambik’te Sultan İkinci Selim’in emriyle inşa edilen ve özel olarak Cuma hutbeleri okunup namaz kılınan bir Mimar Sinan eseri camiden bahseder. Johannesburg Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış olan Serhat Orakçı Bey’in bilimsel çalışmasında da bu camiden bahsedildiğini görüyoruz.

Ebu Bekir Efendi’ye mütteşekkir olan Cape’li Müslümanlar vaziyetten çok memnundurlar. Sultan’a bir teşekkür mektubu yazarlar. 3 Şubat 1867 tarihinde Ümit Burnu’nda ilk defa Sultan’ın doğum günü kutlanır. Camiler Osmanlı bayraklarıyla süslenmiş ve Sultan’ın adı ana camiin girişine yazılmıştır. Ayrıca Güney Afrika’da, Sultan’ın da izni ile Halifenin ismi Cuma hutbelerinde anılmaya ve yine kendisi için dualar edilmeye başlanır.

Erzurumlu Ebu Bekir Efendi Ümit Burnu’nda dünya evine de girer. İlk evliliğini Ümit Burnu’na vardıktan bir yıl sonra yapar. Henüz on beş yaşında olan Rukiye Hanım ile evlenir. İngilizce ve Arapça sözlük kullanarak anlaşmak zorunda kaldıklarından bir müddet sonra boşanırlar. İkinci evliliğini ise Kanada sahillerini keşfeden meşhur kaptan James Cook’un yeğeni Tahota Saban Cook ile yapmış ve bu izdivaçtan 5 oğlu ve bir kızı dünyaya gelmiştir. Ebu Bekir Efendi’nin 1865 doğumlu olan en büyük oğlu Ahmet Ataullah Efendi de tıpkı babası gibi zeki, çalışkan bir ademdir ve yine onun gibi ilklere adını yazdıracak çalışmaları ile târihe geçmiştir.

Güney Afrika’da kaldığı yirmi iki yıl boyunca vazîfesini üstün bir gayretle yerine getirip başarılarla taçlandıran Ebu Bekir Efendi, kırkbeş yaşında iken evinde vefat etmiştir.

Erzurumlu Ebu Bekir Efendi, bugün anavatanından çok uzaklarda, Ümit Burnu’ndaki Tana Baru Müslüman mezarlığında yatmaktadır.

(Ruhlarına El Fâtiha…)

 

Ayşe Samiha
Singapore, 15 Mayıs 2016

KAYNAKLAR

  • Ömer Lütfü Bey, Ümit Burnu Seyahatnamesi, 5 Muharrem sene 301, Türkçe’ye aktaran; Mehmet Ziya Kantaş
  • Ahmet Uçar, 140 Yıllık Miras Güney Afrika’da Osmanlılar, Tez Yayınları-İstanbul 2001
  • Serhat Orakçı, 1861-1923 arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Güney Afrika afrasında oluşan bağların târihî incelemesi, Johannesburg Üniversitesi, 2007.

 

Yazar
Ayşe SAMİHA

Türk Milleti’nin târih yolculuğundaki en önemli menzillerinden, pek çok Osmanlı Sultanı’nın Dersaadet’in fethinden sonra bile sadrına başını yaslayıp sînesinde demlenmeye devam ettiği, Koca Sinan’ın “Ustalık eserimdir” de... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen