Hüseyin Cavid

Hüseyin Cavid, Türk Dünyasının büyük yazarlarından olmuş, hayatını Türk milletine ve İslam âlemine adamıştır. Böyle muazzam bir şahsiyetin Türkiye’de tanınmaması, bilinmemesi ise ayrı bir garabet olsa gerek. Zira o lirik şiirlerin ve dram eserlerin üstatlarından biri olmuştur. Hüseyin Cavid 1900’lerde Azerbaycan’da Ali Bey Hüseyinzade ile başlayan yeni edebi akımın öncülerinden ve ana yapıtlarından olmuş bir şahsiyettir.

Hüseyin Cavid, 24 Ekim 1882 yılında Nahcivan’da dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini burada molla okulunda, orta eğitimini ise Muhammed Tağı Sıtkının Mekteb-i Terbiye isimli yeni usullu okulda almıştır. Sonrasında Tebriz Talibiye medresesinde eğitimine devam etmiştir. Hüseyin Cavid yüksek tahsilini ise İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesinde yapmıştır. İsmail Bey Gasparalı, Ali Merdan Tobçubaşı ile Türkiye’ye yaptığı seyahatlerin birinde Ali Bey Hüseyinzade aracılığı ile Rıza Tevfik ile görüşür. Bu görüşmede Gasparalı’nın ricası üzerine Azerbaycan Türkleri ve Kırım Türklerinden 14 genci Türkiye’ye getirilir. Rıza Tevfik bu gençlere kendi özel hanesinde iki sene boyunca kimseye sezdirmeden özel ders verir ve sonrasında bu gençleri kendi memleketlerine bir mürşit olarak gönderilir. İşte bu gençlerin arasında Kırımlı Bekir Çobanzade ile birlikte Hüseyin Cavid de vardır. Cavid 20 Nisan 1906’da İstanbul’a varınca akrabalarına şu mektubu yazar. ‘’Ayın yirmisinde sabahleyin vapurumuz Trabzon’a yanaştı. Sonuncu iskele ki, Anapol’dan oluşuyor. Üç saat orada bekledik. Sonra bir buçuk gün yaklaşık 36 saat yol gelip İstanbul boğazına ulaştık. Öyle ki, sübh açıldı( sabah oldu) temaşa ettik. Boğaz ne Boğaz… Allah zeval vermesin’’ . Hüseyin Cavid İstanbul’a 24 yaşında işte böyle gelmiştir. İstanbul Üniversitesinde Mehmet Akif Ersoy’dan, Halit Ziya Uşaklıgil’den, Cenap Şehabettin’den ders almıştır. Hüseyin Cavid daha İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğu yıllarında ‘’Meral’’, ‘’Afet’’, ‘’Uçurum’’ eserlerini yazmaya başlar.

Onun en büyük eserlerinden biri şüphesiz ki, ‘’İblis’’ dramıdır. Birinci dünya savaşını dolayısı ile savaşı temel konu alan bu eserin başkahramanı iblistir. Zira Hüseyin Cavid Türk milliyetçiliği yanında büyük bir beşeriyetçi idi. Bu yüzdendir ki, onun doğası savaşa, kana gözyaşına karşı idi. ‘’İblis’’ eserinde fitne çıkaran, şerre, insanları bilinmeyen bir yola, savaşa götüren ideolojilerin ne kadar yanlış olduğunu gösterir. ‘’İblis’’ dramında hakkı arayan Arif dahi iblise kanar ve aldanır. Peki, Arif bilgili ve hakkı arayan birisi olarak nasıl olur da iblise kanar? Burada sadece bilginin değil maneviyatın da önemini, Arif olmak için sadece bilginin değil maneviyatın da önemli olduğunu gösterir. Zira maneviyatı yüksek olmayan Arif de iblise kanarak kendi karısını, kardeşini öldürüyor. Eserin son kısmında insanlar iblisi kötüler ve bütün her şeye sebebinin iblis olduğunu beyan ederek onu kovarlar. İblis kendi olmasa da insanlara rehberlik edenlerin olduğunu ve bunların altın düşkünü insanların, bin tilki siyasilerin, kan ve ateş püsküren kralların olduğunu belirtir ve şunu söyler 

‘’İblis nedir? 
-Cümle İhanetlere bahis… 
Ya herkese hain olan insan nedir?                                                                                                                                      
-İblis!…. ‘’                      

İblisi yaratan insan mıydı ki, insan da kovsun? İşte asıl konu da burada. Zira Hüseyin Cavid’in asıl iblisin şer, fitne çıkaran, haksızlık yapan, sahte insanların olduğunu gösterir. Yani dünyanın bu halde olmasının sebebini göklerdeki iblis değil aramızdaki insanların olduğunu belirtmekte. Suçlu gökte değil yerde ve aramızdadır diyor. Bunların yanı sıra eserde Türklerin halini, nasıl ihanete uğradıklarını gösterir. Eserde İlhanın dili ile ‘’Şu herifler kim acaba? Söyle!’’ sorusunu soruyor ve nöbetçinin dili ile şu cevapları veriyor                                                                                                                      
‘’Şu papaz ermenidir, vaktiyle                                                                                                                              
Ermenistan’a taşırmış kurşun                                                                                                                                           
Hem de İncil diye’’                                                                                                                                    

‘’Bu, fıransız tarafından casus…                                                                                                                                                           
Arabistan’ı köpürten şu adam                                                                                                                                            
Bir Yahudi… sanırım hem de haham…                                                                              

‘’İngiliz dellalıdır, İran’da                                                                                                                                                          
Neşr-i efkar ediyormuş…’’                                                                                                                             

Hüseyin Cavid ‘’İblis’’ eserinde arapların İngilizler ile iş birliği yapıp para, elmas, altın karşılığında Türkleri nasıl sattıklarını, ermenilerin nasıl ihanet ettiklerini çok iyi bir şekilde anlatır. O yüzden ‘’İblis’’ Hüseyin Cavid’in diğer eserleri gibi tarihi ayrıntıları, gerçekleri içinde barınan büyük bir eserdir. Eserde Vasıf’ın dili ile söylenen şu sözler bana gör tüm Türk milletinin ve İslam âleminin şiarı olmalıdır.                                                                                                                                
‘’Turana kılıçtan daha keskin ulu kuvvet,                                                                                                              
Yalnız medeniyet, medeniyet, medeniyet..’’

Cavid’in yine en önemli eserlerinden biri ‘’Şeyh Senan’’ dramıdır. Eserin başkahramanı olan Senan ülkeler dolaşan, tarikatlar şeyhi olan ve ona büyük muhabbet duyan Zehra’nın aşkını karşılıksız bırakıp kendini sahralara vurup dine adayan birisidir. Onun gördüğü rüyaları, hayalleri değerlendiren Humarın babası ve derviş olan Şeyh Kebir Senanın başına geleceklerini şu şekilde beyan eder;                                                                                                                                            
Seni annen doğurdu Turan’da,                                                                                                                                      
Yaşadın bir zaman da İran’da.                                                                                                                                              
Kesbî- irfan! için, fazilet için,                                                                                                                                                  
Sonra İran’ı terk edip geldin,                                                                                                                                              
Arabistan’ı ihtiyar ettin!,                                                                                                                                                  
Gene iken kesb-i iştihar ettin.                                                                                                                                      
Lakin en son yerin zeki Senan,                                                                                                                                
Olacak son nefeste Gürcistan,                                                                                                                                              
Kapılıp hisse, olmasan gümrah,                                                                                                                                          
Olacak makberin ziyaretgâh.                                                                                                            

Yine Senan gibi lakin kendisini kiliseye kapatıp bütün dünya zevklerinden uzak durup dine hizmet etmek isteyen Humarı vardır. Cavid işte bu iki genci Kafkaslarda/ Gürcistan’da/ Kür boylarında bir araya getirir. Fanatik din adamı, dünyanın zevklerinden kaçmaya çalışan kendini tarikatına, müritlerine adamak isteyen bir adam burada gerçek aşkı, muhabbeti bulur. Bu aşk, muhabbet ona sahte fanatikliğin ne kadar boş olduğunu gösterir. Bu büyük aşkı bulan Şeyh kendi müritlerine dönerek                                                                                                   
‘’işte men naili-vüsal oldum,                                                              

Aradım nuri-hakkı ta buldum.
Gediniz gerçi hile, ya tezvir                                                                                                                                            
Sizce hoş… Bence aşk yüksektir!…’’ der

Hüseyin Cavid bu eserde sadece İslam dinini değil aynı zamanda Hristiyan dinini fanatikçe yaşayanları da eleştirir. Şeyh Senan’a ona Humarı vermeleri için şarap içmesi, haç takması gerektiğini söyleyen papaza

‘’Bu mu İsa’nın erşe meracı?                                                                                                                                            
Ben neyim şimdi? Canlı darağacı?’’

İşte bir parçacık gümüştür bu…                                                                                                                                        
Bunu asmakla bir yüzük takmak                                                                                                                  
Mence birdir, bir… anladın mı uşak?   

Hüseyin Cavid bu eserinde sahte, fanatik dinciliği bir domuz otarmaktan hiç fark görmüyor hatta domuz otarmayı sahte müritlere şeyhlik etmekten çok daha üstün tutuyor.                                                                                                                                                                          
’O domuzlar ki, otlatır Senan                                                                                                                             
Şüphesiz hiç farkı yoktur onlardan’’                                                                                                              

Şeyh Sanan burada asıl hakkın aramakta. Hakkın itikat mı yoksa hakikat mi, bilinçsizce yapılan sitayişler mi yoksa insanın tabi duyguları, saf muhabbeti mi? Eserin sonunda Şeyh Senan fanatik bir Şeyhten gerçek bir büyük aşığa dönüşür ve Humar ile birlikte ebediyete uçar. ‘’Şeyh Senan’’ dram eseri aynı zamanda Sarı Gelin türküsünün bir çeşit sahneye yansıtılmış halidir. Hüseyin Cavid bu eserle Sarı Gelini türküsünü sahnede de Türkleştirmiş ve bir Türk eseri haline getirmiştir. (Bakınız Ahıska Araştırmaları/Yunus Zeyrek).

Hüseyin Cavidin en büyük dram eserlerinden biri de ‘’Seyavüş’’dür. Eser Keyan hanı Keykavus’un(babası) zulmünden ve onun karısının şerrinden kaçıp dayısı olan Türk hakanı Efrasiyab’a sığınan Seyavüş’ü konu alır. Seyavüş Keyan hanından kaçıp Türk hanına sığınır ve onun kızı ile evlenir. Türk hakanının kızı Firengiz ile evlenen Seyavüş’e toprak verilir. Seyavüş bu topraklarda Çinliler ile savaşır, zaferler kazanır ve çok güzel bir yurt kurar. Lakin hileler, oyunlar ve iç düşmanların iş birliği sonucu Efresiyab kandır ve Seyavüş’ün düşman, Keyhan hanının gönderdiği ajan olduğuna inandırırlar. Sonunda Seyavüş Efrasıyab’ın eli ile öldürtülür. Bu dram eseri de yine önemli tarihi bir konuyu ele almıştır. Azerbaycan Cumhuriyetinin kurucu lideri Mehmet Emin Resulzade yazdığı ‘’Asrımızın Seyavüşü’’ eserinde Azerbaycan’ı işte bu Seyavüş’e benzetir.

Hüseyin Cavid’in ‘’Hayyam’’, ;’’Peygamber’’, ‘’Topal Timur’’ gibi dram eserleri mevcuttur. Bunun yanı sıra Hüseyin Cavid çok iyi lirik şiir yazarıdır. O dram eserleri yazmadan çok önce başlamıştır lirik tarzı şiirler yazmaya. Cavid bu eserlerinde güzellikleri metih ederken kötülükleri ise en ağır şekilde tenkit eder. Aynı zamanda şiirleri ve dram eserlerinde her zaman kadının toplumdaki yerini göstermiş ve önemini savunmuştur. Hiç şüphesiz ki ‘’Maral’’ ve ‘’Afet’’ isimli dramları bu konuyu kapsamaktadır. Bunun yanı sıra ‘’Peygamber’’ ve ‘’Topal Timur’’ dram eserleri çok büyük önem arz etmektedir. Bu eserlere dair daha ileride geniş bir şekilde yazmayı tercih ettiğimden burada sadece isimlerini zikretmek ile yetineceğim. Cavid eserlerinin kahramanını her zaman Türk millettindenseçmiş ve eserleri genellikle Türk-Turan dünyasında cereyan etmiştir. Hatta bu sebepten dolayı ‘’dönemin’’ savunucusu, yazarı, şairi Samet Vurgun Hüseyin Cavid’e hitaben                                                                                                                                                         
‘’Neden şiirimizin baş kahramanı                                                                                                                              
Gah Turandan gelir, gah da İran’dan?’’
demiştir                                                                                  

Bunların yanı sıra Hüseyin Cavid eserlerini bütün Türk milletinin anlayacağı basit ve sade bir dile ilde yazmıştır.

Hüseyin Cavid yazarlığı yanında İstanbul’dan döndükten sonra Nahcivan, Gence, Tiflis 1915 yılından itibaren Bakü’de seminaryada, tiyatro mekteplerinde, okullarda, Darülmualliminde öğretmenlik yapmıştır. Bunların yanı birinci dünya savaşı döneminde Kars, Ardahan, Batum, Ahıska’yı gezmiş burada Anadolu harap zadelerine yardım münasebeti ile ‘’Harp ve Felaket’’, ‘’Kars ve Oltu etrafında sebepsiz olarak alçakçasına katl ve yağma edilen mazlumlar için’’ şiirler yazmış ve Azerbaycan Türklerini, tüm Türk milletini yardıma çağırmıştır. Karadeniz için ‘’Deniz Temaşası’’ şiirini kaleme almıştır. Metin bir şahsiyet olan Hüseyin Cavid, Sovyetler Birliğinin dehşetli döneminde sosyalizmin başarılarından yazmamış, hâkim çevrelerdeki ağaları, Stalin’i övmeği kesinlikle reddetmişti. O, Sovyet ideolojisine hizmet eden eserler yazmıyordu. Binlerce Türk aydının pantürkist ve panturanist suçlamaları ile kurşuna dizildiği 1937 yılında tutuklan (3 haziran) Hüseyin Cavid 2 yıl yargılama sürecinden sonra 1939 yılının 4 Temmuz’unda Magadan’a sürüldü. Sürgün yıllarında önce gözleri tutuldu, sonra ayak pençeleri dondu, kalp krizi geçirdi ve 1941 yılında (5 aralık) Sibirya’nın İrkutsk ili (Tayşet) Şevçenko köyünde esir kampında hayata gözlerini yumdu. Sonraları Haydar Aliyev Hüseyin Cavid’in naaşı 1982 yılında Sibirya’dan Nahcivan’a getirttirip burada onun adına anıt mezarı diktirmiştir.

1918 yılında Mişkinaz hanımla evlenmiş olan Hüseyin Cavid’in Ertoğrol, Tumrus isminde oğulları ve Turan isminde kızı olmuştur. Lakin Tumrus daha çocuk yaşlarında vefat etmiştir. Kızı ve oğlu hayatları boyu evlenmemiş babaların bıraktığı mirası devam ettirmiştir. Ertoğrul bey meşhur besteci Üzeyir Hacıbeyli’nin öğrencisi olmui genç yaşta şair, besteci, ressam, folklor araştırmacısı olarak tanınmış, Sovyet döneminde Türk isimleri yasaklanmış olduğu dönemler yazılarını TOEC( Türk Oğlu Ertoğrul Cavid) gizli imzası ile yazmıştır. Ertoğrol bey 1943 senesinde hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kızı Turan Hanım ise babasının Sovyet döneminde tahrip edilmiş eserlerini düzelterek 5 cilt haline yayınlatmıştır. Turan hanım ise 2004 yılında 80 yaşında iken vefat etmiştir. Eşi Mişkinaz hanım ‘’Cavid’in Hakkında Anılarım’’ adlı kitap kaleme almış ve 1976 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur.

KAYNAKLAR                                                                                                                                                  
Hüseyin Cavid Eserleri/Azer Turan
Beş Ciltlik Hüseyin Cavid Eserleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar
Orhan ULFANOV

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen