Ahmet Bey Ağaoğlu-II

Kanlarımız ile sulayıp adına nice şiirler, nice destanlar yazdığımız, nice türküler çağırdığımız, üstüne yurt salıp bayrağımızı dikip gölgesine yaşadığımız, altına şehitlerimizi, ecdadımızı, geçmişimizi, mazimizi gömdüğümüz, çapayla, ketmenle dövüp aş çıkardığımız, üzerine gök kubbeli camilerimizi inşa edip ibadet ettiğimiz, ana diye bağrına sığındığımız topraklarımız.  A. Ağaoğlu 1869 yılında bugün işgal altındaki işte bu topraklarda yani Karabağ/ Şuşa’da dünyaya gelmiştir. Ezeli Türk toprağı olan Karabağ’ı A. Ağaoğlu şu şekilde anlatır ; ‘’ Karabağ, Şirvan ile beraber, Azerbaycan Türk harsının, Türk musikisinin ve Türk edebiyatı ile Türk milliyetçiliğin de mehdi (beşiği)dir.  A. Ağaoğlu ilk tahsilini Şuşa’da Rus gimnazyasında ve ‘’Realni’’ mektebinde aldıktan sonra 1888 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi Hukuk bölümü kazanıp burada tahsilini tamamlayıp 1894’cü yılda İstanbul üzerinden Azerbaycan’a döner. Azerbaycan’a dönen A. Ağaoğlu Hacı Zeynelabdin Tağıyev’in mali yardımı ile birlikte rus dilinde yayın yapan ‘’Kaspi’’ gazetesini Ali Merdan Topçubaşov ile birlikte çıkarmaya başlarlar. (Özet ile geçtiğim bu kısım yazının ilk bölümünde mevcuttur).  

Bütün hayatını Türk milleti ve İslam âlemi için adayan bu Türk evladının kutsal mücadelesi birilerini aşırı derecede rahatsız etmekteydi. Bu rahatsız olanlar şüphesiz ki, Türk milletinin ve İslam âleminin terakkisi ve ittihadını hiçbir zaman istemeyen, Şehit Enver Paşa’nın tabiri ile ‘’veba mikrobu’’  olup geçmişte ve bugün de başkalarının maşası olarak karşımıza çıkan ermenilerdi.  A. Ağaoğlu ‘’Kaspi’’ gazetesi sonrası 1905’ci yılda yine Hacı Zeynelabidin Tagıyev’in maddi yardımı ile Ali Bey Ağaoğlu, Ali Merdan Tobçubaşov ve Ali Bey Hüseyinzadeyle birlikte ‘’Hayat’’ gazeteni çıkarmaya başlarlar. Lakin çok geçmez ki Sansür Komitesi Sediri gazetenin kapatılmasını ister. Sebep olarak ise gazetenin İslamcı ve “pantürkist” olmasını gösterir. Bu konu ile ilgili Celil Memmedkuluzade ‘’Hatıratım’’ isimli eserinde Kafkas Senzura(sansür) Komitesi ve burada çalışan sansürcülerden şu şekilse bahseder: “Kim bu sansürcüler? İşte bedbahtlığın bir büyüğü de buydu ki, bizim o zamanın matbuatının bir düşmanı hükümet, kanunu ve karar verenleri ile bir diğer düşmanları da Kişimov gibi sansürcüler idi.  Bir zaman Tiflis sansür komitesi işte bu iki nefer sansürcü ki, ikisi de ermeni idi, Tiflis’te rus dilinde çıkan “Tiflisski listok” isimli gazetede Türk matbuatı aleyhine büyük bir kampanya açmıştılar. Bu gazetenin sahibi de Xaçaturov isimli bir ermeni idi. Yukarıda isimleri zikir olunan Kişimov ve Karahanov sansürcüler “Tiflisski listok “ gazetesinde Türk matbuatı aleyhine her zaman kampanya yürütüyorlardı. Ve her zaman Rusya hükümetinin nazarına bu yetiştirmek istiyorlardı ki, Kafkas’ta cemi Türk edip ve gazetecileri “panislamist”tirler ve Türk gazeteleri cemaati İslam bayrağı altına çekmek istiyorlar ve bu ittihadı-islam bayrağının da Osmanlı Sultan’ının elinde olmasını arzu ediyor ve buna çalışıyorlar”.  Ali Bey Hüseyinzade bu konu ile ilgili ‘’Hayat’’ gazetesinde ‘’ Ermeni Vatandaşlarımıza Tavsiye ve İhtarlarımız’’ başlıklı makalesinde “Hayat” gazetesinin en başından bu tarafa sulh için hareket ettiğini, lakin ermeni gazetelerinin tam aksine ilerlediklerini belirtmiş ve buna sitem etmiştir. Çıkan olaylarda Türklerin de Ermenilerin de öldüğünü lakin buna rağmen bizlerin sulh derken ermeni aydınlarının kendilerini, günahsız, insaniyetli ve masum bir kuzu gibi gösterip bütün Avrupa, Amerika gazetelerini ayağa kaldırmalarından bahsetmiştir.  A. Hüseyinzda bu makalesinde ermeniler için şu ifadelere yer vermiştir; “Pişik(kedi) öz pisliğini toprakla stir(karıştırmak) yaptığı gibi, bunlar da kendi kusurlarını, kendi kabahatlerini, öz vahşetlerini söz tufanı içinde gizletip, bizim ise en küçük kabahatimizi, pireyi deve derecesine mübaliğelendiriyorlar idi”.  Türkler ve İslam’ın birleşmesinden korkan Ermenilere “Seni ittifak ve ittihat mı korkutuyor? Biz ise nifak ve şikaktan (düşmanlık)  korkuyoruz” demiştir.  A. Hüseyinzade Ağaoğlu’nu suçlayan ermenilerin hitaben şu ifadelere yer vermiştir: ‘’ Önceleri, Hasan bey ve Ferruh bey gibi her tür şaibeden uzak bulunan vücudu- pakları lekelemek istediler lakin muvaffak olamayınca Ahmet beye musallat oldular. Zavallı Ahmet Bey, zelaleti -umumiye neticesi olan Bakı mübadelesi esasında öz hayatını tehlikeye atarak öz vücudunu berbat edercesine tarafları barıştırmak için ciddi ceht ettiğini, gecesini gündüzüne katıp o halde konuşmalar iradı, makaleler tahriri ile meşgul bulunmuş olduğu halde, geçenlerde güya fesat çıkarmak için Karabağ’a gittiğini yazan gazete, ermeni gazetesi değimliydi?’’.  A. Hüseyinzade A. Ağaoğlu’nun Karabağ gitmediğini ve bunun herkes tarafından bilindiğini, gitse bile kendi memleketine gitmesinin ne gibi bir anormallik olabileceğini ve ‘’Mşak’’ gazetesinin iftira atmağa ne hakkı olduğunu sorgulayarak şu ifadelere yer vermekte: ‘’Ahmet gibilerin bulundukları, daha doğrusu hüküm ve nüfuzları cari olan yerlerde sadeyi- nifak değil, ahengi-sulh, vifaki-teninendaz olacağı gün gibi aşikar ve muhakkaktır’’(Hayat, 1905, No21). Ağaoğlu’nun halk arasında nüfuslu birine çevrildiğini gören ermeniler ve onların önde gelenlerinden olan C. Kirkasyan 1986’cı yılda çap ettirdiği ‘’Genç Türkler tarihi mahkemesi karşısında’’ kitabında Ağaoğlu’nu ermenilerin katledilmesini isteyen, Kafkas milletleri arasında çatışmaların esas sebep olan birisi olarak gösteriyor. Bunun yanı sıra 1910’cu yılda E.Ter-Grigoryan adlı bir ermeni ‘’Alev ve Kılıç’’ isimli piyesinde Şükür ağa ismi ile Ahmet Bey Ağaoğlu’nu İslam tafracısı, rusların düşmanı, bütün Hristiyanlara, ilk sırada ruslara ve Ermenilere karşı cihatçı kimi kaleme alıyor. Bu maksadını hayata geçirmek için de piyesteki ismi ile milyoner Hacı Ahmet yani H.Z. Tagıyev’in yönetici olarak da Mirze Cabbar’ı yani M.Ş. Mirzeyev’in yöneticilik imkânlarını kullandığını gösteriyor ve Ermenileri ise büyük İslam tehlikesinin karşısını alan ve bunun için büyük kurbanlar veren bir millet gibi gösteriyor. Üzeyir Bey bu konular ile ilgili ‘’Terakki’’ gazetesinin 24 Ağustos 1908 tarihli sayısında şunları yazmaktadır: ‘’Ahmet Bey o adamlardan değil midir ki, cemaatin en müşkül ve en korkacağı bir halinde, yeni Ermeni-Müslüman kafile-i menhusesinde merdi merdane göğsünü gerip kılıçtan keskin bir kalemle üzerimize yapılan hücumları def eder miydi? Bu yolda onun tek yardımcısı dahi yoktu’’.  

Ahmet Bey Ağaoğlu ‘’Kaspi’’, ‘’Hayat’’, ‘’İrşad’’, ‘’Terakki’’ gazetelerinde Azerbaycan Türklerine o dönemki vaziyetimizi, halimizi yazıyor ve bu kötü durumdan ancak ve ancak özünü derk ile çıkabileceğimizi anlatıyor. Ağaoğlu’nun kendinin çıkarmaya başladığı ‘’İrşad’’ gazetesi etrafında Mirze Elekber Sabir, Mehmet Emin Resulzade, Abbas Sehet, Neriman Nerimanov, Ömer Faik Numanzade, Fürudun Köçerli, A. Sur, Üzeyir Hacıbeyov, Ali Bey Hüseyinzade ile toplanırlar ve bu uğurda mücadelelerine devam  ederler.  Ağaoğlu o dönem ermenilerin türettiği katliamlara sert şekilde karşı çıkmış, hatta bir süre sonra katliamlar türeten Ermenilere karşı yazmak ile olmayacağını anlayıp onların anladığı dilden konuşmak için cemiyet yaratmak gerektiğini beyan ederek ‘’Difai’’ (fedai) gizli cemiyetini kurmuştur.  Ermenilere karşı yaptığı mücadeleden dolayı artık Ağaoğlu her gün takip ve ölümle tehdit ediliyordu. Bunların yanı sıra kendisinin hapse atılacağı haberini alınca 1908 yılında Azerbaycan’ı terk ederek İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır.  Görüldüğü üzere bütün dönemlerde bizim aydın ve münevverlerimiz, halkımız, milletimiz barıştan yana olmasına bakmayarak ermeniler ısrarla nifakın, hilenin, düşmanlığın peşinde koşarlar. Bunu o dönemlerde çıkan ermeni gazeteleri ve Türk gazetelerini okuyup kıyaslama yaparak da görmek mümkündür. Bu durumun bugünde değişmediğini aşikâr şekilde görülmektedir. Bu nedenle Türk’e kin ve nefret kusan ermenilerin tehcirinin takdire şayan bir önlem olduğunu söyleyebiliriz.                                                              

 Ağaoğlu İstanbul’a taşındığında artık Türkiye’de inkılap olmuş ve tanıdığı şahıslar iş başına gelmişti.  Ağaoğlu İstanbul’a geldikten sonra burada Süleymaniye kütüphanesinde müdür olarak çalışmaya ve aynı zamanda İstanbul Darülfünunda rus dili ve edebiyatı, Türk-Moğol tarihi üzerine ders vermeye başlar. İstanbul’a geldikten sonra burada ‘’İslam mecmuası’’ , ‘’Hakka doğru’’, ‘’Hikmet’’, ‘’ Türk Yurdu’’ ve yine İstanbul’da fransızca çıkan ‘’Le Jeune Turk’’ gibi gazete ve dergilerde makaleleri yayınlanmaya başlar. Sonralar ise ‘’Tercümanı-hakikat’’  isimli kendi gazetesini çıkarır. ‘’Türk Ocağı’’nın dört kurucusundan biri olan A. Ağaoğlu bir süre sonra Afyonkarahisar’dan Osmanlı Meclisi Mecmuasına milletvekili seçilir.  Ağaoğlu Türkiye’de on yıl kaldıktan sonra Azerbaycan’a 1918 Haziranda Türkiye’nin Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa’nın siyasi müşaviri olarak döner.  Azerbaycan’a döndükten sonra Gence de iki sayılık dahi olsa ‘’Türk Sözü’’ isimli gazete çıkarır.  Azerbaycan Parlamentosuna uzuv seçilen Ağaoğlu Enzelideki ingilis işgal küvetlerinin kumandanlığı ile danışıklar yürütmek için İran’a giden heyetin başkanlığını yapar. Daha sonra bu küvetlerin komutanı general Tomson’u Bakü’de karşılar ve Britanyalılar ile Azerbaycan hükümeti arasında güven yaratmaya çalışır. Bu dönemlerde Ağaoğlu evi yandığı haberini alınca kısa süreliğine Türkiye’ye gitse de hemen geri döner.  Ağaoğlu 1918 Aralık ayında Azerbaycan Parlamentosu’nun Ali Merdan Tobçubaşov rehberliğinde Paris Sulh konferansına gönderdiği heyetin içinde yer alır. Lakin müttefik devletlerin yarattığı suni vize sorunu sebebinden Azerbaycan heyeti bir süre İstanbul’da kalmak zorunda kalırlar. Bu sefer arifesinde Ağaoğlu müttefik devletlerin İstanbul’da bulunan işgal kuvvetleri tarafından ‘’genç Türkler’’ il iş birliği ve kütle halinde ermeni kıyamını teşkilatlandırma suçlanarak tutuklanır. 1919 Mayıs ayında ‘’İttihat ve Terakki’’ partisinin tanınmış azaları ile birlikte Bükük Britanya’nın kontrolü altındaki Malta’ya sürgün edilir. İki yıldan uzun bir süre sürgünde kaldıktan sonra Malta mahpuslarını götürüldüğü gemi ile İtalya’ya gelir. Bu dönem Azerbaycan artık Sovyet cumhuriyetidir ve başında Nermian Nerimanov vardır. Ağaoğlu sürgün bittikten sonra Azerbaycan’a dönmek ve vatanına hizmet etme devam etmek istiyor. Bunun için de Neriman Nerimanov’a bir mektup gönderir. A. Ağaoğlu bu mektubunda şu şekildedir:  ‘’Muhterem Neriman’ 26 Aylık süren esaretten sonra nihayet ki, ben de bırakıldım ve diğer arkadaşlarımız ile beraber getirilip bizim kurtarıcımız olan Ankara hükümetinin Roma’daki görevlisine teslim edildik.     

Doğrusu söylesem, ben şimdiye kadar bilmiyorum ki, beni niçin hapsetmişlerdi ve şimdi neden azat ediyorlar? Bu uzun müddette koca vaktimde ne kadar cismani, maddi ve manevi eziyetler çektiğimi, tahkirler ve istihzalar gördüğümü tasavvur edemesiniz. Benim ailem İstanbul’da kalıp benden az eziyet çekmiyordu. Ben iki defa size müracaat ettim ve ailem de etmiştir. Ola bilsin ki, bizim istidatlarımız ya size gelip yetişmemiş ve ya siz böyle muavenet etmek imkânı elde edememişsiniz. Bakıda Bulunan ingilis esirleri hadiselerinden ve bizi kurtarmaya çalıştığınızdan bizi unutmadığınız malumdur. Görünüyor ki, siyasi vaziyetten dolayı bunu icra etmek size mümkün olmamıştır. Bununla ben ister benim arkadaşlarım teşebbüslerine karşı size minnettardırlar. ‘’Şersiz hayır olmaz’’  demişler. Bu esirlik süresinde ben çok okudum, fikir ettim, düşündüm. Önceden bana tanış olan ingilis dilini esaslı surette öğrendikten sonra onun ve fransızcanın sayesinde garp kültürünün esasları hakkında çok okudum. Size de malum olduğu gibi, Müslüman milletlerin de dillerini bildiğimden ben eskiden gerektiğince şarkı bilirdim.

Bütün bu mütealiyeler, düşünceler ve bu müddette görmüş olduğum tecrübeler beni kati bir imana getirmiş oldu ki, ister Şarkta ister Garpta bütün içtimai usul ve içtimai kuruluş yalan, kaba arzu, güçlülerin güçsüzleri ezdikleri üzerinde durmaktadır; o şeye ki, medeniyet, hürriyet, müsavat deniliyor, zehirli bir yılan, alçak bir riyakârlıktır ki, onların sayesinde yalnız kaba zulüm ve haksızlık saltanatı kurulabilir. Bu usul- idare öz yalan ve riyakârlığı ile devam ettiği sürece beşeriyete kurtuluş yoktur ve beşeriyet eziyete mahkûmdur.  

Muhterem doktor, eğer benim nazariye ve imanım samimiliğine, kabaca ehemmiyet verebildiğinizden şimdi laik olan mevkiini işgal ettiğiniz işin galebesinde eğer bir yararlılık göstereceğime inanırsanız ise, emrinize geçmek üçün bir sözünüzü bekliyorum. Benim elli bir yaşım var.  Yaşlılığım yakınlaşıyor. Birkaç yıllık kuvvetim kalmıştır. Ben isterdim ki, bu illerimi doğma vatanıma ithaf edeyim, son çağlarımı orada geçirip vatanımın toprağında defin olayım’’.

Azerbaycan’da Ahmet Bey Ağaoğlu ve görüşleri hakkında kayda değer ve ciddi bir araştırma yapmış olan ve benimde bu yazımda sıkça faydalandığım Prof. Dr. Vilayet Guliyev’ bu konuyu şu şekilde değerlendirmektedir; ‘’ Türkiye ve Azerbaycan’a münasebette Avrupa’nın ikili standart siyaseti bir zamanlar Garp terakkisinin, medeniyetin merkezi sayan Garptan öğrenmeye çağıran A. Ağaoğlu dünya görüşünde tebeddülatlar yol açar. O artık despotik Şarkı da, emperyalist Garbı da aynı katiyetle ret eder. O, samimi şekilde inanır ki, ‘’bu usul-idare öz yalan ve riyakârlığı ile devam ettiği sürece beşeriyete kurtuluş yoktur ve beşeriyete eziyete mahkûmdur’’. Ve ne kadar ilginç görünse de, Garbı ve Şarkı inkâr eden A. Ağaoğlu’nun nazarı bu defa şimala-Rusya’ya yönelir. O, insanlığın necat yolunu ‘’Rusya’da hükümferma olan ideal da’’ görür, ‘’tayini-mukadderatı-milli, milletlerin federasyonu ve dâhili işlerde milletlerin ihtiyarı prensiplerini’’ esas tutan Sovyet kuruluşuna ‘’Şarkı esaretten kurtarabilecek ve onunla beraber Garbı kurtarabilecek ‘’kuvve’’ gibi değerlendirir.  Bu süreçte ‘’Bakü’nün önemli rol oynayacağıa’2 inanan A. Ağaoğlu Nerimanov hükumetinin münasip saydığı her hangi sahada bilgi ve tecrübesi dâhilinde birlikte çalışmaya hazır olduğunu bildir’’. 

A. Ağaoğlu Romdan Nermianova mektup yazarken ‘’ beni Ankara’ya celp ediyorlar ve orada yine de geniş faaliyetler imkânı veriyorlar. Her gâh vatanım imtina ederse, ben oraya gidiyorum’’ derken iki yol arasında kaldığını gösteriyor. Bu onu gösteriyor ki, Ağaoğlu her hâlükârda yarı müstakil de olsa Azerbaycan’a dönmek istiyor. Prof. Dr. Vilayet Guliyev bu durumu şöyle yorumluyor; İstenilen ekile Ağaoğlu şimdilik yarı müstakil Sovyet cumhuriyeti olan Azerbaycan’a gelmek istemesi onun milletine sevgisinden ve vatanperverliğinden kaynaklanıyordu. Bolşevik idealarının insanlığı kurtaracağı ile bağlı düşüncelerinde gedikte ise bu tabi ki, aldanış idi. Hem de çok malumatın olmamasından, ümitsizlikten, vaziyetin çıkmazlığından doğan bir aldanış’’.                                                                                                                              

A. Ağaoğlu İstanbul’a geldiğinde Neriman Nerimanov tarafından ona cevaben gönderdiği mektupta onu yüksek vazifeye davet etmesine bakmayarak Türkiye’de kalmayı tercih ederek Nermanov’a şu mektubu gönderiyor:                                                                                                                                                     

‘’Peki, aziz ve muhterem Nermian beyefendi!                                                                                                                                               

Köhne bir dost için gönderdiğiniz büyük ihtirama karşı minnettarım, müteşekkirim. Fakat üç tür düşünce bana bu ihtiramdan yararlanmağa mani oluyor: 

1. Temsil ettiğiniz fikir sistemine katılmıyorum. 
2. Türkler için kurtuluş imkânını yalnızca Osmanlı Türklüğünde olduğu hakkında siz malum olan fikir ve kanaatimde kalmaktayım.  
3. Beni esaretten kurtararak bana yeniden can ve varlık vermiş Ankara’ya gitmeyi benim üçün bir namus borcu olmak fikri.

Bu üç düşünce beni doğduğum yer olan Azerbaycan’a dönmekten ve teklif olunan yüksek makamı kabul etmemekten taşındırdı. Sizin gibi, her şeyden evvel açıklık ve doğruluğa kıymet veren bir şahsın beni mazur göreceğinden şüphem yoktur. Türklük bölünme kabul etmeyen tamdır. Maksat ona hizmettir. Bu hizmet harada edilirse, mukaddestir, mübarektir.                                                                                                                      

Sizin gibi doğru, samimi bir şahsın, bütün Türk âlemine ve özellikle Türk muhitinin geçirmekte olduğu bugünkü feci buhran zamanı Azerbaycan’ın başında olması bütün Türk âlemi için faydalı alamettir. Siz orada kuvvetli bir vazife adamı gibi iş başındasınız. Ben de Ankara reislerinin kulluğunda ve ikimiz de danıştığımız fikir ve kanaatler içinde, her şeyden üstün olan Türklüye hizmetteyiz. Budur, mesafelerin uzaklığına bakmayarak, bizi birleştirecek ve temin edecek gaye!’’    

Göründüğü üzere Ağaoğlu acılı, keşmekeş, işkenceler, zulümler, eziyetler, sefalet ile dolu Malta sürgününde bir ara tereddütler yaşasa da İstanbul’a döndükten sonra burada sakin kafa ile düşünüp kendisini toparlayarak Prof. Dr. Vilayet Guliyev’in de belirtiği gibi hayatının manifestosu (Türklüğe hizmet) yukarıdaki mektubu yazmıştır. İşte bundan sonra A. Ağaoğlu Türklüğe hizmetini Türkiye’de devam ettirmeye başlıyor. Ağaoğlu bu dönemde ‘’Hakimiyyeti-milliye’’ gazetesine baş redaktör oluyor,   Matbuat başmüdürü gibi hükumetin çap-tebligat siyasetine rehberlik ediyor, Büyük Millet Meclisine Kars’tan milletvekili seçiliyor, Ankara üniversitesinde anayasa konusunda dersler diyor, gazetelerde güncel mevzulara dair makaleler yazıyor.

KAYNAKLAR                                                                                                                                                

Ahmet Bey Ağaoğlu Seçilmiş Eserleri Ömer Faik Numanzade Seçilmiş Eserleri Yusuf Akçura Türkçülüğün Tarihi. Ali Bey Hüseyinzade Seçilmiş Eserleri Celil Memmedkuluzade Eserleri  Azerbaycan’da Romantik Türkçülük

 

 

 

 

Yazar
Orhan ULFANOV

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen