Başka Rasyonaliteler – Kral Niçin Gidiyor?

“Birkaç mevsim beklemek” yazısında insana kısa vadede kazandıran ama uzun vadede hüsran ve pişmanlıkla ortada bırakan rasyonalitenin nasıl bir rasyonalite olduğu  sorulmuştu..

Bunun cevabı tabii ki “kısa vadeli rasyonalite”… 

Alternatifi veya karşıtı ise kendisinin zımnen bildirdiği gibi; “uzun vadeli rasyonalite”.. Pekiyi uzun vadeli rasyonalite ne kadar “uzun”dur? Bunun cevabını din büyüklerimizden devşirmeye çalışırsak, en azından insanın yaşlılığına kadar uzanmalı, biraz daha gidersek insanın ölüm döşeğini hesaba katmalı veya ahireti hesaba katıp nihai anlamına varmalıdır.

Yaşlılığa kadar uzanan rasyonalite bizi gençlik zırvalamalarından koruyabilir. Şarkımızda değinildiği gibi “bugünün bir de yarınları var” rasyonalitesidir bu. Bu uzunlukta sonuçları hesaba katan rasyonalite  hemen şimdi sonuç vermeyecek pek çok işi yapmak durumundadır. Bunu “ak akçe kara gün içindir” atasözünde, tembel ağustos böceğine karşı çalışkan karıncada veya özellikle Batı menşeli pop şarkılarında benzerleri sıklıkla geçen bir tabir olarak “Güneşli günler sona erdiğinde ne yapacaksın?” (Vaya Con Dios-Sunny Days) veya Teoman’ın  dehşet verici bulduğum, tüyleri diken diken eden “Papatya” şarkısında olduğu gibi “Oh papatya, yüzümün haline bak, seninle kim kalacak ışıklar kapanınca, benden çok uzakta”   şarkısında olduğu gibi.. Bilmem kasıtlı mı yaptılar, şarkının arka planında çığlıklar atan kişi “şımarıklığı” bir üslup olarak seçmiş olan Özlem Tekin… Veya “saçların tarumar, gözlerinde nem, ateşe benzerdin, küle dönmüşsün” şarkısının bildirdiği gibi. Veya “güzellik derinin kalınlığı kadar” atasözünün ima ettiği ve üzerine kurulduğu rasyonalite bu.. Gençlere “bir tarafa bir şeyler koy” diye nasihat eden yaşlıların rasyonalitesi..

Ölüm döşeğini hesaba alan rasyonalite artık yavaş yavaş kısa vadeli rasyonalite sahiplerinin anlayabilme aralığının dışına çıkmakta ve “tuhaflaşmaya” başlamakta. Yaşlılığı hesaba alan rasyonalite “kısa vadeli rasyonalite” tarafından halen bilgelik gibi gözükse bile ölümü hesaba alan rasyonalite daha “bir tuhaf” gözükmekte: “nereden çıktı şimdi bu?” Ama bilebildiğim kadarı ile büyük mistik gelenekler işte tam da bunu yapmışlar. Nakşibendilerde kendi gömülüşünü, mezarda bulunuşunu tahayyül eden uygulamalar olduğunu duymuştum. Neyse ki sevindirici bir haber de bu “kendi cenaze törenini yukarıdan seyretme” tahayyülünün popüler kişisel gelişim kitaplarına kadar ulaşması. Kendi cenaze töreninizde hayatınızdaki önemli kişilerin (eşiniz, işvereniniz, iş arkadaşlarınız, yakın dostlarınız vb) konuşmalarını dinliyorsunuz ve önemli nokta şu “onların ne söylemesini isterdiniz?” sorusunun cevabını tahayyül etmeniz gerekiyor. Ve bu cevapları hesaba katarak şimdiki plan-projelerinizi yapmayı. Ve adeta lokomotif düzelince vagonların otomatikman düzelmesi” gibi kısa vadeli projeler bile “uzun vade” hesaba katılınca yerli yerine oturuyor(muş). Yani “kişisel gelişim” sektörü de her zaman sığ olmuyor demek ki..

Tabii bir açıdan  “ölümü hesaba katan rasyonalite” ile ölüm sonrasını hesaba katan rasyonalitenin önemli ölçüde örtüştüğü de düşünülebilir. Ama bunun %100 olmadığına kaniim. Bu nedenle pek çok durumda ayrım bu kadar net olmasa bile ayırmak durumundayım.

Ahireti, her bir davranışın hesabını vereceği günü hesaba katacak kadar uzun vadeli rasyonalite artık dünyalılarca anlaşılırlık bandının iyice dışına çıkmakta, anlamsızmış gibi görünen bir divaneliğe yaklaşmakta. Esasında “ahireti hesaba katmak” sanki her dindarın yetenek sahasındaymış gibi gözükse bile konuya “idrak düzeyi” açısından baktığımızda bunun tam da öyle olmadığını düşünmeye başlıyoruz. Zira gündelik hay-huy alelade dindarı da öylesine akıntısına alıp götürebilmekte ki, bu idrak düzeyi bir dindar için bile ancak bir ideal olabilmekte. Bu nedenle esasında bu konuda yazmanın bile “boyumuzu aştığı” düşünülebilir. Esasında daha “ölümü hesaba katan rasyonalite” düzeyinde bile boyumuz aşılmakta olabilir.  Bu güçlüğü şöyle aşabiliriz. Biz bu deneyimlerin veya idrak düzeyinin doğrudan sahipleri değiliz ama bazı büyük ruhların deneyimlerine kulak verme, dikkate alma, bir düzey  anlama ve bir düzey de ifade etme düzeyinde olabileceğimizi düşünelim.  “İkinci el” olalım yani. Şimdilik bu  kadarına sevinelim. Bu “haddini bilmezlik” değil “lütufa şükür” olsun.

Esasında her şey tam da bu “ahireti hesaba katma” uzunluğundaki rasyonalitede gerçek zeminini bulur gibi. İşte tam da burada sizi fazla öven tanıdıklarınızdan kaçmaya başlamakta, kasıtlı olarak aranızı bozmakta, sizi bazen ağırca kritik eden dostlarınızın “uzun vadeli amaçlar”a daha fazla katkıda bulunduğu kavramaya başlanılmakta. Ağır bir hastalığın nasıl sarsarak “hakikate uyandırabildiği” ve insanın hayatta başına gelebilecek en iyi şey olabileceği bu “uzunluk” seviyesinde daha net görülebilmekte.. Hatta ağır trajedilerin, felaketlerin, yitirişlerin bile…  İşte burada Buda, İbrahim bin Edhem tacı tahtı bırakıyor. İşte burada Mecdelli Meryem (inancın azizeye dönüştürdüğü fahişe) ağlayarak kendini çöllere vuruyor, güzeller güzeli Teresa manastıra kapanıyor. Burada her tür toplumsal bağlam aşılmaya başlanıyor veya aşılıyor.  Toplumsal bağlamın bu aşılışı “çılgınca” (!) hikayelerde kendini gösteriyor. Rabiatül Adeviye Basra sokaklarında giysisiz gezerken kendisini insanların arasında bu halde bulunduğu için kınayanlara elindeki mumun ışığında etraftaki insanlara bakmalarını söyler; baktıklarında etraftakilerin pek de insan sayılamayacağı anlaşılır. Burası bir başka çeşit çılgınların, velilerin veya benzerlerinin dünyası.. Kısa vadeli akıl sahiplerinin gözünde onlar delice iken onların gözünde de kısa vadeli rasyonalite sahipleri “kör, sağır, sapkın, çılgın, ihtiraslarına kapılıp sürüklenmiş vb” Ama kısa vadeli rasyonalite sahipleri gibi “ağzı olduğu için konuşan” formatlı  kişiler olmadıklarından veya bu “ahmaklara” karşı kendilerini çok sorumlu hissettiklerinden çok fazla dile getirmiyor gibiler. Daha sessizler..Ama ağızlarını açtıklarında da adeta dünyanın ağırlık merkezini değiştiriyorlar.

Onlar arasyonel veya irrasyonel değiller, daha fazla rasyoneller, çok daha fazla..Aklın tam hakkını veren insanlar.. 

Bu düzeyde herşey başka bir hal alıyor gibi değil mi? 

Bu “tacı tahtı bırakan krallar” sayfası her zaman ihtişam, yücelik dolu gelir. Her zaman insanı sallar.  Bu yazıyı da bunu acayip bir duyarlılık düzeyinde anlatan bir şarkıyla bitireyim müsaadenizle; “Mathura’nın Kralı Neden Gokul’a Gidiyor?”  Bu bir Hint şarkısı.. Dinleyicilerden az-biraz kültürlerarasılık hoşgörüsü talep ediyor… Dünyalı bir aşkı anlatıyor gibi olsa da aslında bu şarkı bir ilahi..  https://www.youtube.com/watch?v=ib4C1LLjwHA

Sabah sabah Mathura’nın kralının aklına Gokul’a geri dönmek düştü

Mathura’nın kralı niçin Gokul’a gidiyorsun?

Bu güzelim kıyafetleri bırakıp da ey Nanda’nın oğlu?

Başından o güzel tacı çıkarıp da?

Krallıktan vazgeçip..

Delikanlıyken çaldığın kavalını sandıktan niçin çıkarıyorsun?

Mathura’nın kralı niçin Gokul’a gidiyorsun?

Guguk kuşu hangi yeni şarkıyı şakıdı da tacını pislikmiş gibi  bırakıyorsun?

Ayrılık acısının küllerini ne tekrar karıştırdı ki kalp artık kraliyet meseleleri ile ilgilenmiyor?

Saraylılar endişe içinde izliyor, yatağındaki çiçekler artık diken gibi geliyor sana.

Niçin bu vakitte arabacıyı çağırdın da Camuna nehrinin  kıyısına gittin? 

Yalnız, mahzun nehir kıyısı ve yumuşak bir esinti

Onu niçin unutamıyorsun?

İlk gençlik aşkın artık bir ev hanımı..

Süt sağıp, tüm gün  ev işleriyle uğraşıyor..

Ayrılık gözyaşlarını sileli çok oldu..

Bu ızdırabı niçin tekrar uyandırıyorsun ki?

Mathura’nın kralı niçin Gokul’a gidiyorsun?

 

 

Yazar
İbrahim YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen