Bilimsel Milliyetçilik

“Bilimsel” nitelemesinin cemiyet ve insan hayatında yaygın-harcı âlem bir şekilde kullanılmasına karşın, sosyal ve iktisadî sistem tekliflerinin önüne “bilimsel” ifadesinin konulması pek yaygın görülen bir durum değildir. Hâlbuki bilim eşyayı ve eşyayla nesnel ilişkileri anlamada en geçerli yöntem durumundadır. Dolayısıyla, tarihi, bugünü ve geleceği okuyacak ve kurgulayacak sistem tartışmalarında bilim sadece bir yöntemsel araç mıdır, kendi başına bir sistemin geçerliliğine niteleme yapabilir mi, yoksa bir fantezi sözcük müdür? Doğrusu bu husus tartışılmaya değer bir konudur.

Bu yazıda, doğa ve sosyal bilimlerde geçerli ortak bilim ve bilim metodolojisi tanım ve ilkelerinin kullanımıyla “Bilimsel Milliyetçilik” ten ne beklenmesi gerektiği tartışılmakta, daha doğrusu onun genel çerçevede bir tanımı yapılmaya çalışılmaktadır. Yazıda “Bilimsel Milliyetçilik” kavramını tartışırken “bilgi” ve “bilim” tarifleri ile yola çıkacak, sistem değerlendirmelerinde “bilimsel” nitelemesini ilk defa (belki de tek) kullanan “Bilimsel Sosyalizm”in bilimselliğini irdeleyeceğiz. Ardından milliyeçiliğin, özel olarak Türk Milliyetçiliği’nin neden “bilimsel” nitelemesine sahip olabileceğini bilim felsefesinin terminolojisi içinde değerlendireceğiz. Bilim felsefesi ile ilgili olanlar bilirler; bilim, sınanabilir, eleştirilebilir, yanlışlanabilir önermeler arasında mevcudu en geçerli biçimde açıklayabilen bilgileri üretir1. Bu yazıdaki değerlendirmeler de, bilimsel metodoloji ile eleştiri ve tartışmalara açık bir şekilde sunulmaktadır. Yazının maksadı özel olarak Türk Milliyetçiliği’nin bir özgün felsefe ve bir dünya görüşü yaratma yeteneğine metodolojik bir dayanak sağlamaktır. Yani, yazıda anlatılan sosyolojik değil, yöntem-bilimsel bir çalışmadır.

Bilgi üretme işinin öznesi insan, nesnesi varlıktır. Çevredeki varlıklar ile insan arasındaki etkileşimde, özne olan insanda oluşan kanaate “bilgi” deriz. Bilimsel bilgi, belli bir metodoloji kullanılarak elde edilen bilgidir. Bilimsel bilgi insanın deney, gözlem, ölçüm, akıl yürütme (ve zihni değerlendirme) ile elde ettiği bilgidir. Bilimsel bilginin, bilimselliğini kazandıran bazı temel nitelikleri vardır. Bilimsel bilgi:
Nesnesi karşısında, yani varlık karşısında objektifdir,
Sistemlidir,
Tutarlıdır,
Sınanabilir,
Eleştirilebilir,
Yanlışlanabilir.

Bu haliyle bilimsel bilgi, tekrar tekrar sınanarak nesnesi olan varlık veya varlığın bir hali hakkında, o zaman diliminde, en geçerli açıklamayı yapan bilgidir. Bilimsel bilgi, konu aldığı maddi varlık hakkında edindiği güçlü tanıma hali ve açıklamalarla bugünkü teknolojiyi yaratmıştır. Nesnel dünyaya yönelik bilimsel bilginin tamamen teknoloji yaratmaya amaçlanması ise “Modernizm” in mârifetidir.

Modernizm, Tanrı merkezli evren anlayışından, insan merkezli evren anlayışına geçişi sağlayan düşünsel süreçtir. Modernizm ilk güçlü çıkışlarını 16. Yüzyıl başlarında Calvin ve Luther’in Hristiyanlığın Katolik anlayışında başardıkları reformlar ile gösterir. Reformlarla gelen Protestan dini anlayış, dünyada yaşayan insanın, dünyaya çile çekmek, ilk günahın bedelini ödemek için değil, dünyayı tanımak, öğrenmek, istediği gibi kullanmak, ona sahip olmak için geldiğini öğretir2. Böylece evrenin merkezine artık insan yerleşmiştir, diğerleri insan için vardır. Bu anlayış pozitivizmin, maddeyi kontrole yönelik bilimin ve rasyonalitenin çağını doğurur. Böylece insan maddeye ve doğaya hâkim olma peşine düşer. Her şey insan içindir, insan doğayı tanımalı ve ona hükmetmelidir. Bu anlayış, eşyaya ait bilgide ve teknolojide müthiş gelişmelere, insanın diğer varlıklara ve kendi hemcinslerine (ötekilere) karşı gücünü tarihte hiç olmadığı kadar arttırmasına fırsat verir. Söz konusu gelişim sürecinin sosyal – iktisadi sistemi de “Kapitalizm” dir3. Üretim araçları ve sermaye burjuva sınıfı adı verilen bir küçük grubun elinde toplanır. Bu grup, sermaye sahipleri, yani burjuvazi, ekonomik güce sahip olması itibariyle siyasette de tam olarak belirleyicidir. Burjuvazi dışındaki tüm toplum katmanları, sınıflar -bugün artık keskin hatlarla ayırmak zor da olsa- sisteme hizmet etmekle yükümlüdür. Demokrasi de bu genel kontrolün rejimidir. Burjuvazi, kapitalist sistem, varlığını korumak, sürdürmek ve geliştirmek için emperyalist bir işleve bürünür. Böylece ortaya gücün sahipleri, güce hizmet edenler ve onun sömürdükleri gibi üçlü bir sosyal dağılım çıkar.

Tarihin bu seyrine, yeryüzündeki insanların ve cemiyetlerin çoğunu mahkûm eden bu seyirin en ağır biçimde hissedildiği 19. Yüzyılda, yine aynı düşünce yapısından, Batı’dan eleştiriler de başlar. Fransa’da Saint-Simon, Charles Fourier ve İngiltere’de Robert Owen burjuvazi ve kapitalizmi emek sömürüsü ile suçlar, üretici çoğunluğun haklarını dile getirir, hakça bir paylaşımı tartışırlar. Sosyal bilimlerin terminolojisinde onların öne sürdükleri “ütopik sosyalizm” olarak tanımlanır4. Tam da bu sıralarda bilim sosyalleşmeye başlamıştır. 14. Yüzyılın büyük dehası İbn-I Haldun’dan asırlar sonra, yeniden sosyal hayat bilimsel metodolojiye konu olmaya başlamıştır. Artık sosyal hayat, cemiyetler, insan ilişkileri bilimsel metodolojiler kullanılarak anlaşılmaya ve yorumlanmaya çalışılmakta, model denemeleri yapılmaktadır. Batı içinden Batı’ya yönelik çare arayışları, eleştiriler… Tespitler ve eleştiriler doğru gibi görünmektedir, ama çözüm insanların (burjuvazinin) iyi niyetine dayandırıldığı, uzlaşmacı olduğu için bütün bu çabalar pratikde ütopik olarak kabul edilir. Olsun, bir kere zihinler gayrete gelmiştir artık, sıkıntılar da pek çoktur; çabalar artarak devam ederken kısa süre sonra sahaya “Bilimsel Sosyalizm” çıkar. Sözün ilk sahibi Engels’dir5.

Doğrudur; bilim sosyalleşebilir. Matematikte, fizikte, kimyada, astronomide, tıpta kullanılan metodoloji ile elde edilen sonuçlar hayat içinde nasıl uygulamaya girebiliyorsa, cemiyet ve insan hayatında da bilimsel metodoloji kullanılarak elde edilen bilgilerle olaylar tutarlı ve en kabul edilir geçerlilikte açıklanabilir, yorumlanabilir ve edinilen sonuçlar hayata uygulanabilir. İşte bu süreçte ürettiğimiz bilgiler, bilimsel bilginin nitelikleri itibariyle tutarlı, sistematik, sınanabilir, eleştirilebilir ve yanlışlanabilir özelliklerine sahiptir1. Böylece Batı, Doğu, medeniyet, sistemler, kapitalizm, burjuvazi gibi tanımları yapabilir, aradaki ilişkileri anlayabiliriz.

Marx, Hegel’in diyalektik yöntemini, Feurbach’ın materyalist yorumunu alarak, kendine özgü bir biçimlendirme ile “Diyalektik Materyalizm” fikrini oluşturur. Aslında bu bir yöntemdir; özgün terminolojisi ile toplumların tarihi gelişimini irdeleyecek bir yöntem; o nedenle Tarihsel Materyalizm olarak da adlandırılır4,6. Diyalektik Materyalizm, bilimsel kabul edilebilecek bir metodoloji kullandığından, toplumların sosyal ve ekonomik gelişmelerini yorumlarken, kendi içinde bir tutarlılığa, kabul edilebilir geçerlilikte açıklamalar yapabilme niteliklerine sahiptir, eleştiriye ve sınanmaya da açıktır. Bu haliyle Diyalektik Materyalizm kendine özgü biçimde sosyal ve ekonomik tarihin gelişimini açıklarken, geçerliliği zayıftır ya da kuvvetlidir, ama bilimsel bir tavır içindedir, bizim için sosyal anlamdaki kıymeti de buradadır.

Eğer bilimsel bir metodoloji geliştirebilirseniz cemiyet ve insan hayatını okuyabilir, daha geçerli değerlendirmeler ve daha kabul edilebilir açıklamalar yapabilirsiniz. Ama sistem tartışmalarında sadece toplumsal gelişimi anlamak ve tanımlamak yeterli olmaz. Geleceğe yönelik değerlendirmeler ve teklifler de gerekir. Yani sıra ikinci aşamaya gelir. Şöyle ki; bilimsel metodoloji ile okuduğumuz sosyal ve ekonomik hayatın tarihi seyri hakkında bilgiler edindik, edindiğimiz bilgiler sonucu cemiyeti ve hayatı anladık, geçerli, kabul edilebilir yorumlar yaptık, sonra bu değerlendirmelerimizden yola çıkarak yine bilimsel metodoloji ile bir gelecek öngörüsü yapmak ve yorumlarımızın üstüne bir gelecek kurgusu oluşturmak gerekir. İşte bu kurgu nitelik olarak sınanabilir, eleştirilebilir, yanlışlanabilir ise artık o teklifin “bilimsel” bir teklif olduğunu kabul edebiliriz. Diyalektik Materyalizm bu ikinci aşamada bilimsel niteliğini kaybeder. Çünkü onun gelecek öngörü ve teklifleri sınanabilir, eleştirilebilir ve yanlışlanabilir nitelikte değil de mutlak doğrular niteliğinde “dogmatik” bir hale büründürülmüş şekilde sunulur. Artık onun tavrı “şu şudur, şöyle olacaktır” şekline dönüşmüş, reddedilemez bir determinizme bürünmüştür6,7. Bu durum bilimsel bilgileri esas alan ve bilimsel metodolojiye dayanan bir tavır değildir. Nitekim Marx’ın teorisi bir kaç yönden yanlışlanmaya başlar.

Marx “artı değer” adını verdiği “lazım olandan fazla üretimi” hipotezine esas alır, buradan yola koyularak “emek-değer” teorisine ulaşır. Ama, artı değer/emek-değer teorisinin öne sürüldüğü yıllardan çok uzak olmayan bir sürede “fayda-değer” teorisi ortaya konulur. Bu teoriye göre, bir malın değerini veya bir başka ifadeyle onun maliyetini yaratan şey o malın üretimine harcanan emek miktarı olmayıp, o malın tüketicilere sağladığı subjektif faydadır. Buna göre, bir mal veya hizmet onu kullanacak kişilere sağladığı fayda nispetinde değerlidir4,7. Teorisine göre Marx kapitalizmin daha da vahşileşeceğini, burjuvazi ile işçi sınıfının arasındaki gerilimin artacağını, zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi olmayan proleteryanın burjuvaziyi bir devrimle devirirek sosyalist düzeni kuracağını ileri sürer6,7. Ama vahşi kapitalizm kısa süre sonra sürüdürülebilir kapitalizme döner; işçi sınıfı ekonomik ve refah olarak düzelmeler elde eder. Gerçi bu düzelmeler bir elden verip, diğer elden almak şeklindedir, ama olsun Batı’da refah Marx’ın beklentisinin tersine yükselir. Dahası Marx’ın tarihsel süreçte ön gördüğü son aşama cemiyet yapısı “Komünist Toplum” dur. Komünist Toplum’un iki vazgeçilmez özelliği olmalıdır: “Sadece ihtiyaçlar için üretim” ve “üretim araçlarının ortak mülkiyeti”4,7. Peki, o günden geleceğe bu yöne doğru bir dönüşüm var mı? Yok! Çünkü bu yorum bir diyalektik yöntem uygulamasına değil, tahmini kiriterlerle oluşturulan subjektif bir deterministik varsayıma dayanmaktadır; ne sınanabilir, ne eleştirilebilir ne de yanlışlanabilir. Bu determinizmde insan okumaları yoktur, Marx’ın kişisel tahminlerinin sistematize edilmiş bir akışı vardır. Bütünüyle bu akış sınanmaya, eleştiriye ve yanlışlanmaya imkan tanımadığı için de baştan yanlış olmuştur.

Bilimin sosyalleşmesi, cemiyet hayatı ve insan ilişkilerinin bilimsel meteodoloji ile incelenip, yorumlanabilmesi, cemiyet hayatına ve insana sistem tekliflerinin de bilimsel metodoloji ile oluşturulabileceği ufuk ve imkanını kazandırmıştır1,8. Ama, bugüne değin, sosyal ve iktisadi sistemler için bilimsel tanımı ilk kez ve neredeyse yalnızca sosyalizm için kullanılmıştır. Bilimsel Kapitalizm diye bir tanımlama yoktur. Çünkü kapitalizm vardır; toplumsal gelişimin bir ürünü olarak vardır, bu bilimi de o doğurmuş, o geliştirmişir. Yarattığı bilgiye konu olabilir, gelişimi için kullanabilir, ama varlığını ona borçlu değildir. Dine atıf yapan sistemler de varlıklarını vahye dayandırırlar. Ama bilimsel bilgiyi maddi çözümler için kullanabilirler. İşte tam bu noktada bilimsel sistem teklif etme şansının sadece milliyetçiliğe kaldığını görüyoruz.

Milliyetçilik anlayışlarını en genel anlamda ikiye ayırmak gerekir: Avrupa’da gelişen ve tek bir etnisiteye dayanan (tek bir etnik gruptan oluşan millet) milliyetçilikler; Alman, İngiliz, Fransız milliyetçilikleri; “Etnisite Milliyetçilikleri”. İçinde değişik etnisitleri bir millet, ortak bir kültür potasında toplamayı başaran “Millet Milliyetçilikleri”9,10,11. Birincisi, tek bir etnisiteye dayandığı için kendi başına bir medeniyet yaratamaz. Nitekim bugünkü Batı medeniyeti Almanların, Fransızların, İngilizlerin ortak medeniyetidir. Bir Alman ya da Alman-Hristiyan Medeniyeti’nden bahsetmek mümkün değildir. İkincide ise durum farklıdır. Değişik etnisitilerin, değişik kültür unsurlarıyla ortaklaşmış bir kültür çevresinde birleşip, oluşturdukları “millet” kendi başına bir medeniyet yaratabilir12. Selçuklu-Osmanlı medeniyeti bunun en açık örneğidir ve Türk (-İslam) Medeniyeti olarak tanımlandırılabilir. İşte Alman-Hristiyan Medeniyeti’nden bahsetmenin imkansızlığı ile Türk Medeniyeti’nden bahsetmenin imkanı milliyetçilik tanımlarının arasındaki farkı da ortaya sermektedir. Öyleyse Alman Milliyetçiliği bir medeniyet yaratamaz, ama Türk Milliyetçiliği -geçmişte örneği olduğu gibi- bir medeniyet yaratabilir (bu duruma var olan medeniyetin yeniden ihyâsı da denilebilir). Alman Milliyetçiliği’nden dünya görüşü yaratacak bir Alman Felsefesi üretilemez (salt felsefede söz edilen Alman Felsefesi Batı Felsefesi’nin farklı bir yorumlarından, ona farklı katkılardan başka bir şey değildir). Ancak, medeniyet yaratacak bir Türk Felsefesi’nin varlığını konu etmek ve bundan bir dünya görüşü oluşturmak mümkündür. Tabii bu işi yapacak fikriyatın adını da “Türk Milliyetçiliği” olarak benimsemek tam da doğru olan tavır olacaktır.

Türk Milliyetçiliği, yeni bir medeniyet anlayışı, daha doğru ifadeyle bir “Türk Medeniyeti” tasavvuru gerçekleştirmek üzere bir felsefe, bir dünya görüşü ortaya koyacak ise bilginin her türünü kullanmak durumundadır; bilimsel bilgi, metafizik bilgi, vahyi bilgi, tasavvufî bilgi (sezgi), san’at bilgisi, gündelik bilgi onun hakikât anlayışını oluşturmada kullandığı yöntemler olacaktır13. İşte tam da bu noktada bilimsel bilgi, Türk Milliyetçiliği’nin sosyal ve tarihi gelişimini siyasi, idari ve ekonomik olarak okumada hem de geleceğe kurgu yapmada kullanacağı çok önemli yöntemsel bir araç olacaktır. Bu aracı üstüne yüklenen ve onu yerinde, amaçları için kullanan milliyetçiliği “Bilimsel Milliyetçilik” olarak tanımlayabiliriz.

Bilimsel Milliyetçilik’ten Türkiye’de ilk söz eden Mümtaz Turhan olsa gerektir11. Mümtaz Turhan, bilimsel yöntemlerle sosyal ve tarihsel analizler yapmıştır. Onun elde ettiği bilgileri yorumlarken ortaya koyduğu değerlendirme milletlerin varlığını geliştirerek sürdürebilmesi için kültürel anlamda bir milliyetçiliğin gerekli olduğu anlayışı üzerinedir. Bu milliyetçilik tavrını da “Bilimsel Milliyetçilik” kavramıyla açıklamaya çalışmıştır. Ama, metodolojik olarak ele alırsak “Bilimsel Milliyetçilik” bu tanımlamadan öte bir şey olsa gerektir.

Aslında Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan’dan yıllar önce Türkler için çıkış yolunu göstermeye çalışırken, sosyoloji biliminin metodolojisi ile analizler yapıyor, tekliflerini geliştiriyordu. Onun “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” teklifini geliştirirken tavrı, düşüncesindeki milliyetçiliği bilimin diliyle anlatmaktı14. Nitekim analiz ve teklifleri içinde zamanla eleştirilenler ve yanlışlananlar olmuştur.

Daha önce de konu ettiğimiz gibi bir görüş (fikriyat), kabul ettiği varlık anlayışı ve hayatın mânâsı ekseninde, cemiyet yapıları, tarihi gelişimi ve insan ilişkileri için analizilerini yaparken bilimsel metodolojiyi kullanıp, elde ettiği değerlendirmelerden yola çıkarak yine bilimsel metodoloji ile gelecek için teklifler yapabiliyorsa, o görüş bilimsel bir tarzla geliştirilmiştir, başına da bilimsel sıfatını almayı hak etmiştir. Bu noktada Türk Milliyetçileri varlık anlayışından (hakikât) başlayarak bilgi türlerinin diğerlerini de kullanıp bir özgün felsefe (milli felsefe) ortaya çıkarabilirler. O hakikât anlayışına dayanan dünya görüşlerine yaşanan ve yaşanmakta olan hayatı analiz ettirirken bilimsel metodololojiyi kullanırlarsa ortaya çıkan değerlendirmeler o an için en geçerli açıklamaları yapabilen değerlendirmeler olur; bu bilimsel bir tavırdır. Ama iş burada bitmiyor. Açıklamaya çalıştığımız bilimsel milliyetçilik Türk Milliyetçiliği’nin cemiyetler, hayat ve insan için gelecek teklifleri de olmasını, bu tekliflerini de bilimsel metodoloji ile geliştirmelerini gerektiriyor. Tam da bu noktada şunu belirtmek lazım gelir: “Bilimsel Milliyetçilik”, romantik milliyetçiliği ötelemez, onun yerini almaz. Aksine, o, bütün işlevini çok canlı bir romantik ortamda görebilir. Onun bir yöntem olarak hem ortaya konulabilmesi hem de işleyebilmesi için tam da Türklerin sahip olduğu gibi bilinen tarihten bugüne zenginleşerek gelen çok zengin bir kültürel ortam gerekir12.

Türk Milliyetçiliği, bugünlerde canlılığını neredeyse bu yüzyılın başlarında olduğu kadar arttırıyor. Önceki yıllarda “Türküm” sözüne bile mesafeli duranlar şimdi ellerinde bayraklarla dolaşıyorlar, yaşanalardan; bölücü terör ve etnistenin sesinin yükselmesinden, Suriye göçlerinden, İslamcı politikalardan rahatsızlıklarını dile getiriyorlar, Türk olmanın gurunu konuşuyorlar. Milliyetçi nitelikte dergiler çıkarılıyor, yayınevleri kuruluyor, kitap satışları artıyor, milliyetçi bilim insanları, düşünürler, yazarlar daha çok yazıp, çiziyor, ses çıkarıyorlar. Aslında milliyetçi bilim ve fikir insanları şimdilerde hiç küçümsenmeyecek ölçüde bilgi ve tabii değerleri ortaya çıkarıyorlar. Ancak, Türkiye üzerinde yaşanan bu milliyetçi atmosfer daha çok bir romantik milliyetçilik halini aşamıyor. Pratik anlamda da, siyasi alanda milliyetçi niteliğe sahip olduğunu iddia eden siyasi parti, milliyetçi görüşle bırakın teklifler geliştirmeyi, olayların analizini bile yapamıyor. Mevcut siyasi parti yönetimini eleştiren muhaliflerin birisini ayırırsak diğerlerinin sıradan siyasal içerikli sözleri hariç dağarcıklarında söyleyebilecek ciddi hiç bir değerlendirmelerinin olmadığı görülüyor. Üniversite kökenli bir muhalif ise, onda sahip olduğuna inanılan büyük potansiyele rağmen, henüz gelecekle ilgili hiç bir teklif ortaya koymamış ya da koyamamış durumda.

Ama milliyetçilerin büyük bir iddiası var: Türk (-İslam) Medeniyeti. İşte Türk Milliyetçileri bu güçlü iddiaları için ortaya bir çözümler bütünlüğü, yani bir felsefe, bir dünya görüşü sunmak zorundalar. Bu dünya görüşünün perspektifinde tarihsel sürecin analizini bilimsel metodololoji ile yapmalı, ve sonra gelecekle ilgili tekliflerini de bilimsel metodoloji ile geliştirmeliler. Türk Milliyetçilerinin geleceğe ait teklifleri bilimin yukarıda belirtilen temel özelliklerine sahip olmalı1,8. Gelecekle ilgili tekliflerde mutlak doğruyu iddia etmek, herkes tarafından eğilip, bükülebilen inanç hükmündeki kavramları/kültleri ortaya sürmek, bugüne değin İslam aleminin yaşadığı acıların düşünce yapısını hayata taşımak anlamına gelir. Teklifleriniz zaman içinde eleştirilebilir, yanlışlanabilir; bunda hiç bir beis yoktur, eleştirilerle sınana sınana gelen teklifleriniz gelişir, daha da geçerli hale evrilir.

Bilimsel Milliyetçilik’in içini doldurmak daha çok sosyal alanda çalışan milliyetçi bilim insanlarının ve bilim felsefecilerinin işi olmak gerekir. Daha önce de değinildiği gibi Bilimsel Milliyetçilik pratik olarak her etnisite için bir imkan değildir. Türkler geliştirdikleri cemiyet yapıları, millet özellikleri, kültürleri ve hakikât anlayışları ile “Bilimsel Türk Milliyetçiliği” ni ortaya sürebilecek haldedirler. Onların bu teklifleri, diğer halklara, milletlere -şimdi Batı’nın neden olduğu acı ve zulüm vermek yerine, tarihi tecrübeye göre refah ve güven sunduğu için evrensel bir niteliğe de sahip olacaktır.

Daha önceki yazılarımda yer alan teklifimi yineliyorum: Düşünen, entelektüel çaba içinde olan Türk Milliyetçileri siyasi alanı tamamen bir kenara bırakıp, bütün mesai ve enerjilerini bir Türk Felsefesi ortaya koymaya, bilim, san’at, tarih ve edebiyatta Türkiyatı olabildiğince işlemeye, bir dünya görüşü sunmaya, bunu bilimsel bir metodoloji ile oluşturmaya ve nihayet bütün hedeflerine ulaşmanın yolunu gösterecek bir ideoloji geliştirmeye harcamalıdırlar. Siyasetin çirkin dehlizleri münevver Türk Milleyetçilerinin yolu olmamalıdır. O yolla, şimdilik, çirkinliklerden başka elde edilecek hiç bir şey olmadığı açıktır.

KAYNAKLAR

1 Cemal Güzel. Bilim Felsefesi, Kırmızı Yayınları, 2010.
2 John Lef. Sanayileşmenin Kültür Temelleri (Çeviri Erol Güngör), Kalem Yayınları, 1980.
3 Sabri Ülgener. İktisadi Gelişmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, Derin Yayınları, 2006.
4 www.acikders.org.tr; Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm.
5 Friedrich Engels. Ütopik Sosyalizmden Bilimsel Sosyalizme (Çevirmen Yavuz Sabuncu), Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2013.
6 Gusstav A. Wetter, Bugünkü Sovyet İdeolojisi, Cilt 1 (Çevirmen Cemil Ziya Şanbey), Kültür Bakanlığı Yayınları, 1972.
7 Wolfgang Leonardh. Bugünkü Sovyet İdeolojisi, Cilt 2 (Çevirmen Cemil Ziya Şanbey), Kültür Bakanlığı Yayınları, 1980.
8 Ömer Demir. Bilim Felsefesi, Vadi Yayınları, 2009.
9 Erol Güngör. Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, 2007
10Erol Güngör. Dünden Bugünden Tarih – Kültrü ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, 2007.
11Kemal Bakır. Mümtaz Turhan ve Bilimsel Milliyetçilik. http://www.atauniv.com/kose-yazilari/mumtaz-turhan-ve-bilimsel-milliyetcilik.html
12
Nevzat Kösoğlu. Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, Cilt I-IV, Ötüken Yayınları, 2012-2016.
13Kenan Gürsoy. Etik ve Tasavvuf, Sufi Kitap, 2008.
14Ziya Gökalp. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Ötüken Yayınları, 2014.

 

Yazar
Muzaffer METİNTAŞ

Muzaffer Metintaş, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde göğüs hastalıkları profesörüdür. Akademik çalışma alanı akciğer kanseri, mezotelyoma ve plevra hastalıklarıdır. Bilim felsefesi, medeniyet araştırmaları ve ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen