Yasin’i Diriye Okumak – 4

 

Prof.Dr. Orhan ARSLAN

 

3. KONU: KISSALAR

 

13. Ayet: “Vedrib lehüm meselen Eshabel Karyeh, İz Ca ehel Murselun (Onlara, kendilerine elçiler gönderdiğimiz şehir halkının misalini anlat).”

Ayet bir Darb-ı Mesel anlatılacağını söylüyor.

Yasin’in 13-27. ayetleri arasındaki 15 ayette bir misal (MESEL) anlatılmaktadır. Genelde bunlara KISSALAR denir ve Kur’an’ın 1/3’lük bölümü kıssalardan oluşur. Kur’an’ı anlamak için, kıssaları iyi kavramak gerekir. 

Kıssa, makaslayarak anlatmak demektir; olayın sadece lazım olan kısımlarını öz olarak anlatmak.

Bu anlatımlar 4’e ayrılabilir:

  1. Kıssa
  2. Mesel
  3. Tarih
  4. Hikâye

Kuran Kıssaları hayat kesitleri içinden hisse çıkartmak için verilir, ders ve ibret alınır. Bunlar yaşanmış olaylardan aktarımlardır.

Kıssalar tarih değildir, tarihî bilgiler vermez.

Tarih olabilmesi için şu 3 bilgi gerekir:

  1. Olayın geçtiği yer,
  2. Olayın kahramanları,
  3. Zaman.

Kuran kıssalarında yer adı pek nadiren vardır, şahıs isimleri yoktur, gerektiğinde Peygamber isimleri vardır.

Hz. Meryem’in adı verilir, annesinin adı (Hanne) verilmez.

Hz. İbrahim’in İsmail’in annesi olan eşinin (Hacer) adı geçmez.

Kendisine vahiy gelmesine rağmen Musa’nın annesinin (Asiye) adı söylenmez.

Yusuf kıssasında olaydaki evin sahibi azizin ve eşinin (Züleyha) adı Kur’an’da yer almaz.

Firavundan bahsedilir ama Mısır Kralı 2. Ramses’in adı söylenmez. Firavun ad değil, unvandır;

Tanrının sarayında oturan adam demektir

Aynı şekilde Karun unvandır, o zenginin adı değildir.

Hz. Peygamber zamanından Tebbet suresinde ismi geçen Ebu Leheb, Efendimizin amcası Abduluzza’nın adı değil, unvanıdır. Yine surede bahsedilen eşinin adı (Ümmü Cemil) geçmez.

Tevbe 9/40’da bahsedilen hicret olayında Peygamberin sürüp çıkartıldığı şehir (Mekke) yazmaz, iki arkadaşın saklandıkları mağaranın (Sevr) adı geçmez, Allah Resulünün mağara arkadaşının  (Hz. Ebu Bekir) ismi yer almaz.

Kuran Peygamberlerin de hepsinin adını söylemez, sadece 28 Peygamber adını verir. İbrahim’in babasının adını söyler; Azer. İsa’nın annesi Meryem’in ve Meryem’in babası İmran’ın adını söyler.

Hz Muhammed zamanından sadece bir isim geçer Kur’an’da: Zeyd. Başka da isim söylenmez.

Kuran mesajı evrenseldir; isimler üzerinde değil, nitelikler üzerinde durur. Sadece indiği yer olana Arabistan’ın o dönemine ait mesaj değildir; evrenin tamamına ve bütün zamanlar için caridir. Bu sebeple Kur’an vahyinin indiği zamana ait şehir, şahıs ve yer isimleri geçmez; oraların iklimi bile yer almaz. Mesela dinin Peygamberinin anne ve babasının adı Kur’an’da bulunmaz.

Kur’an Firavun derken, Firavunluğu kasteder. Firavun ölmüştür ama Firavunluk ölmemiştir.  Ebu Leheblik ve Ebu Leheblere yardım eden kadınlar da ölmemiştir.

Yasin 13’den itibaren başlayan 15 âyetlik “DARB-I MESEL”, kıssa değil meseldir. Yaşanmış olabilir, olmayabilir de; gerçekleşmesi mümkün olabilir, olmayabilir de.

Kuran bir olaya mesel diyorsa, artık “o adamlar kimdir, nerede yaşamıştır?” diye kafanızı yormayın. Bunlar bize lazım değil; gerekli olsaydı Rabbimiz söylerdi.

Bize düşen, bu diyaloglara önem vermek, güne ve hayata dair müstesna sonuçlar çıkartmaktır.

Çünkü Darb-ı Meseli veren Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

 

***

14. AYET:  “Bir zamanlar onlara iki elçi göndermiştik; ama ikisini de yalanladılar. Bunun üzerine (onları) bir üçüncüyle destekledik ve onlar dediler ki: “Biz size gönderilmiş elçileriz.”

Muhteşem bir Sünnetullah örneği: Allah birine görev verirse, onu yalnız bırakmaz, takviye eder; Allah elçilerini yardımsız bırakmaz.

Aynı şekilde günümüzde Kitabını anlamaya, yaymaya çalışanları da yardımsız bırakmaz. Siz eğer Allaha yardım ederseniz, Allah da size yardım edecektir.

Sen yardımı hak etmene bak; ancak yardımı hak etmeden de yardım bekleme; yardımı hak edip etmediğini sorgula.

“Allah ile dostsan kâinat düşman olsa kaç yazar? Allah ile düşman isen, kâinat dostun olsa ne yazar?”

Allah için çıkılan yolda mağlubiyet yoktur, kayıp riski yoktur. Yolculuğun kimin adına yapıldığını bilmelisin.

Dediler ki; “biz size gönderilmiş elçileriz; elçiye zeval olmaz, sözün varsa Allah’a söyle.”

Aynen böyle; din adına bir şey yapacaksan, konumunu açıkça karşı tarafa ilet. WhatsApp’dan konum at! Konumunu kamufle etme. Sana bakan adam seni görsün, gizleme, misyonunu ortaya koy. Apaçık ol, Hz Muhammed gibi ol.

Münafık yüzsüz adamdır, ne olduğu belli değildir. Allah adına konuşanlar ise, Allah’ın kitabından konuşurlar ve her dedikleri çok net bellidir.

15. AYET: (Şehir halkı) dediler ki: “Siz sadece bizim gibi beşersiniz. Rahman da hiçbir şey indirmemiştir: siz sadece yalan söylüyorsunuz!”

Bu ayet, adeta Peygamberler tarihinin özetidir: Küfür ve şirk mantığı her peygamberde aynı.

Bütün Peygamberlere aynı şey söylenmiştir: Eskilerin masalları…

Müşrik Allaha inanıyor, ama ilave başka ilahlar da yaratıyor. Allah’ı sahipleniyorlar, ancak Allah’a görev ve sınır belirliyorlar. Allah’a inanıyor, Kitabını ve Peygamberini reddediyor (Deist).

Şimdi ortada Peygamber yok, Allah’ın kitabını anlatanlar var. Ferdi Risalet bitti, ama toplumsal Risalet devam ediyor. Bugün de sizi yalanlayacaklar. Doğru olsa bile, senin ağzından dökülüyorsa doğru değildir; “bizim adam söylemeliydi” diyecekler.

16. AYET: “(Elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki, biz size gönderilmiş elçileriz.”

17. AYET: “Bizim işimiz, hakikati apaçık ortaya koymaktır.”

18. AYET: (İnkârcı şehir halkı) dediler ki: ” Bize uğursuzluk getirdiniz. Eğer buna bir son vermezseniz, sizi öldüresiye taşa tutar ve sizi şiddetli bir biçimde cezalandırırız.”

Bunların niyetleri, hakikati söyleyenleri dinlemek değil, çünkü niyetleri bozuk.

Firavunun diliyle: “Bu dini bozuyorsunuz” diyorlar. Karşısındakini tanımak istemiyor, tanımlıyor; baştan kötülüyor.

Tarihteki bütün din düşmanlarının ortak tavrı sırasıyla şöyledir:

– Yok sayma, görmezden gelme,

– Alay etme,

– Suçlama,

– Tehdit, şantaj

– Hedef gösterme

– Öldürme 

Allah Resulüne de aynısı yapıldı.

19. AYET: (Elçiler dediler ki): “Uğursuzluğunuz size bağlıdır. Ne yani, size öğüt verildi diye mi (böyle oldu)? Hayır, asıl siz haddini israf eden bir toplumsunuz.”

 

İSRAF

İsraf deyince, akla ekonomik eylem gelir.

İsraf haddini aşmaktır, sınırını bilmemektir.

“Değeri bir dirhem bile olsa, Allah’ın rızası dışında yapılan harcamadır.”

İsraf, bir ederi Allah’tan bilmemektir. Allah’ın verdiğini unutmaktır; kaynağında Allah’ı görmemektir.

 

***

20. AYET: “VECA EMİN AKSAL MEDİNETİ RECULUN YESA” “ Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelip “Ey kavmim” dedi, “Elçilere uyun.”

Bu bir Darbımesel. Gelen adamın kim olduğu önemli değil, neler söylüyor ona bakılır. Gelenek bunun Habibi Neccar olduğu söyler, marangozluk yaparmış.

Aksal Medine; şehrin öte ucundan gelse olayı bilemezdi, şehrin ileri gelenlerinden, hatta yöneticilerinden olmalı. Eksik tercüme gibi…

Bir “Yiğit Adam” bu, dosdoğru konuşuyor, hikmetli konuşuyor.

Ayrıca bu zat, “Ey Kavmim” diyor. Kavmim diyebilmesi için hatırı sayılır, bilge ve yönetici olması lazım. Uzaktan gelen birisi böyle hitap edemez.

Sıradan sözler değil, peygamberlerin sözlerini söylüyor. Onların Resul olduğunu ifade ediyor. Hâlbuki şehir halkı onlara Beşer demişti.

Sonra, “Uyun Elçilere” diyor. Peygambere inanmak ona tabi olmayı gerektirir.

Devam ediyor:

 

21. AYET: “Sizden hiçbir ücret istemeyen bu kimselere uyun, zira bunlar doğru yoldadırlar.”

Bu ayette, peşinden gidilecek peygamberlerin iki özelliğinden bahsediliyor:

 

1. Özellik: Tabi olun, “sizden hiçbir ücret istemeyecek olanlara.” Peygamber Allahtan ecir bekler, insanlardan ücret almaz.

Şimdi din adına konuşan insanların pozisyonlarına bakın. Para vermeden ağızlarını açmayacaklar; Allah Resulü’nün fakirliğinden bahsederek zengin oluyorlar.

Para almamak üzere, ekstra görev yapabiliyor musunuz?

Profesör ders anlattığında maaşını ve ücretini alıyor. Parayı helal ettirebilmek için devletin koyduğu şartla yetinilmez.

Devlet dediğin halkın parası, ilave bir şeyler yapmak lazım. Paraya dayalı değil, ecre dayalı hizmet yapmalısınız. Okul dışı dersler, konferanslar vermeli, insanlara ve topluma faydalı projeler üretmelisiniz.

 

2. Özellik: Vehüm muhtedun: “Doğru yolda olmaları” lazım. Biz beşerin hidayete erdiğini bilemeyiz. Hidayet üzere olduğu kesin olanlar sadece peygamberlerdir. Ve ancak Hidayet üzere olanlar örnek alınıp, takip edilir, başka kimse değil.

Geriye kalanlar;

– Kimin ümmetindensin? Hz. Muhammed’in. Başka soru yok.

– Hangi görüştesin? Müslümanım. “O din konusunda sizi zora koşmadı ve O sizleri Müslüman olarak isimlendirdi (Hacc 22/78).”

“Müslüman kimliği,” bir adamı tanıtmaya yetmelidir. Bu adı Allah verdi, diğerlerini insanlar takıyor. Diğer farklılıklar kültürel bir motiftir ve zenginliğimizdir.

Müslümanlık üst kimliğinde birleşilebilselerdi, Müslümanlara kimse dokunamazdı.

Bu Yiğit Adamın 3 cümlesini dinledik; hepsi de ders niteliğinde. Rabbimiz bizi Mesellerle eğitiyor.

“YESA” Koşarak geldi.

Bir hakikati insanlara ulaştırmak ve öğretmek için gelmek yetmez, koşacaksın.

Bir insan bir âlemdir; bir kişiyi kurtarmak âlemi kurtarmaktır.

Bu koşma yeter mi? Hayır. İlmin ve öğrenmenin de peşinden koşmak lazım.

El Hakk olan Allah, hakikatin bilgisini Kur’an’da vermiştir. Hz Muhammed’in biz öğrettiği gibi…

“İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de kitap (Kur’an) bilgisini gerçekten anlayanlar yeter (Rad 13/43).”

Bu ayete göre insanların peygamberle alakalı 2 görevi vardır:

  1. İman etmek ve tabi olmak.
  2. O’nun peygamberliğine şahit olmak. Ancak, Kur’an’ı gerçekten anlamadan Peygamberi tanımlayamazlar.

Bu konuda ilave bir söz: Din eğitiminin referansı Kur’an olmalıdır.

 

AYET 22: ” Hem ben neden beni yoktan yaratana ve hepinizin huzuruna varacağı Allah’a kulluk etmeyecek mişim? 

“Siz, sizi yoktan var edene kulluk yapın” demeye getiriyor. Karşısındakine bir şey demiyor. Kendi üzerinden tebliğ yapmaktır bu.

Bu bir eğitim ve tebliğ ilkesidir.

İnsan, “Neden ben?” sorusunu sormalıdır. Ben inanıyorum yetmez; inancını da sorgulamalı. Din iman sorgulanınca bilgiye dönüşür, o zaman bilgi bizim olur.

AYET 23: “Onu bırakıp da başka ilahlar edineyim, öyle mi? Eğer Rahman bana bir zarar vermek isterse (ki, istemediği açık) ne onların şefaati zerre kadar fayda getirir, ne de beni koruyabilirler”

Başka ilahlar edinmem, siz de edinmeyin (yine kendi üzerinden tebliğ yapıyor).

AYET 24: “O takdirde ben, apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum.”

Onlara bir şey demiyor, kendi üzerinden mesaj veriyor: Ben dalalette değilim, siz dalalettesiniz.

AYET 25: “Ben sizin de Rabbiniz olana iman ediyorum (güveniyorum), artık beni dinleyin!”

Onlar Allah’a inanıyorlardı, ama güvenmiyorlardı. Bugünkü Müslümanların da problemi bu; inanıyorlar ama güvenmiyorlar.

Hâlbuki Rabb olan Allah bizi sahiplenmeye hazırdır.

AYET 26: “Ona “Sen cennetliksin!” denildi. Dedi ki: “Ah, keşke kavmim bir bilseydi”

Söyleyen kimse ve ölümünün şekli önemli değil, söylenen önemli: Cennete gir.

AYET 27: “ (Bilselerdi) Rabbimin beni bağışladığını ve bana ikram ettiğini”

Yasin’deki “Yiğit Adam” meseli bu.

Değerli Dostlar! Kur’an’ı anlamak, Rahman olan Rabbimizle konuşmak ne güzel değil mi? Nasıl da doyuruyor insanı, tatmin ediyor. “Çünkü kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur (Rad 13/28).”

Hele bir Kur’an oku! Bak bakalım başka bir şey okuyabiliyor musun?

Rabbimiz! Ayetlerinle bugün de tenezzül ettin bize. Bizi unutmuyor, koruyor ve nimetler lütfediyorsun.

Bizi mesellerle eğiten ve öğreten, hisse, ders ve ibret almamızı lütfeden Rabbimiz…

Bize Kur’an lütfeden Rabbimiz, Seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz.

Ankara, 26 Haziran 2016

 

 

Yazar
Orhan ARSLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen