Anadolu’yu Cemaatlerden Kurtarmak: Yeniden Köy Enstitüleri

Türkiye 15 Temmuz ve onu izleyen birkaç gün çok zor bir dönemden geçti. Devlet ve millet bütünlüğünün sarsıldığı, millete asker kılığındaki teröristler tarafından silahların doğrultulduğu, tanklarla insanların üzerinden geçildiği, Meclis’in savaş uçakları tarafından bombalandığı çok acı bir dönem. Elbette milletine silah doğrulatacak kadar gözü dönmüş, kendi kirli emellerinin peşinden giden, hipnotize olmuş cemaat üyeleri bu duruma bir anda gelmediler. En az kırk yıllık, başta askeriye olmak üzere devlet kadrolarına örülen bir örümcek ağından bahsediyoruz.

Senelerden beri başta kamu kurumlarına girmek için sınav sorularını çalmaktan, sahte sağlık raporu vermeye değin geniş bir kadrolaşma hareketinin yürütüldüğünden, bu darbe teşebbüssü sonrası ortaya çıkan ifadeler vasıtası ile bir kez daha net bir şekilde haberdar olduk. Cemaat üyelerinin bu denli güçlü bir ilişkiler ağı ile birbirine bağlanmasının en büyük sebebi elbette vefa duygusu. Anadolu köylerinden çıkmış, fakir köylü çocuklarını bir şekilde ağına düşüren cemaat, o masum çocukların ideallerini gerçekleştirmelerinde, daha doğrusu hayatlarının kurtulmasında yaptıkları hamlelerle onların nezdinde bir ömür sürecek bir vefa duygusunu da körüklüyordu. Kendine faide sağlayacak şekilde güdümlü dini altyapıyı hazırlayan, Gülen’i büyük bir dini otorite olarak ön plana çıkaran cemaat, üyelerini hem madden hem de manen doyurmuş oluyordu. Bundan sonraki hedefler ise ‘hizmet’ adı altında yeni müridler kazanmak, yeni ‘hayatlar kurtarmak’ olarak kodlanıyordu.

Burada dikkati çekmemiz gereken en mühim nokta elbette cemaatlerin insan kaynağı olan taşra. Yetersiz ekonomik vaziyetin verdiği çaresizlik ve yine yetersiz dini bilgi ile çevrilmiş Anadolu insanının bu zafiyetlerini çok iyi bilen cemaat üyeleri, tezgâhlarını buralara kurmakta gecikmedi. Dini söylemler, maddi vaadler ve kuvvetli insan ilişkilerine sahip üyeleri vasıtasıyla kandırdıkları aileler, çocuklarını bu cemaatin eline teslim etmekten bir an bile şüphe duymadılar. Muhakkak ki hem dinini, peygamberini bilen hem de köy hayatının zorlu hayatından kurtularak devlet kadrolarına geçmiş bir evlat sahibi olmak bir anne baba için belki de dünyadaki en güzel şeydi.

Yine şehirlerde yetersiz sosyal ortam ve ilişkiye sahip, dışa kapalı insanları da oldukça samimi ve ‘ağabeyce’ bir insan ilişkisi ile sohbetlerin müdavimleri arasına katmakta zorluk çekmediler. Hülasa ‘biz büyük bir hizmet ailesiyiz’ sloganını gönüllere ve zihinlere yerleştiren cemaat, bu denli insafsız ve sonunu düşünmez bir darbe girişiminin de bu yapı içerisinde ne kadar kolay bir iş olduğunu açık bir şekilde gösterdi. Haşhaşi yakıştırmasına yakışır türden bir hareket şekli ile…

İşte cemaatin en kolay mürid bulduğu ve bunları kolaylıkla teröriste çevirebildiği Anadolu gerçeği bütünüyle önümüzde duruyor. Eğitim sistemimizin boşluklarından son derece ustaca faidelenen, birçok eğitim kurumunu aktif hale getirerek eğitim hayatında önemli bir yer işgal eden cemaatin ve benzerlerinin yeniden benzer saldırılara cüret etmelerini engellemek adına eğitim sistemimizde radikal yenilikler yapmak bir zaruriyatttır.

Esasında benzer uygulamaları Atatürk dönemine değin uzanan ama resmi olarak 1940 senesinde faaliyete geçen Köy Enstitüleri, özgün yapısı ile bugün Anadolu’da hala ciddi problemleri aşabilecek bir model. Esas gayesi kırsal kesimde bulunan insanların eğitime ulaşabilmesi, köylülerin ‘yurttaş’ bilincine sahip olmaları, tarımsal faaliyetlerin modernize edilmesi şeklinde gelişen ve İsmail Hakkı Tonguç’un fikri önderliğinde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in de destekleri ile yaklaşık 10 sene boyunca toplamda 25 bini aşan yetişmiş köy öğretmeni ve yine binlerce sağlık memuru ve eğitmen ile Köy Enstitüleri, dönemin önemli bir yükünü omuzlamıştır.

Oldukça farklı disiplin ve iş alanlarını içeren, devrin köy gerçeğine ve ihtiyaçlarına uygun olarak hazırlanmış müfredatı, köylünün üretim faaliyetlerini destekleyen kursları, sağlık çalışmaları ve eğitimi ile Köy Enstitüleri genel söylem itibariyle başarısız bir girişim hamlesi olarak nitelendirilse de bize göre döneminde çok mühim bir vazifeyi ifa etmiştir.

Yoksul, bilgisiz köylü çocuklarını yıllar sonra birçok müzik enstrümanını kullanır hale getiren, inşaattan arıcılığa, ev yapımından tarımsal faaliyetlere değin eğitici düzeyine getiren bu eğitim kurumları maalesef zamanla biraz mübalağa biraz hakikatleri taşımak üzere komünist faaliyetlerin de yer yer tehlikesi altına girmiştir. Tek taraflı edebi öğretiler, zaman zaman kendi toplumunun gerçeklerine yabancılaşmaya başlayan bir talebe fotoğrafının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yine döneminde yoğun eleştirilere sebep olan ve öğretmenlerine zorunlu çalışma yükümlülüğünü getiren Köy Enstitüleri, birtakım olumsuzlukları ile beraber, bu olumsuzlukları ıslah etmek yerine kapatılmak yoluyla tarihin tozlu raflarına terkedilmiştir.

Burada Köy Enstitüleri, istenince eğitimde ne denli müspet gelişmelerin olabileceğine yönelik önemli bir tarihi gerçeklik. Elbette Köy Enstitülerini eleştirmek, eğitim yöntemlerini sorgulamak ve devrin siyasi ve sosyal koşulları ile beraber olmak üzere değerlendirmeye tabi tutmak doğaldır. Zaten bugün 70 yıl evvelinin eğitim yöntemlerini aynen uygulamak gibi iptidai ve taklitçi bir tavır takınmak da oldukça problemli bir düşünce olur. Ancak burada bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta Anadolu…

Anadolu’nun halen her türlü nifak odağına karşın korumasız olduğu, hem ekonomik hem de sosyolojik açıdan yardıma muhtaç vaziyeti ve henüz çok kısa bir süre önce karşılaştığımız darbe girişimini ve bu girişimi gerçekleştiren cemaatin insan kaynağının nerelerden geldiğini düşününce ‘yeniden Köy Ensititüsü’ fikrinin de en azından eğitim camiasında tartışılması gerekliliğini zorunlu kılıyor.

Tartışmak, yeni fikirlerin ve modellerin ortaya çıkması, vatan millet sevgisinin, milli şuur ve ahlakın yurdun her sathına yayılmasını sağlayacak bir eğitim sisteminin inşası için bulunmaz fırsat. Demokrasiye ve milli iradeye saygılı fertleri yetiştirmek için devletin eğitimde yepyeni adımlar atması ve gerekirse tarihte uygulanan modellerden, taklit değil, ilham alması ise zaten bir zorunluluk.

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen