Alo Vatan Elden Gidiyor Hattı: Türk Milliyetçileri Örneği

Anlamlandırmakta zorlandığımız günlerden geçiyoruz. Her gün yeni bir ‘’flaş haber’’, yeni bir ‘’sansasyonel gelişme’’. Dünyamız sanki giderek daralıyor. Kabuğumuza çekilip, kabuğun ardını görmez oluyoruz. Kabuğun içi ise ateşten gömlek. Başka bir memleket olsa ne kabuk kalır ne de içi. Bereket var, çok iyi Müslümanlar olduğumuzdan mıdır yoksa ecdadın dualarıyla mıdır bilinmez; buzla kaplı yolda ayakta kalmayı başarıyoruz.

Ancak bir grup var ki, herkes otururken yine ayakta kalan cinsten. Hani diyor ya Ziya Paşa:

‘’Kalkın Ey Felah-ı Vatan Dediler, Kalktık
Herkes Oturdu Biz Ayakta Kaldık..’’

‘’Alo Vatan Elden Gidiyor Hattı’’nı arayanlar bilir operatördeki sesin sahibini. Kim onlar? Elbette Türk milliyetçileri…

Yarı Ortaçağ izleri taşıyan yarı da fantastik öğeler barındıran filmlerdeki ejderha/hazine ikilisini hep bir şeye benzetirim. Hazine vatan. Ejderha ise karda, tipide, boranda, yağmurda, çamurda, çöl sıcaklarında hazinenin başından ayrılmayan vefalı Türk milliyetçileri. Kadim görevi bu ejderhanın. Bundan şüphesi olan da yok. Ama sulh döneminde, bahar aylarında, engin denizler üzerinde, yüksek bulutların arasında uçmak ejderhanın da hakkı değil mi?

Açıkçası değil. Türk milliyetçilerine biçilen görev de senelerden beridir hazinenin bekçiliğinden başka bir şey değil. ‘’Otur oturduğun yerde’’ ikazını çok duyar gibiyim bu aralar. Sanki neredeyse 70 senedir her kriz döneminden sonra iktidar sahipleri tarafından Türk milliyetçilerine kulak küpesi niyetine söylenen bir söz bu.

Peki, bu düzen hep böyle mi devam edecek. Hep bekçilik bize, yemek sofrasında bağdaş kurup, fasıllar yapmak başkasına mı düşecek? Böyle giderse evet. Ama artık bir şeyleri değiştirmek gerek. Değişim için ise az biraz eleştirmek. Yönüne daha çok içeri çevirmek: Özeleştiri babında…

Sizlerde görmüşsünüzdür yahut görüyorsunuzdur, bir tuhaflık var bizde. Sabah akşam ‘’millet ve milliyetçilik’’ tanımları yapar olduk sağda solda, köşebaşında ve dahi sosyal medyada. Renan’den tutunda Gökalp’e varıncaya kadar her millet-milliyetçilik tanımını ajandamıza yazıp duruyoruz. Sahifeleri karıştırıyor, sahafları geziyor, makaleler okuyor ve yine tanım yapmaya koyuluyoruz.

Az çok yüz senelik geçmişi bulunan bir dünya görüşünün/ideolojinin/ siyasi düşüncenin, ne denirse artık, hala tanımların peşinde pervane olması biraz ağır ilerlediğimizin bir kanıtı değil mi? Şüphesiz öyle.

Bunları yaparken de, olmazsa olmaz, gürültülü ve debdebeli nutuklarla ilerliyoruz. Her gün attığımız sloganlar ve milliyetçilik nutukları arasında sanki yine birbirimizden başkasına da sesimizi duyuramıyoruz gibi. ‘’Sen, ben, bizim oğlan’’… Yaptığımız büyük başlıklı seminerlere, oturumlara dahi konuşmacının akraba sayısıyla orantılı bir katılımcı sayısına erişebiliyoruz. Büyük bir sorunumuz var. Ve bu sorunu kafamızı sağa sola çevirerek geçiştiremeyeceğimizin de farkında olmamız gerekiyor. En azından bundan yirmi sene sonra yaşama azminde yahut yaşama olasılığı biyolojik olarak yüksek olanlar için.

Türk milliyetçilerinin söyleyeceği söz çok. Ama sanki sazda problem var. Bir türlü ritmi yakalayıp sözümüzü duyuramıyoruz uzak diyarlara. Uzak diyarlardan kastım bazen bir iş arkadaşınız, bazen de bir kapı komşunuz.

Solun parsellediği çevre ve doğa meselelerinde hala dişe dokunur bir ortak düşüncemiz yok! Binlerce ağacın kesilmesine, su kaynaklarının kurutulmasına, yaşam alanımızın daraltılmasına karşı hala ses çıkarmayı devlete ihanet yahut anarşi olarak görüyoruz. Haberlere şöyle bir bakıyor, sonra en iyisinden bir tartışma programını açıp geçiyoruz.

Sanat, teknoloji, spor (Burada dövüş sanatları dışındakileri kastediyorum. Elhamdülillah, eskisi kadar olmasa da hala bu dalda yetenekli gençlerimiz var.)… Hangi birinden bahsedelim. Hayatın tam merkezinde yer alan her aktiviteye ‘’ağır abi’’ pozu ve ‘’Şimdi oyun sırası değil çocuk. Vatan hizmet bekliyor.’’ repliğiyle yaklaşıyoruz. Böyle olunca da hep bir gazanfer bekçi imajı veriyoruz.

Buraya kadar söylediğimiz sözlerdeki mübalağa hakkı saklı olmakla beraber, hakikatlerden bir tutam olsun taşıdığı tartışılmaz. Evvela yapmamız gereken hayata intibak etmek. Millet ile kendi bulunduğumuz dünya arasındaki konum farkı gittikçe artıyor. Süreç bu süratle devam ederse navigasyon cihazları da çare olmayacak bize. Milleti kaybeden bizler, o tanımları da fezaya savurmaktan öte gidemeyeceğiz. Burası kesin.

 

 

 

 

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen