Zerdesiz Pilâv

İkinci Abdülhamîd Hân zamanında Komik-i Şehîr Abdürrezzak (Abdi) Efendi, sıfatıyla mütenâsib nüktedân bir tulûat ehliydi. Sultân’ın huzûrunda icrâ-yı san’at eylerken, oyun icâbı çıkarması gereken çizme çıkmayınca:
“Memûr maaşı mısın be mübârek? Bir türlü çıkmıyorsun…”
demişti. Bu söz, Sultan Abdülhamîd ve Abdürrezzak Efendi dâhil, duyan herkesin kulağında gaf kabûlü görmüştü.

Bu kekre nüktenin sâdır oluşundan sonra, uzunca bir müddet, Abdürrezzak Efendi mesleğinden men’ edildi. Araya giren zaman ve dostlar, Pâdişâh’ın Efendi’ye bakışındaki buzları eritti ve yeniden Saray’da, Huzûr-ı Hümâyûn’da temsîle çıkmasına ruhsat verildi. Programın bitiminde Sultan Hamîd, “İhsân-ı Şâhâne” bâbında, Abdürrezzak’a bir kese gümüş mecîdiye gönderir. Abdi Efendi.
“Almam ben bu akçeleri, almam!”
diye terslenir.
“-Neden Abdi, neden almıyorsun?”
sorusuna:
“Pâdişâh’ımız Efendi’mize arz ediniz. Abdi kulunuz zerdesiz pilâv yemez!…”
cevâbını verir. Bunun üzerine Sultan Abdülhamîd, bir tabak dolusu altın gönderip Abdi’nin gönlünü alır.

Kendi rûh ve vücûd saatini hep Batı’ya kuranlar, ne zaman bahis açılsa, bizi medeniyet dâiresinin dışına koyarlar. Aynı cümleden olarak, san’at ve san’atkâr paragraflarına da, sokaktan Saray’a doğru, geniş kepçeli greyderler yürütürler. Ne kadar titremiş gönül sırçamız varsa, hiçbiri bu hafriyat kabalığından kurtulamaz.

Hâlbuki, tevâzu ile mevcûdu yok göstermenin lüzûmu da, bahânesi de bulunmuyor. Çünkü bizi barbar bilmeye azmetmişlerin indinde tevâzu, bir kibarlık ve medeniyet tavrı olmaktan çıkıyor, lekeleme, ta’n eyleme vesîlesi sayılıyor. Onlara göre san’at Batı’da, san’atkâr Batı’da, Tabiî ki, mesen (mécéne) de Batı’da.

Sultan Hamîd’in Abdi Efendi’ye gösterdiği aydınlık yüz, kasdı olanların, bunca mahâret ve manevraya rağmen karartamadığı, bizim medeniyet aynamızdır.
Devletin bekâsı, milletin vâr oluşuna bağlıdır. Ne devlet, ne de millet, otomatik yapıda bir işleyişin programına alınamaz. Çünkü ikisinin de merkezinde insan vardır. İnsanın makineye benzetilmesi, nice ülkeyi husrâna uğratmış, nice medeniyeti sönmüş yanardağ enkaazına çevirmiştir. Hadsiz tecrübe ve ibret-nümâ hâdiseden sonra, hâlâ makineleşmekte ısrâr edenlere ne demeli?

Gelenin keyfi için gidene söve söve, mâziyi dümdüz ettik. Sonra da, aynı mâzînin içinden bize yardım eli uzanmasını bekliyoruz. Hangi yüzle, hangi vicdânla?
Bırakın rengini âşikâr eden kalemleri, ağızları; Mehmed Âkif gibi akıl ve sağduyu sâhipleri bile İblis yerine koydukları Sultan Hamîd için, hayra yönelik tek kelime sarf etmemişlerdir. Türkiye’nin bugünkü altyapı mahrûmiyetini, biraz da ikinci Abdülhamîd’in uğradığı haksızlık ve tecâvüzde aramalıdır.

Abdi Efendi ile zaman ortaklığı yapan bir diğer Komik-i Şehîr Kel Hasan, Sultân’a bombalı suikast hazırlayanlara – farkında olmadan – at satmıştı. Saatli bombanın konduğu arabayı çeken atlar, Kel Hasan’ın atlarıydı. Komedinin mayasında, ister trajik bakışlar olsun, ister tecâhülî adımlar, yine insan var. Anlayana…
Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen